​Anlamak Gönül Birliği oluşturmaktır

Anlamak Gönül Birliği oluşturmaktır

Çoğu kez muhatabımızla sohbetlerimizde saatlerce konuşuruz da ve sonunda beni anlıyormusun? deriz. Ya da alışkanlık halinde her cümle ve paragrafta “Anadın mı?” şeklinde amiyane sözcükler kullanırız. Her ne olursa olsun; bütün derdimiz anlamak ve anlaşılmaktır. Daha doğrusu, doğru bildiklerimizin doğrulanması, tasdik edilmesi, yanlışlara da birlikte karşı çıkılması ve gönül birliği oluşturulmasıdır.

İletişim anlamak ve anlaşılmaktır.

Günümüzde yaşadığımız en büyük problem iletişim problemidir. İletişim; anlamak ve anlaşılmak meselesidir. Anlatan neyi, nasıl anlatacağını iyi bilmelidir. Neyin anlatıldığı değil; daha çok neyin anlaşıldığıdır. İletişim bu zamanda ne yazık ki; birbirimizi anlayamamak üzerine kuruludur. Oysa anlamak ve anlaşılmak kavram olarak çok basit gibi görünen, ancak bütün kâinatı içine alan, makro ve mikro bütün değerlerin idrakidir. Mikrodan makroya uzanan bir yolculuğun içindeki hikmeti görebilmek ve hissedebilmek için harcanan bir tefekkürün sonucudur.

İlimden irfana giden yolculuk

Hayatın içinde bizi zorlayan ve sürekli kararlar almamızı gerektiren durumlarla karşılaşırız. Kararları irademizle alırız. Bir yönü ile evet insan kararlarını kendi iradesi ile alır, ancak iradeyi etkileyen hafızamızdaki deneyimlerimizdir. Deneyimlerimiz ise öğrendiklerimizle oluşan hayatın ta kendisidir. Öğretiler bize hayatı okumamızı sağlayan en önemli yapı taşlarıdır. Hayatı okuyabilmek için ilimden irfana giden öğretilere ihtiyacımız vardır. İlim ve irfan ancak ilahi kaynaktan besleniyorsa rahmanidir ve asıl arzumuz dünya ve ahiret saadetidir. İlmiyle amil olan irfan sahibidir. Ariftir. Arifler anlar; basiret ve feraset sahibidir.

RESİM1

Kadim inancımızın gücü asrın idrakinde

Başkalarının ezberleri ile bir hayatı okuyamayız. Biz önce kendi hayatımızın anlamını çözmeliyiz. Başkasının hayatında yer alabilmek için kendi anlam dünyamızı oluşturmalı, zenginleştirmeli, işe yarar hale getirmeli ve böylece ezberleri yıkmalıyız. Güncellenmeyen usul ve bilgi kendi zaman ve mekanı içinde çürümeye mahkümdur. Onu diri tutmak; sürekli onu güncellemek ve dorulamaktan geçer. Tahkik imanımızı güçlendirir. İmanımızın hakkını verir. Bizi gafletten kurtarır. Bizi şuur sahibi yapar. Taklid bizi miskinleştirir ve monoton haline getirir. Onun için ezberler bizi biz yapamaz. Bizi olduğumuzdan farklı hale getirir. Tekamülümüzü önler. Bu işin sonu taassuba ve radikalizme kadar götürür. O yüzden her şeyimizi yenilemeli ve güncellemeliyiz. Kadim inancımızın gücünü asrın idrakine bir kurtuluş reçetesi olarak sunabilecek iradeyi gösterebilmeliyiz.

Anlamak, inanç değerleriyle orantılıdır.

İnsan eşrefi mahlûkat olarak en güzel bir biçimde yaratılmıştır. Bu durum ayeti kerime ile sabittir. Burada biz inanlara bahşedilen en önemli özelliklerden birisi anlamak olduğunu görüyoruz. İnsan dünyayı, kâinatı anlamak ve idrak etmek kısacası şehadetine şahitlik için bu âlemdedir. Kelime-i şehadet derinlemesine tefekkür edildiğinde, sadece arada bir söylenen kutsal bir cümlenin ötesinde bize hayatı nasıl okumamız gerektiğini anlatır. Örneğin; Milli Mücadele yıllarında bir Türk subayı şehadet etmek üzeredir ve Alman subaya köydeki ailesini emanet eder. Alman subay son nefesini vermek üzere olan bu subayı revire taşıyacağını ve iyileşeceğini anlatırken subay Hazreti Peygamber beni çağırıyor diyerek bir noktaya bakar. Alman subay aynı yere bakar ama onun gördüğünü göremez. Hayatı okuyamamak ve dolayısıyla da anlayamamak Alman subayın bakıp da görememesi gibidir.

