Öncelikle 29 Ekim 2022 günü vefat eden sevgili Hocam Erol Manisalı’yı anmak isterim. Erol Manisalı Türkiye’nin yetiştirdiği büyük değerlerdendi.
HOCAM EROL MANİSALI
Her daim Cumhuriyet ilkelerini, eşitlik, kardeşlik ve özgürlüğü, milli bağımsızlığı savunan bir aydındı. Görüşlerini bilimsel çerçevede her zaman aynı netlik ve dürüstlükle savunurdu. Bugün örneğini çok gördüğümüz insanlar gibi ilkelerinden vaz geçip her esen rüzgâra göre konum ve şekil değiştirmezdi. Türkiye’nin kendi değerleri ve milli bağımsızlığını koruyarak çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması için bütün hayatı boyunca çalıştı. Yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Bizleri de asistan veya meslektaş olmaktan önce kendi evlâdı gibi sevdi. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu sorunlara karşı bundan yıllar önce uyarılarda bulunmuştu. Yarın, Cumhuriyet Bayramı’nda, ölümünün ikinci yıldönümü… Hocamızı ve Babamızı rahmet ve minnetle anıyorum. Kabri nûr, mekânı Cennet olsun…
CUMHURİYET 101 YAŞINDA
Yarın Cumhuriyet Bayramı. Türkiye Cumhuriyeti 101 yaşına giriyor. Geçen sene millet olarak coşkuyla kutladığımız 100’üncü yılından bu yana Cumhuriyet’in ne kadar önemli olduğunu, bizim millet olarak var olmamız için temel ilkeleri barındırdığını daha iyi anladık. Cumhuriyet Osmanlı’dan bu yana devam eden gelişme çizgimizin son halkasıdır. Temel ilke ve kurumlarıyla Cumhuriyet masa başında İngiliz zabitlerinin kalemleriyle veya yönetim üzerinde ilahî haklara sahip olduğunu iddia eden hanedan veya ruhban sınıflarının ianesi ile değil ama milletin azim ve kararıyla, milli iradenin tecellisiyle, savaş meydanlarında kan dökerek kurulmuştur. Hepimizin dedeleri gibi benim büyük dedelerim de Çanakkale’den girip Dumluıpınar’dan çıkmışlardır. Cumhuriyet Türk’e giydirilmek istenen Ateşten Gömleğin bizatihi milletçe yırtılıp atılmasıdır. Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.
Bugün size Cumhuriyetin anlamı hakkında yazacağım. Kelimenin etimolojisinden girip Türkiye Cumhuriyeti’nin bizler için ne ifade ettiğiyle tamamlayacağım. Haydi başlayalım.
CUMHURİYET KELİMESİNİN ANLAMI
Latince “res publica / kamu meselesi” ifadesine dayanan cumhuriyet, monarşinin aksine, siyasi gücün temsilcileri aracılığıyla halkın elinde olduğu bir yönetim şeklidir. Aslında, daha net bir ifadeyle Cumhuriyet, iktidarın kaynağını hanedan mensubu olmaktan değil halktan alan, yani monarşi olmayan, bütün yönetim şekillerinin genel adıdır.
Bir cumhuriyette temsil, vatandaşların serbest seçimlerine dayanabilir veya dayanmayabilir. Birçok tarihi cumhuriyette temsil, kişisel statüye dayandırılmış ve seçimlerin rolü sınırlandırılmıştır. Bu olgu bugün de geçerlidir: Serbest seçimlere ve parlamenter demokrasiye dayanmayan veya kısmen demokratik kuralları benimsemiş birçok Cumhuriyet olabilir. Geçmişteki sosyalist ülkeler, bugün Afganistan, İran veya Vatikan gibi teokratik Cumhuriyetler veya özgürlükçü olmayan / illiberal demokrasiler olarak tabir edilen bazı otokratik yönetimler de görünüşte Cumhuriyettir. Sorun Cumhuriyet meşruiyetini ve iktidar kaynağını halktan aldığı halde, halk iradesinin hangi araç ve kurumlarla yansıtıldığındadır.
