Atom bombasını yapan mühendisler, böyle büyük bir güç kaynağı elde etmelerini sağlayan sonuca ulaştıklarında sâdece periyodik cetveldeki radyoaktif elementleri parçalamış olmadılar.

Auguste Comte’un pozitivist-materyalist anlayışı insan ve toplum bilimlerinde kalıcı karşılık bulamadı ama atom parçalanınca ortaya çıkan sınırsız enerji gibi, artık bilginin çekirdeği de daha önce hiç yapılmadığı şekilde yarıldı. Artık bilgi, kontrolü zor bir güç hâline geldi ve kontrolden çıktığında kendisinin bile birkaç on yıl önce ortaya çıkan hâlini yok edecek bir enerji gibi oldu.

Bilgi – ateş, hastalık ve düşman ile birlikte – küçüğü olmayan dört şeyden biridir. Bilginin ölçü birimi de yoktur. Metre ile, kilo ile, litre ile, sıcaklık ya da basınç ölçen âletlerle ölçülmüyor. Yâni “bilgimetre” gibi bir cihaz ya da âleti yok. Ama bilginin birçok fizikî madde gibi son kullanma târihi veya geçerlilik süresi var. Unutulmasın ya da kaybolmasın diye yazıyla, sesle veya görüntü ile kayda alınsa bile, yenisi geldiğinde tedâvülden kalkan para gibi değersizleşiyor. Daha fazlası ortaya çıktığında önemini kaybediyor.

Yapa-bilme

Artık bir şeyi bilmek, onun hakkında bilgiye ulaşmak çok da önemli değil. Artık herkes neyin zararlı neyin yararlı olduğunu biliyor. Mesela sigaranın zararlı olduğunu bilmeyen yok ve yararlı olduğunu iddia eden de yok ama buna rağmen çoğunluk sigarayı bırakmıyor, bırakamıyor.

Bilgiyi yapabilmeye dönüştürmek kolay değil, hatta bâzen imkânsız, çünkü bilginin kullanım hakkını tekellerine alanlar var. “Lisans” ya da “telif” adı altında bilginin kullanımını kendi üzerlerine alıp bundan güç ve iktidar elde edenler var. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri her yıl aldıkları lisans sayılarıyla ölçülüyor.

Bedâva bilgi

Artık rûhunu şeytana satma devri bitti ve bilinçaltımızı kim ve ne olduğu bilinmeyen kişi veya yerlere satıyoruz.

Artık rûhunu şeytana satma devri bitti ve bilinçaltımızı kim ve ne olduğu bilinmeyen kişi veya yerlere satıyoruz.

Birileri bilgilere kullanım sınırlaması getirip bundan servet kazanırken, çoğumuz değil kendimiz hakkında bildiklerimiz, bilinçaltımızdaki farkında olmadığımız içimizdeki atom çekirdeği parçalarcasına ortaya çıkan bilgileri müsrifçe paylaşıyoruz. Artık rûhunu şeytana satma devri bitti ve bilinçaltımızı kim ve ne olduğu bilinmeyen kişi veya yerlere satıyoruz.

Bilgiyi bu yüzden radyoaktif bir güce benzetmek, Necip Fâzıl’ın “sırrını ararken patlayan gülle” demesi gibi, bilgiyi binlerce yıllık câzibesine kapılıp onu nasıl kullanacağını bilemeyenlerin helâkına sebep olabiliyor. Bilmenin getirdiği sorumluluğu cevap ve çözüm bulmak için değil de ne işe yaradığı bilinmeyen, alınıp baş köşeye konan antika bir eşya gibi kullanmayı tercih edince, bilgi bir sonraki nesillerin sakat doğmasına sebep olan nükleer sızıntı gibi baş belâsı oluyor.

Bilgi yükü

Bilgi arttıkça hayatta yeterlilik kazanmamız gereken unsurlar da artıyor. Algoritma karmaşıklaşıyor. Yüz sene öncesine kadar insanı “bilge” yapan bilgi ve tecrübe birikimi, günümüz insanını çömezlikten ileri götüremiyor. Dahası, bilgi birikimi her geçen gün daha hızlı erimeye ve daha fazlasıyla birikmeye devam ederken, insan hangisinde yeterlilik kazanması gerektiği konusunda “kararsızlık” ve daha kötüsü “beceriksizlik” hissi yaşıyor.

İlk seferinde bedâva verilip daha sonra bağımlılık yapınca varımızı yokumuzu alan madde gibi bilgi, aşırı doz etkisi yapabiliyor. Sürekli yeni kıyâfetler alıp alışveriş yapmaktan onları giymeye vakit ve fırsat bulamayan bilinçsiz tüketicinin zavallılığı gibi, kapıdan kovsak bacadan girercesine üstümüze hücum eden bilginin mağduru oluyoruz.

Câhillerin bilgisi

Hz. Ali’nin “İlim bir nokta idi, câhiller onu çoğalttılar” sözünü bir de bu açıdan okuyalım. Elbette “ilmin kapısı” olan Hz. Ali’nin bilgi karşıtı ve cehâlet taraftârı olduğu söylenemez. Hz. Ali’nin kastettiği câhiller, bilginin kontrolsüz çokluğunun nelere sebep olacağını öngöremeyenler olsa gerek. Dünyânın en besleyici gıdası bile çok yenildiği zaman sindirim sistemine zarar verir.

İtibarsız bilgi

Bilginin çoğalması ticâretteki arz-talep dengesinde çok malın ucuzlaması gibi, bilginin değerini düşürürken, “raf ömrü gittikçe kısalan bilgi”, geçerliliği yatsıya kadar bile sürmediği için mûteber olmuyor. Nasıl olsa çabucak bayatlayacak, aksi ortaya çıkacak, daha iyisi gelecek diye düşünülür hâle gelen bilgi, peşinde koşulan değil, vitrinin önünü kapayıp kuru kalabalık yapan müşteri durumuna düşüyor. Bilgi, hızlandırdığı zamânın intikamına mâruz kalıyor. Kendi adını taşıyan “Bilgi Çağı”nda bilgi, stoklarda yer açmak için zarârına satılan eski ürün muamelesi görüyor.

Bilgi depolamak ve aktarmak için üretilen hâricî (flaş) belleklere, ne kadar küçülmüş olsalar da, cebi delen bozuk para gibi bakılıyor. Serçe parmak tırnağı kadar küçük hâle gelse de hâricî belleklerde taşımak istemediğimiz bilgiler “bulut”a yükleniyor.

Yazıyı daha güncel hayattan bir benzetmeyle bitireyim. Mâruz kaldığımız bilgi çokluğu, bir markete girdiğimizde hiç ihtiyaç olmamasına rağmen sırf indirime girdiği için veya kampanya var diye alıp market arabasını doldurduğumuz gereksiz ürünler gibidir. Hem ödemesi hem taşıması hem de evde depolaması bir dert olan bu ürünler gibi bilgi de zihnimizde çoğu gereksiz yük hâline gelmiş ve gerçek vasfını ve işlevini kaybetmiştir.