Hayatının ilk yıllarındaki çocuk, anne babası gibi olmak ister. Onlar gibi giyinmek, onlar gibi süslenmek, onlar gibi davranmak için özel bir çaba gösterir.
Çoğu aile bu tatlı telaşı bir öğrenme vesilesi olarak değerlendirirken, bir kısmı ise bu konuya belirgin sınırlamalar getirir. Okul başlayınca anne babanın pabucu dama atılır. Artık her şeyi ile benzemek istediği model, öğretmeni olur. Öğretmenle öylesine güçlü bir özdeşim kurulur ki; anne babanın bazı davranışları beğenilmez, eleştirilir. Okul yılları ilerledikçe, özdeşim modeli olan öğretmenler de değişir. Nihayet ergenlik yılları ile öğretmenler de arzu ile yakınlaşmak istenen özdeşim modelleri olmaktan çıkarlar. Gencin zihnindeki sahneyi; sevilen sanatçılar, ünlü kişiler, sporcular alır. Onların yaşamları, şarkıları, oyunları, davranışları sarar gencin etrafını. Ne zaman ki yükseköğretim süreci biter, hayat mücadelesi başlar; işte o zaman ünlülerin zihinlerdeki sükseleri de yavaş yavaş erimeye başlar. Hayat sahnesinde daha iyi bir rol alma ihtiyacı ve çabası, gencin meslek edinmesini ve bir işe girmesini yahut bir iş kurmasını sağlar. Bir çalışan olarak bireyin özdeşim modeli bu defa da patronu olabilir. Yoğun iş hayatının girdapları, çoğu zaman özdeşim modelini unuttursa bile hemen çoğu kişinin iş hayatında ve sosyal hayatta örnek aldığı, etkilendiği kişilikler varlığını sürdürür.
İNSANIN ARAYIŞI
Dikkat ederseniz hayat sanki bir özdeşim modeli arayışı ile geçip gitmektedir. İnsan, sanki doğduğu günden itibaren bir arayışın içindedir. Çoğu zaman ne aradığını bilemeden. Bu öyle bir arayıştır ki; kişi hayatının her döneminde kendisi ile aynı olacağı kişiliği ısrarla arar, bulur, onun gibi olmaya çalışır, bu kişilik eskiyince de bir başkasını aramaya koyulur. Kimimizde daha baskın, kimimizde daha belirsiz olsa da bu arayış önemli bir ihtiyacı dile getiriyor. Acaba esas aranan nedir? Esasen ulaşılmak istenen yer neresidir?
A. Maslow’un birçok tartışmalara neden olan ancak insani ihtiyaçlar gündeme gelince göz ardı edemediğimiz, “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi” adında bir kuramı var. Buna göre insanın ihtiyaçları belirli bir hiyerarşiyle sıralanmıştır. Bunlar; yeme, içme, çoğalma gibi fizyolojik ihtiyaçlar, korunma ihtiyacı, barınma ihtiyacı, sevgi ihtiyacı ve kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Teorisyene göre bu ihtiyaçların her birinin karşılanması diğer ihtiyacı aktive eder. Böylece kişi öncelikle yeme, içme, çoğalma, korunma ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılama çabası içindedir. Bu konuda yol aldıktan sonra sevmek, sevilmek, bir aileye, gruba, kuruma ait olmak çok daha önemli olmaya başlar. Nihayet ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinin tepesinde kendini gerçekleştirme yer alır ki çok az kişi bu aşamaya ulaşır.
Kendini gerçekleştirme; maddi ve sosyal ihtiyaçları karşılanmış olan bireyin kendisini ortaya koymak, kendisini kanıtlamak, farklılığını fark ettirmek, ruhsal ihtiyaçlarını giderme konusunda yol almak gibi amaçlarla bir çabaya girmesidir. Bu çabanın sonucu, kimi zaman şaheser düzeyinde bir sanat eseridir, kimi zaman iki bina arasında bir ip üzerinde yürümektir, kimi zaman yazılı bir eser üretmektir, bazen bir dağ evine çekilmek, bazen de bir denize yelken açıp dünyayı dolaşmaktır.