Cumhuriyet terimi, modern anlamını MÖ 509'da Etrüsk kökenli ve “Rex” olarak bilinen kralların devrilmesinden MÖ 27'de İmparatorluğun kuruluşuna kadar süren antik Roma Cumhuriyeti'nin anayasasına atıfta bulunarak geliştirildi. Bu anayasa, önemli etkiye sahip zengin aristokratlar olan “particilerden” oluşan bir Senato ile karakterize ediliyordu. Aynı zamanda bütün yurttaşların oyları ile belirlenen bazı meclisleri vardı. Yine bütün vatandaşların oyları ile o zaman hem hâkim hem de vali yetkilerine sahip olan “magistratuslar” seçilmekteydi. Aynı zamanda ana yasama kurumu olan Senato’da halkın temsilcisi olan “tribunuslar” da bulunmaktaydı. Bu anlamıyla esas yönetim erki aristokrat “patrici” sınıfının elinde olması ile Roma Cumhuriyeti oligarşik bir cumhuriyet olarak tanımlanabilir. Yine de sokağın sesi de Roma politikasında çok önemli bir yer işgal etmekteydi. Ünlü Roma atasözü şöyle der: “Vox populi vox Dei”; yani “Halkın sesi Hakkın sesidir.”
AMERİKAN BAĞIMSIZLIK SAVAŞI, FRANSIZ İHTİLALİ VE MODERN CUMHURİYET
Orta Çağ’ın özelliği Avrupa’da merkezi olmayan monarşilere dayanan devletlerin olmasıydı. 16’ıncı yüzyıldan itibaren silah teknolojisindeki gelişme ile birlikte mutlak monarşiler Orta Çağ'ın çoğunda var olan sınırlı ve merkezi olmayan monarşilerin yerini aldı. Aynı zamanda ve bu gelişmeye muhalif olarak, bir dizi yazarın “liberalizm” olarak bilinen ideolojiyi yaratmasıyla hükümdarın tam kontrolüne karşı bir tepki de görüldü.
Bu Aydınlanma düşünürlerinin çoğu, cumhuriyetlerden çok anayasal monarşi fikirleriyle ilgileniyorlardı. İngiltere’de bir müddet Cumhuriyet kuran Cromwell rejimi cumhuriyetçiliğin itibarını zedelemişti ve düşünürlerin çoğu cumhuriyetlerin ya anarşiyle ya da tiranlıkla sonuçlanacağını düşünüyordu. Bu nedenle Voltaire gibi filozoflar mutlakiyetçiliğe karşı çıkarken aynı zamanda güçlü bir şekilde monarşi yanlısı oldular.
Jean-Jacques Rousseau ve Montesquieu cumhuriyetleri övdüler ve Yunanistan şehir devletlerini model olarak gördüler. Ancak ikisi de o zamanki Fransa gibi 20 milyon nüfuslu bir devletin cumhuriyet olarak yönetilmesinin imkansız olacağını düşünüyordu. Rousseau, Korsika'daki cumhuriyetçi deneyime (1755-1769) hayran kaldı ve küçük, kendi kendini yöneten komünlerden oluşan ideal bir siyasi yapıyı önerdi. Montesquieu, bir şehir devletinin ideal olarak cumhuriyet olması gerektiğini düşünüyordu, ancak sınırlı bir monarşinin daha geniş topraklara sahip bir devlete daha uygun olduğunu savundu.
Amerikan Devrimi, monarşinin değil, yalnızca İngiliz Parlamentosunun koloniler üzerindeki otoritesinin reddi olarak başladı. Ancak İngiliz hükümdarının kolonileri temsili hükümet haklarının ihlali olarak değerlendirdiği durumdan korumadaki başarısızlığı, hükümdarın tazminat talebinde bulunanları hain olarak damgalaması ve otoritesini göstermek için Amerika’ya askeri birlikleri gönderme kararı, Amerikalıların bu konudaki algısını kökten değiştirdi: artık İngiliz hükümdarı bir tiran ve İngiliz monarşisi de tiranlık olarak görülüyordu. Netice’de Amerikan Bağımsızlık Savaşı sonrasında bir Cumhuriyet kuruldu.
