Geçen yazıda şehirlerin nasıl oluştuğundan, büyüklük düzeylerinin nasıl belirlendiğinden ve bunun arkasındaki temel güç olan yığın ekonomilerinden (economies of agglomeration) bahsetmiştim. Bu anlamda yığın ekonomilerinin "bir kent, bir üretim merkezi veya ticaret merkezinde firmaların kümelenmesinden kaynaklanan getiri ve maliyetlerin etkilerini tanımlayan bir iktisadi kavram" olduğundan söz etmiştim.
Geçen yazıda şehirlerin nasıl oluştuğundan, büyüklük düzeylerinin nasıl belirlendiğinden ve bunun arkasındaki temel güç olan yığın ekonomilerinden (economies of agglomeration) bahsetmiştim. Bu anlamda yığın ekonomilerinin “bir kent, bir üretim merkezi veya ticaret merkezinde firmaların kümelenmesinden kaynaklanan getiri ve maliyetlerin etkilerini tanımlayan bir iktisadi kavram” olduğundan söz etmiştim. Belli bir işkolundaki firmaların bir üretim veya ticaret merkezinde kümelenmesi onlara ilk başta hem gelir artışı hem de maliyet azalışı şeklinde yansımaktaydı. Bu süreç devam ettiği müddetçe kümelenme büyümeye devam etmekteydi. Bu etkenlere yığına artan getiri adı verilmekteydi. Kümelenme bu noktadan sonra da devam ederse bu sefer satış gelirlerini düşüren ve maliyetleri arttıran etkenler öne çıkmaktaydı Bu etkenler ise yığına azalan getiriyi tanımlamaktaydı. İş merkezinin büyüklüğü bu modele göre yığınlaşmadan kaynaklanan getirinin maksimum olduğu firma sayısına göre belirlenmekteydi. Tabii ki, iş merkezinin coğrafi konumu, toplumsal örgütlenme düzeyi ve imar mevzuatı da bu büyüklüğü belirleyen diğer etkenlerdir. Pekiyi iş merkezleri şehirlerin oluşumuna nasıl başlangıç teşkil eder? Bu şehirler zaman içinde nasıl büyürler? Metropol, küresel şehir ve megalopol nedir? Bugün bu soruları cevaplayacağım.
İŞ MERKEZİNDEN ŞEHİRE: TEK MERKEZLİ ŞEHİR MODELİ
08 Şubat 2019 tarihli 3 sene önceki bir yazımda Kentsel İktisat branşının önemli simalarından William Alonso’nun “tek merkezli şehir modelini” şöyle tanıtmıştım:
“Alonso’nun 1964’te formüle ettiği bir merkezi iş bölgesi (ing. Central Business District, CBD) ve onun etrafında inşa edilmiş bir yerleşim bölgesinden oluşan disk şeklinde bir ideal şehri konu alan ‘tek merkezli şehir modeli’ bu konuda çalışmaların başlangıç noktasını teşkil eder. Aslında bu tarz bir şehir yapısı 19’uncu asrın ve kısmen 20’inci asır başlarının sanayi şehirlerini anımsatmaktadır.”
www.gazetebirlik.com/yazarlar/ kentsel-iktisat-sehirlerin- mekansal-acidan-iktisadi- analizi/
Yine 11 Şubat 2019 tarihli yazımda ise bu modeli kısaca tanıtmıştım:
“Alonso’nun modeli şehri iç içe halkalardan oluşan bir daire gibi tanımlar. Dairenin merkezinde daha küçük bir daire yer alır: ‘Merkezi iş bölgesi’. Burası şehrin çekirdeğini oluşturur. Çekirdek, perakende satış mağazaları, firmaların yönetim merkezleri, finans ve iletişim hizmetleri gibi iş dünyası bölgesi olarak adlandırılır. Aynı zamanda tiyatro ve müze gibi sanat merkezleri de buradadır. Çekirdekte konuttan çok ofis vardır. Çekirdeğin etrafındaki ikinci halka üretim ve imalat halkasıdır. Burada fabrikalar, atölyeler, imalat merkezleri bulunur. Üçüncü halka ise konutların bulunduğu kesimdir.”