Hayatı boyunca başkaları gibi olma eğilimindeki kişinin aradığı, kendisidir aslında. Dolayısıyla kişi anne babasında, öğretmeninde, ünlülerde, patronunda aslında kendisini görmek ister. Şu hâlde temel ihtiyaç aslında kendini aramak, kendini bulmak, kendi ile hemhâl olmak, belki de kendini sorgulamaktır. Başka kişiliklerin şahsında kendisini arayan kişi, sonunda kendisiyle buluşmayı hedefler. Kendisini gerçekleştirmek, aslında psikolojik alt temelde kendisini ortaya koymak, kendi ile yüz yüze gelmek, kendisini dinlemek ve tabii ki bir bütün olarak kendini gözden geçirmektir.
KENDİNİ BULMAK
Evet, insanın en önemli ihtiyaçlarından birisi hiç kuşkusuz varlıklar dünyasında kendisini bir yere konumlandırmaktır. Üstelik de bu konumlama bir mikro dünya olan insanın öz değerlerine, varlık nedenlerine ters düşmemelidir. Bu konumlandırmayı yapamayanlar veya ruh âleminin ihtiyaçlarına uygun biçimde gerçekleştiremeyenler, kendilerini hayatları boyunca boşlukta hissederler. Saksıda kalan bitki gibi bir türlü gerçek toprakla buluşamazlar. Şu hâlde arayışın özünde aslında kişinin kendisi vardır. Kişinin kendisiyle buluşma özlemi ve arzusu vardır.
Günümüz dünyasının yoğun iş hayatı, karmaşık ilişkiler yumağı, yüksek teknolojinin sınırlamaları, hızlı iletişim ve ulaşımın oluşturduğu stresin kişileri kendilerinden oldukça uzaklaştırdığı göz önüne alınırsa; kendisini arama ihtiyacının da giderek önem kazandığı kendiliğinden ortaya çıkar. Yoğun hayat mücadelesi, kişiliğin üç temel yönü (fizyolojik yön, toplumsal yön, ruhsal yön) arasında en çok ruhsal yönü erozyona uğratmıştır. Böylece günümüz insanı giderek daha fazla tek tip oluyor, renksizleşiyor, hoşgörüyü ve tahammülü kaybediyor ve kalabalığın içinde tek başına kalıyor. Nitekim insanlık, giderek kendisinden uzaklaşıyor. Kendisi olmak, yeni dünyalarla buluşmak ve kendisi ile yüzleşmek giderek daha ciddi bir arayışı gerektiriyor. Diğer bir ifade ile hangi konumda olursa olsun ruhsal ihtiyaçların giderilmesi, günümüzün giderek mekanikleşen toplumlarında daha da büyük önem taşıyor.
Kendisini aramak, bir anlamda varlıklar dünyasının gizemlerini kendinde keşfetmek, bir damlası olmak için denizlere doğru akmak ve ummanlara dalmaktır. Kendini arama yolculuğu, yağmura hasret yeryüzünün damlalarla buluşma sevdasıdır. Bu yolculuk, kimimiz için bedenimize egemen olan maddi âlemden mana âlemine sığınmadır; benliğin hiçlik sınırlarına erişebilme çabası, belki de kapanmaya yüz tutmuş gönül gözümüzü sonuna kadar açma serüvenidir.
Bu yolculuk, belki de hayata yeni bir ruh katma hareketi, günlük koşturmaların unutturduğu renkleri fark etme mücadelesi, belki de dikensiz güle diken arama sevdası ama en önemlisi de geçmiş hayatın uzun bir muhasebesidir. Hesap dönemi gelmeden yapılan bu sorgulama, birçok güzellikleri beraberinde getirir. Hayat yolunun kalan kısmı için yeni bir enerji ve yeni bir dinamizm bu güzelliklerin başında gelir. Ne mutlu bu arayışın içinde olanlara, ne mutlu kendisiyle yüzleşme cesaretini gösterebilenlere…