Türkiye’nin yapısal sorunlarını yazacaktım ancak geçen hafta içinde sevindirici bir haber ekranlara düştü…
MIT öğretim üyesi Prof. Dr. Daron Acemoğlu Nobel İktisat Ödülünü almıştı. Hepimiz sevindik. İktisadi Gelişme Kürsüsü Başkanı olarak benim için de Daron Hoca’nın çalışmaları önem arz etmekteydi. Ancak memlekette herkes çok sevinmedi. Özellikle sol cenahtan hem saygın ve ciddi hem de ideolojik ve gayrı ciddi eleştiriler geldi. İslamcı bilinen aydınlarımız pek ses çıkartmazken bir kısım Atatürkçü aydınlarımız da Daron Hocayı Atatürk düşmanı olmakla itham ettiler. Yani, ülkemiz üçüncü Nobelini, hem de bizim branşımız olan iktisat alanında, almış ama sevineni kadar üzüleni de var. Baba dostum rahmetli Prof. Dr. Tevfik İsmayılov’un deyimiyle “Garibe bir iş!”. Bu yüzden bugün ve pazartesi günkü yazılarımda Daron Acemoğlu’na Nobel kazandıran görüşleri ve ona yöneltilen olumlu ve olumsuz eleştirileri anlatacağım.
İKTİSATTA BÜYÜME VE KALKINMA SORUNLARI
Büyüme iktisadı kapitalist ekonomi şartlarında bir ülkenin bütün kaynaklarını tam istihdam ettiği durumda üretim kapasitesinin büyüme sürecini inceleyen iktisat alt branşıdır. İlk büyüme modelleri bütün piyasalarında tam rekabet şartlarının geçerli olduğu bir kapitalist ekonominin dışarıdan hiçbir müdahale olmadan kendiliğinden dengeli, sürekli ve istikrarlı bir büyüme oranına sahip olup olmadığı sorusunu cevapladılar. Bu büyüme oranına doğal büyüme oranı denir ki, bütün iktisatçıların ortak görüşü, böyle bir büyüme oranının olduğu yönündedir. Doğal büyüme oranı bir ülkenin nüfus artış hızı, sermayenin amortisman oranı, emeğin verimlilik artış hızı ve teknolojik ilerleme hızının toplamından oluşuyordu. Örneğin Türkiye’nin 100 yıllık doğal büyüme oranı yüzde 5 civarındadır. Cevap aranan ikinci soru güncel büyüme oranlarının (yani üç ayda bir açıklanan GSYİH büyüme oranlarının) doğal büyüme oranına yakınlaşıp yakınlaşmayacağı, eğer yakınlaşıyorsa nasıl yakınlaşacağı üzerinedir. Sir Roy Harrod olmak üzere bazı radikal, Keynesçi ve Post Keynesçi iktisatçılar güncel büyüme oranlarının kendiliğinden doğal büyüme oranına yakınlaşması için bir mekanizma olmadığına, bu yüzden merkezi planlama gerektiği görüşündeydiler. Öte yandan Neo Klasik okuldan Solow güncel büyüme oranlarının doğal büyüme oranına sermaye / emek oranında ve dolayısıyla sermayenin getirisinde değişimle yakınlaşacağı doğrultusunda sonuçlar elde ettiler. Bazılarınca Keynesçi bazılarınca da Post Keynesçi olarak tanımlanan Nicholas Kaldor’un ve Michail Kalecki’nin büyüme modelleri ise sınıf çatışması yoluyla ortalama tasarruf oranlarındaki değişimle güncel büyüme oranlarının doğal büyüme oranına yakınlaşacağını gösteren modeller geliştirdiler. Bütün bu yaklaşımlar doğal büyüme oranını veri, değişmez, kabul etmekteydi. 20’inci yüzyılın ikinci yarısında doğal büyüme oranının nasıl değişebileceği sorusuna başta Romer olmak üzere bir grup iktisatçı teknolojik gelişme hızındaki değişimi dikkate alarak cevapladılar. Teknolojik gelişme ana akım iktisatçıların çoğu tarafından iktisadi gelişmeden ve piyasalardan bağımsız bir bilimsel aktivite olarak ele alınmaktayken, bu iktisatçılar teknolojik gelişmenin bizatihi kapitalist ekonomik sisteme içsel olduğunu iddia ettiler. Bu fikir 19’uncu yüzyıldaki Kiel Okulu iktisatçıları, 20’inci Yüzyılda Joseph Alois Schumpeter ve takipçileri ve Marksist iktisatçı Ernest Mandel’in fikirlerine dayanmaktaydı.