Anlamak bir yaraya merhem olmaktır

Başım ağrıyor diyen bir hastaya geçmiş olsun denmez; ona baş ağrısını giderecek ilacı bulup sıkıntısına merhem olmak gerekir. Anlamak ayrıca hastanın ıstırabına ortak olmaktır. İletişimin bir de bu yönü vardır. Hastayla hekimin buluşması hem hal olması demektir.İşte bu idrak insanı Allah’a yaklaştıran bir ibadettir. İbadetleri sadece kurallara uyularak yapılan bir takım hareketlerden veya sayılarla çekilen zikirlerden ibaret görmek, hayatı ezberden yaşamak demektir. Birinin hayatına anlam katabilmek ona verilecek en güzel hediyedir. Birbirinizle hediyeleşin diyor Sevgili Peygamberimiz. Günümüzün en güzel hediyesi tebessüm etmektir. Çünkü bu devirde özellikle metropolde yaşayan ve yapılması en zor olan bir güzelliği yerine getirmek en zor olanıdır. Uzak doğudaki ülkelerden birinde selam verme şekli; sabah sabah işe giderken karşılaştığımız bir kişiye “Sabah çorbanı içtin mi.” sorusudur. Ne kadar klasik ve basit bir soru olsa da içten bir soru. Sabah çorbasını içmeden aç karınla işe giden birini çorbacıda karnını doyurmanın erdemini bilmek, içselleştirmek aynı zamanda insan olmanın bir tezahürüdür. Merhaba demek gibi. Gülümseyerek el sallamak gibi.

RESİM2
Delilik şuursuzluk halidir!..
Hazreti Mevlana Mesnevi’de “Delinin elinden silahı al da adalet ve sulh senden razı olsun! Elinde silahı olur, aklı da bulunmazsa bağla elini yoksa yüzlerce zarar yapar.” buyruluyor. Pîr’in sözleri sayfamızda çizerimizin çizgisine bakınca aklıma gelen satırlar oldu. İki deli biri ABD’nin başı, biri de Kuzey Kore’nin başı olarak düşünebiliriz. Bu ikisi düelloya tutuşmuşlar dünyayı yakacaklar maazallah. Biri bir an önce bu ikisinin elindeki silahları alıp ellerini de bağlasa çok iyi olacak. Bunlar gerçek deliler... Şuursuzluk hali gerçek deliliği işaret eder. Buna mukabil; bir de deliymiş gibi davranan akıllılar var.
Yine Mesnevi’den bir hikâyedir. Adamın biri köyün birinde tahtadan atına binip çocukları peşine takarmış. Bir gün biri gelmiş bu köye ve soracaklarım var kime sormalıyım diye bakınırken herkes bu deliyi göstermesin mi!.. Adam gitmiş deliye sorusunu sormuş. Orası uzun. Ancak sonuçta öylesine bilgece cevaplar vermiş ki; soruyu soran dayanamamış ve bu işin sırrını sormuş. Akıllı demiş ki; beni kadı yapacaklardı ben de deliyim dedim çıktım işin içinden. Deli olduğumu göstermek içinde böyle davranıyorum demiş. Dünyada mevki sahibi olmak insanın başına gelebilecek en büyük beladır. Bizim akıllı bundan kaçabilmenin tek çaresini deli taklidi yapmakta bulmuş. Kıssadan hisse almak akıllıların işi!..
RESİM3
Bir fotoğrafın düşündürdükleri
İstanbul’da yaşıyorum ama Üsküdarlı değilim. Üsküdar’ı bütün değerleriyle severim..Üsküdar’ı “Kâtibim”den bilirim. Atı alıp Üsküdar’ı geçenleri takdir ederim. Hele “Haydi kalk! Uyan artık Üsküdar’da sabah oldu!..” diyenlerdenim. Üsküdar keyifle Boğaza bakar; Boğazdan da öte Sarayburnu’na bakar. Kıyıya yakın Kızkulesi, Topkapı Sarayında adalet kulesi... Biri otantik, diğeri tarihi. Sonbaharda deniz ve gök gümüş rengi. Martılar ve balıkçılar birbiriyle arkadaşlar. Vong voooonnnggg vonglar, öter Boğaz gemileri. Bir yabancı transatlantik geçer Kızkulesi önünden; yunuslar rehberlik eder Aziz İstanbul’u geçerken. Artık gün balıkçıların günüdür. İstavrit, hamsi ve palamut!.. Balıkçıların ağlarına takılır balıklar. Bereket üstüne bereket!.. Sonbahar da bir umuttur ilkbahara kadar. Umutla yaşar, umutla bekler bir tarafta fakirler, bir tarafta kediler!..