Bugün modern Cumhuriyet kavramının doğuşu, etkinliği ve dünyaya yayılışı Amerikan Devriminden çok Fransız ihtilâline dayanır. Fransızlar bir millet olarak kendilerini eşitsizliğe, fakirliğe, ayrımcılığa ve emir kulu olmaya zorlayan Fransız monarşisi, onun soylular tabakası ve Kilise’nin temsil ettiği dini kurumlarına karşı ayaklandılar. İlk defa Batı’nın gelişmiş ve büyük toplumlarından biri, bir millet olduğunun farkına varmıştı. İhtilâlin sonunda aristokratlar, papazlar ve Kral idam edildi. Birinci Cumhuriyet kuruldu. İhtilâlin sloganı “fraternité, égalité, liberté / kardeşlik, eşitlik, özgürlüktü” Bu slogan şu şekilde Cumhuriyetin anlamına yansıdı:
- Bütün Fransızlar vatandaş olarak birbirleri, Hükümet uygulamaları ve Kanunlar önünde eşit haklara ve yükümlülüklere sahiptir. Kimse dini veya etnik sebeplerden ayrıcalık sahibi değildir. Bu eşitlikti.
- Her vatandaş fikir ve inancını yaşama ve ifade etme, mülk edinme ve istediği işte girişim sahibi olma ve fırsat eşitliğine sahiptir. Eğitim ve sağlık hizmetleri kamu tarafından bedelsiz sağlanacaktı. Bu da özgürlüktü.
- Bütün Fransız Vatandaşları ortak vatan ve ortak Cumhuriyet’e sahip, tasada ve kıvançta ortak, kendi milli değerleri etrafında birleşmiş kardeşlerdi. Bu da kardeşlikti.
Fransız İhtilâli Cumhuriyet kavramı ile birlikte zorunlu iki ilkeye de öncülük etmiştir: Laiklik ve milliyetçilik. Bütün vatandaşlar mensup oldukları Fransız Milleti’nin gelişmesi, ilerlemesi ve refahı için çalışmalıdır. Üç silahşörlerin dediği gibi: “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” Yine devletin hiçbir kurumu veya erki herhangi bir dinin kurum ve ruhbanına terk edilemez. Toplumun idaresi muhakkak millet iradesine dayanır, dini kurallara dayanmaz. Yani bizim anlayacağımız şekilde: “Hâkimiyet bilâ kayd-u şart milletindir! / Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!”
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Bizim Cumhuriyetimiz fiilen yıkılmış ve müstevlilerin esiri olmuş bir monarşinin yerine savaş meydanlarında istilacılara karşı kazanılan zafer sonrasında millet iradesi ile kurulmuştur. Cumhuriyetimizin dayandığı temel ilkeler hiç şüphesiz milliyetçilik ve laiklikti. Tıpkı Fransız İhtilâlinde olduğu gibi… Yine metinlere geçmese de, Türk entelektüellerinin İkinci Meşrutiyetten beri “uhuvvet, müsavat ve hürriyet” olarak söyledikleri kardeşlik, eşitlik ve özgürlük hem Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hem de o dönemdeki bütün Jön Türklerin vaz geçmeyeceği temel şiarlarıydı. Cumhuriyet rejimi bütün vatandaşların tek bir siyasi kimlik etrafında kardeşliğini ve tek milleti, bütün vatandaşların din ve vicdan özgürlüğü ile beraber kamu idaresini belirleyen kuralların dini otoriteye değil millet iradesine dayanmasını, yani laikliği benimsemişti. Laiklik, milliyetçilik ve Cumhuriyetçilik birbirini tamamlamakta ve desteklemekteydi.
Bugün bazı çevrelerin hem vatandaşların hukuki ve siyasi kimliği Türklüğü, hem iktidarın kaynağını millet iradesinden aldığı Cumhuriyet’i hem de iktidarın millet iradesinde olmasını sağlayan ve imtiyaz ve kayırmacılığın önüne geçen laikliği hedef aldığını görmekteyiz. Bilelim ki, millet olarak bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının esenliği ve varlığı bu ilke ve kurumların yaşamasına bağlıdır. İçinde bulunduğumuz coğrafyadaki devletsiz aşiretlerden, halk düşmanı tiranlıklardan bizi ayıran ve onların içine düştüğü çukurdan bizleri koruyan Cumhuriyet kurum ve ilkeleridir. Bu ilke ve kurumlara hep birlikte sahip çıkmalıyız.
Hepimizin babası Aziz Atatürk ve silâh arkadaşlarını rahmetle yâd ediyorum. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.