Bütün bu modeller bir kapitalist ekonominin alt yapı sermayesi problemlerinin olmadığı, toplumsal sınıfların kapitalist iş bölümü ve uzmanlaşma ile belirlendiği, kurumsal yapının milli devletlerin ve sanayi toplumunun doğasına uygun olarak belirlendiği, ülkeler arasında coğrafi, tarihi ve kültürel farkların olmadığı varsayımları altında kurulmuştu. Ancak büyüme modelleri bu kısıtlı çerçevede azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden çok gelişmiş ülke ekonomilerini, o da kapalı ekonomi şartları altında, incelemeye imkân veriyordu. İki Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler ise çoğunlukla alt yapı sermayesi yetersiz olan, tam anlamıyla sanayileşememiş ve şehirlileşememiş, hatta milli kimliğin tam anlamıyla oluşmadığı geri kalmış yapılardı. Haliyle, bu ülkelerin büyüme süreçleri büyüme modellerinde anlatıldığı gibi işlemiyordu. Bu noktada kalkınma iktisadı çalışmaları öne çıkmaya başladı.
Elbette kalkınma için öncelikle büyüme gerekir. Ancak sınai büyüme için öncelikle bir sanayi altyapısının oluşması, buna bağlı olarak sanayileşmiş üretime uygun bir toplumsal yapının kurulması, şehirlileşmenin artması ve hepsinin üstünde milli devlet kurumları ve milli kimliğin oluşması gerekmekteydi. Az gelişmiş ülkelerde, bırakın sanayi üretimini, onun öncesinde var olması gereken (ulaştırma, haberleşme, enerji ve şehircilik) altyapısının yetersiz olduğu ya da hiç olmadığı görülmekteydi. Bu ülkelerin çoğu eski sömürge toplumlarıydı. Gelişmekte olan ülkeler ise bir şekilde altyapı sermayesini kısmen tamamlamış, mevcut teknolojide birçok sektörde sanayi üretimi yapabilen ama bölgeleri arasında gelişmişlik farkları bulunan ve yeni teknoloji geliştirecek kapasitesi olmayan ülkelerdi. Kalkınma iktisatçıları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için fakirlikten kurtulmaları, gelişmiş ülkelere üretim yapısı ve yaşam standardı açısından yakınlaşmaları için reçeteler ürettiler. Ana sorunlar sermaye birikimi yetersizliği, tasarruf yetersizliği, eğitim sisteminin eksikliği, şehirlileşme altyapısı problemleri ve kurumların (yani kültür, din, sivil toplum kuruluşları ve devlet örgütlenmesi) eksik ve noksanlığı olarak tanımlandı. Her iktisatçı bu sorunlardan biri üzerine yoğunlaşan çalışmalara yöneldi. Bu sorunların çözümü için iki farklı yol önerildi: Dışa kapalı devlet merkezli planlı kalkınma modelleri ve dışa açık gelişmiş ülke sermayesine bağımlı kalkınma modelleri. İşte Daron Acemoğlu az gelişmişliğin toplumsal kurumların büyüme ve kalkınma için yetersizliğine dayandığı üzerine tezlerini inşa etti.
DARON ACEMOĞLU KİMDİR?
