21. yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzereyken dünyâda olanlar göstermektedir ki, 19. yüzyılın başında yaşananlar başka isimlerle tekrar edecektir.
23 Ekim 2019 târihli ve “Trump’a biçilen palyaço rolü” başlıklı yazımda, ABD başkanı Donald Trump’ın bir palyaço, kralın bir soytarısı gibi davrandığını ve bunu kasten yaptığını ele almıştım.
Aksini düşünürsek, işin içinden çıkamayız. Düşünün bir kere dünyânın en büyük ekonomisine ve en teknolojik ordusuna sâhip, en önde gelen üniversitelerin bulunduğu, teknolojik yeniliklerin çoğunun ortaya çıktığı bir ülkenin başkanı, “bir öyle bir böyle” konuşuyor; bir dediği bir dediğine tutmuyor. Bunun kasten yapılması, rastgele olmasından çok daha mantıklı geliyor bana. Ayrıca böyle olması sosyolojik olarak üzerinde çalışılmasını da mümkün kılıyor.
Şöyle ki, Trump’ın başkanı olduğu Amerika Birleşik Devletleri, 21. yüzyılda insanlığın yaşadığı uygarlığın üretim yeri. Trump aslında bu tutarsızlığı ile 21. yüzyılın küreselleşmiş dünyâsındaki insanların tutarsızlığını, kararsızlığını, tatminsizliğini, ne istediğini bilmezliğini, istikrarsızlığını kişisel olarak yansımasıdır.
ABD, insanlığın ileri götürmek üzere en ön sıraya geçip “liderlik” yapma iddiasını üstlenen Batı dünyâsının son kurşunudur. Dünyâya hâkim olup tüm gezegeni kendi yaşam tarzı ve hayat anlayışı ile kendine benzeten Batı kültürü, aslında dünyâyı küreselleştirmemiş, aksine Batılılaştırmıştır. Bunu yaparken ki sömürgecilik hevesi ve isteği gözünü kör ettiği için, aslında gerilen bir bezin bir yerlerden yırtılmasının kaçınılmaz olduğu gibi, kısa zamanda iflas edeceğini görememiştir.
Avrupa’da yaşanan erken iflas, Atlantik Okyanusu’nun diğer kıyısını atlamayı becerenler tarafından geciktirilse de, kaçınılmaz sondan kurtulmak mümkün olmayacaktır. “Final Destination” filmindeki gibi, ölümden şans eseri kurtulanları daha acı ölümler beklemektedir. Ne yazık ki, bu ölümler sâdece hak edenleri değil, onlarla birlikte mâsumları da bulmaktadır. ABD liderliğindeki Batı dünyâsı âdeta, dünyânın geri kalan kısmına “ben gidersem hepinizi götürürüm” tehdidini savurmaktadır.
Yeni bir eşik
21. yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzereyken dünyâda olanlar göstermektedir ki, 19. yüzyılın başında yaşananlar başka isimlerle tekrar edecektir. O yüzyılın kaosuna çâre ve çözüm bulup, açıklama getirmek için uğraşan nice isim ortaya çıkmıştır. Auguste Comte’dan Charles Darwin’e, Karl Marx’tan Max Weber’e kadar bugünlerde bile kitaplarına başvurulan nice isim ortaya çıkmıştır. Bu isimler iyi ya da kötü, kısa ya da uzun vâdeli açıklamalar getirmişler ve adlarını tarihe geçirmişlerdir.
Ayrıca bu isimler ve ortaya çıktıkları çağ, insanlık târihi için bir sürpriz ve ilk değildir. Peygamberlerin ortaya çıktığı dönemler bir tarafa, insanlık yaşadığı sorunlara kendi içinden çıkardığı isimlerle çözüm bulma arayışına hep girmiştir. İslâm’ın hızla yayılmasıyla ulaşılan geniş ve uzak coğrafyalarda karşılaşılan sorunlara güçlü çözümler bulan İmam-ı Azam Ebu Hanefî; Anadolu’yu kasıp kavuran Moğol saldırılarında ortaya çıkan Hz. Mevlânâ ilk akla gelecek isimlerden sâdece ikisidir.
Yeni bir çağın düzeni
Çevirisini yaptığım ve yakında piyasaya çıkacak olan Graham Taylor’ın Yeni Siyasal Sosyoloji adlı kitapta şöyle bir cümle var: “Dünya, dünya üzerinde sürü hâlinde hareket eden muhtelif sistemler olarak yükselen bir düzensizlik denizi içinde çoklu ‘düzen adaları’ olarak kurulmaktadır.”
Bu cümle şuna işâret etmektedir. Dünyâ üzerinde sürü hâlinde hareket eden sistemlerin oluşturduğu düzensizliğe rağmen bâzı düzen merkezleri oluşmaktadır. Bu düzen merkezleri yine düzensizlik içinde oluşmaktadır. Örneğin sosyal medya diye adlandırabileceğimiz düzensizlik denizinde, Facebook, Twitter, Instagram, Youtube gibi “düzen adaları” gittikçe büyümekte ve her geçen gün kendilerini güncellemektedir. Bu düzen adaları, “mükemmel” veya” sorunlara çâre” oldukları için değil, mevcut düzen seçenekleri arasında en iyi organize olmuş olan seçenekler oldukları için ön plâna çıkmaktadır. Daha önemlisi bunlar, bu yüzyılın târihini şekillendirecek olan seçeneklerdir. Tıpkı 18. yüzyılda yaşanan düzensizliklere karşı ortaya atılan teorilerin “olması gereken” çözümler olmadığı gibi, bu düzen seçenekleri de “olması gereken” çözümler değildir, ama “eldeki malzeme” budur.
18. yüzyılda Auguste Comte, Marx, Spencer, Darwin ve onların ardından Durkheim ve Weber gibi isimlerin ortaya attığı fikirler, bugün artık sosyal medya platformları olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanın kaçınılmaz “düzen” ihtiyâcına karşı, diğer tarafta vazgeçemediği “gelişme” sevdâsı, üç yüzyılı aşan bir süredir “sorun-çözüm-sorun” döngüsünden kurtulamazken, günümüzde bu döngünün hızı daha da artmıştır.
Çözüm, “sorun olandan el çekip uzak durmak” değildir. Nasıl ki Guthenberg’ın geliştirdiği matbaaya uzak durmak yok olmak demek idiyse, bugünün “yeni galaksi seçenekleri”ne uzak durmak da yok olmaya aday olmaktır. Ama bu, tam ve şartsız teslimiyet anlamına gelmez. 18. yüzyıldan itibâren ortaya atılan çözüm önerileri, birbirleri tarafından eleştirilse de, en önemli kazanım, ortada eleştirecek bir fikrin ve düşüncenin olmasıdır. Şu andaki karmaşa ve kaosa yapılan her eleştiri, düzenli olmak şartıyla, bu karmaşa ve kaosu düzene dönüştürecek yolun birer taşı olacaktır.
İletişim alanının popüler konusu olan “Yeni medya”, gelecek yıllar içinde üzerinde en fazla düşünülmesi ve araştırma yapılması gereken konusudur. Bir sonraki yüzyıla kalacak olan fikirler bu bağlamda ortaya konulan fikirler olacaktır. Kısacası 22. yüzyıl, bu fikirlerden doğacaktır.