https://www.gazetebirlik.com/ yazarlar/tek-merkezli- sehirden-metropole/
Bu model bir Neo-Klasik iktisatçıdan bekleneceği gibi şehirlerin ilk önce sanayi üretimi ve sermaye birikimini takiben kurulduğu, bütün gelişme ve büyümenin piyasa güçlerine bırakıldığı varsayımına dayanır. ABD gibi tarihi çok yeni olan ve göçmenlerden oluşan bir halka sahip olan ülkede konunun bu açıdan ele alınması çok doğaldır. En eski şehirleri 300 seneden biraz fazla ömre sahip olan ABD’de 30 yıl içinde piyasa güçleri bir şehrin veya kasabanın kurulması ve yükselmesine sebep olurken bir 30 yıl sonra bu kasabalar boşalabilmektedir. ABD’de bu açıdan mekânlar hızla yer değiştirebilmektedir. Ancak Türkiye gibi tarihi en az 2000 yıl olan yüzlerce şehri (il veya ilçe olarak) bulunan bir ülkede piyasa güçlerinden çok daha etkin tarihsel ve kültürel birikim vardır. Bunlara ek olarak Türkiye’nin nüfus yoğunluğu ABD’ye göre daha fazladır. ABD’nin nüfusu yaklaşık 332 milyon kişi iken Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 85 milyondur. Yaklaşık Türkiye’nin 4 katı nüfus vardır. ABD 9.834.000 km2’lik bir yüzölçümüne sahipken Türkiye 783.562 km2 yüzölçümüne sahiptir. Yani Türkiye’nin kabaca 12 katı… Bu hesapla Türkiye’de kilometre kareye düşen insan sayısı ABD’nin 3 katıdır. Bu yüzden ulusal ve kentsel ölçekte planlama Türkiye’de çok daha önemlidir.
ŞEHİRDEN METROPOLE: KENAR ŞEHİRLER VE ŞEHRİN ÇOK MERKEZLİ HALE GELMESİ
Tekrar 08 Şubat 2019 tarihli yazımdan alıntı yapayım:
“Kapitalizmin evrimi ve zaman içinde gerçekleşen teknoloji değişimi ile birlikte özellikle şehir içi daha çabuk ve ucuz ulaştırma ve haberleşme mümkün hale gelmiştir. Bu da, 20’inci asrın ikinci yarısından bugüne, şehirlerin çok merkezli hale gelmesine yol açmıştır. Bugün modern çalışmalar çok merkezli şehir modellerine ağırlık vermektedir. Bunların en bilineni Joel Garreu’nun Kenar Şehir (Edge City) modelidir. Kenar şehir, şehrin merkezi ile birlikte merkez dışında şehrin çeperlerine kurulan ve belli sektörlere tahsis edilen kentsel merkezlerden oluşan bir şehir modelidir.”
Takiben 11 Şubat 2019 tarihli yazımda şöyle açıklamıştım:
“Burada ABD’li araştırmacı yazar Joel Garreu’nun isim babası olduğu ve 1991 tarihli “Edge City: Life on the New Frontier” adlı kitabında tanıttığı “Kenar Şehir- Edge City” kavramıdır. Bu kavramla, Garreu alışveriş, iş yönetimi ve eğlence faaliyetlerinin daha önce şehrin ya üçüncü halkasında konutların bulunduğu ya da şehrin dışında kırsal alan olmuş olan mekânlara kayması ile oluşan yeni iş merkezlerini kasteder.
Kenar şehirler genellikle ana karayolu hatları üzerinde veya yeni açılan havaalanları etrafında kurulur. Genellikle ağır sanayi içermezler. Orta yükseklikte ofis binaları ve yer yer de gökdelenlerle kaplıdır. Geniş otopark alanları bulunur. Bu bölgeler aslında büyüyen şehirlerin ikinci, üçüncü veya bilmem kaçıncı iş merkezleri olarak ortaya çıkarlar. İlk zamanlarda merkezi iş bölgelerindeki dükkân ve ofis kiralarının yüksekliği sebebiyle bir ihtiyaca binaen ortaya çıkan kenar şehirlerde, zaman içinde yoğunlaşmanın sebebiyle, kiralar ve emlâk fiyatları tekrar yükselir. Kenar şehirlerin yaygınlaşmasının bir sebebi de özel otomobil kullanımının yaygınlaşmasıdır. Otobanlara açılan çevre yolları ve bağlantıları ile birlikte, şehrin merkezinde değil ama çeperinde yer alan bu iş merkezlerine ulaşım sorunu nispeten azalmıştır. Böylece, kapitalist ekonominin büyüme sürecinde belli şehirler klasik tek merkezli yapıdan modern çok merkezli yapıya evrilmişlerdir.”
İstanbul örneğinden gidecek olursak şehrin tarihi merkezleri olan Suriçi, Pera ve Üsküdar’ın etrafında bir üretim halkası ve konut halkası oluşmuştur. Zamanla Ataşehir, Gayrettepe, İkitelli, Etiler gibi kenar şehirler eklenerek İstanbul çok merkezli bir şehir haline gelmiştir. Bu haliyle İstanbul’u, bugün, bir metropole dönüştürmüştür.
METROPOLLER VE KÜRESELLEŞME
Tekrar 11 Şubat 2019 tarihli yazımdan alıntı yapalım:
“Metropoller çok merkezli şehirlerin bir sonraki aşamasıdır. Yukarıda anlattığım kentsel iktisattaki standart modeller sadece bir şehrin mekânsal yapısı ve birbirinden özerk bölümlerinin sınıflandırılmasını temel almışlardır. Ancak bir metropol, standart şehir tanımı içine girmez. Metropol bir şehrin idari (il yönetimi), hukuki (o ile ait imar planı) ve iktisadi sınırlarını aşan bir olguyu işaret eder. Metropol, sadece ismini aldığı şehrin ve ilin değil ama aynı zamanda çevre iller ve şehirleri de etkisi altına alır. Artık iş merkezi, üretim merkezi ve ikamet merkezi gibi ayrımlar da önemini kaybeder. Metropol, adeta, kendi başına bir ekonomi haline gelmiştir.”
Türkiye’de başlıca metropol İstanbul’dur. Onu Ankara, İzmir ve Bursa takip etmektedir. Diğer büyükşehirlerimiz metropol olmaktan ziyade çok merkezli şehirler halindedir.
Küreselleşme şartlarında metropoller daha fazla önem kazanmaktadır. Bildiğimiz gibi küreselleşmenin en ayırıcı özelliği bütün dünyada sınırsız sermaye hareketleridir. Bu sadece finansal sermayenin değil, aynı zamanda fiziki ve beşeri sermayenin dolanımını da içerir. Bu anlamda küresel ekonomi birbirine bağlanan iktisadi ve sosyal ağlardan oluşur. Her türlü sermayenin dış dünyadan gelip ülkeye dağılacağı noktalar da metropollerdir. Bu anlamda metropoller ülkelerin dünyayla iletişim ve etkileşim merkezleri olarak öne çıkar.
Bir metropol eğer küresel ekonomiye entegre olmuşsa ve küresel para, bilgi ve sermaye akımlarının geçtiği bir liman haline gelmişse bu metropol küresel şehir (global city) haline gelmiştir. Küresel şehir haline gelen metropoller ülkenin küresel rekabet gücü açısından önemli avantajlar üretmektedir. Bir ülkede birden fazla küresel şehir olabilir, bu ülkenin coğrafi büyüklüğü ve nüfus hacmiyle bağlantılıdır. Ancak küresel şehir olsun olmasın metropollerin belli sektörlerde uzmanlaşmış olması gerekir. Yani her metropol ülkedeki konumu, doğal kaynaklara yakınlığı, limanlara yakınlık ve ulaşım imkânlarına göre belli başlı sektörlerde lokomotif konumunda olmalıdır. Aynı zamanda bir ülkenin belli bir bölgesinde birden fazla metropol sağlıksız bir yoğunlaşmaya yol açabilir. Türkiye gibi orta büyüklükte ülkelerde bu faydadan çok zarar getirir.
Birden fazla metropolün yan yana oluşması literatürde megalopol diye adlandırılan yapılaşmaya dönüşür. Buna göre birden fazla metropol yaşam alanları ve iş merkezleri birbirinden ayırt edilemeyecek ölçüde iç içe geçmişse bu yapı artık megalopol haline gelir. Böyle bir yapı bütün ekonominin kaynaklarını kendine çeken bir kanserli dokuya benzetilebilir. Ülkemizde megapole örnek İstanbul Kocaeli ve Bursa’nın birbirine entegre hali olarak gösterilebilir. Tabii, arada, Yalova, Gebze ve Adapazarı da megapole dahil olmuştur. Bu çok da sağlıklı bir yoğunlaşma değildir. Hele depremi düşündüğümüzde… Aklıma getirmek bile istemiyorum…