Kamer Daron Acemoğlu, 3 Eylül 1967'de İstanbul'da Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Kevork Acemoğlu (1938–1988), İstanbul Üniversitesi'nde ticaret hukuku profesörüydü. Annesi İrma Acemoğlu (ö. 1991), Kadıköy'de bir Ermeni ilkokulu Aramyan Uncuyan'ın müdiresiydi ve iyi bir şairdi. Babası Kevork Hoca hem bizim Üniversitenin saygıdeğer Hocalarındandı hem de Doğan Avcıoğlu’nun önderliğindeki YÖN Hareketi üyelerindendi. Aslında bir yazıda da Doğan Avcıoğlu ve Kevork Hoca’yı anlatmak isterim. Daron Hoca 1986 yılında Galatasaray Lisesi'nden mezun olmadan önce Kadıköy'de annesinin müdiresi olduğu Ermeni ilkokulundan mezun oldu. Gençlik yıllarında siyaset ve ekonomiyle ilgilenmeye başladı. Britanya’da York Üniversitesi'nde eğitim gördü ve 1989'da ekonomi dalında lisans diplomasını aldı. 1990'da ekonometri ve matematiksel ekonomi alanında yüksek lisans derecesini ve 1992'de ekonomi alanında doktora derecesini aldığı London School of Economics'te (LSE) eğitim gördü. Doktora tezi “Makroekonominin Mikro Temelleri Üzerine Denemeler: Sözleşmeler ve Ekonomik Performans” başlığını taşıyordu. Doktora danışmanı Kevin W. S. Roberts'tı. LSE'deki doktora sınav görevlilerinden biri olan James Malcomson, tezinin yedi bölümünden en zayıf üçünün bile "doktora ödülü için fazlasıyla yeterli olduğunu" söyledi. Arnold Kling ise, onu bir “wunderkind / harika çocuk” olarak nitelendirdi.
Acemoğlu, ham Türkiye Cumhuriyeti hem de ABD vatandaşıdır. İyi derecede Fransızca, İngilizce ve Türkçe bilmektedir ve biraz da Ermenice konuşmaktadır. Özal Dönemi devlet eski bakanı İsmail Özdağlar'ın kızı olan ve MIT'de elektrik mühendisliği ve bilgisayar bilimleri profesörü olarak çalışan Asuman Özdağlar ile evlidir. Arda ve Aras adlı iki oğulları vardır.
DARON ACEMOĞLU’NUN KATKILARI
Daron Hoca ve James Alan Robinson demokrasi ve diktatörlüğün iktisadi sebeplerini inceleyerek işe başladılar. “Demokrasi ve Diktatörlüğün İktisadi Kökenleri” adlı kitaplarında ana argümanları şudur: Bu kitapta, "demokrasinin, toplumsal elitlerin onu devirmek için güçlü bir teşviki olmadığında pekiştiğini" ileri sürmektedirler. Bu süreçler (1) sivil toplumun gücüne, (2) siyasi kurumların yapısına, (3) siyasi ve ekonomik krizlerin doğasına, (4) ekonomik eşitsizliğin düzeyi, (5) ekonominin yapısı ve (6) küreselleşmenin biçimi ve kapsamına bağlıdır.
Acemoğlu ve Robinson, 2012 yılında yayınladıkları Ulusların Çöküşü adlı kitaplarında, teknolojinin ön saflarında yer alan ekonomik büyümenin ilk önce siyasi istikrarı ve yaratıcı yıkımı gerektirdiğini savundular. İkinci olarak, onlara göre tekel ve oligopol haklarının verilmesine ilişkin kurumsal kısıtlamalar olmadan kalıcı büyüme gerçekleşemezdi. Buna örnek olarak Sanayi Devrimi'nin Büyük Britanya'da başladığını söylüyorlardı çünkü 1689 tarihli İngiliz Haklar Bildirgesi iktisadi ve siyasi tekeller üzerinde bu tür kısıtlamalar yaratmıştı.
Acemoğlu ve Robinson, bu kitaplarında "ülkeler arasındaki kalkınma farklılıklarının yalnızca siyasi ve ekonomik kurumlardaki farklılıklardan kaynaklandığı konusunda ısrar ediyorlar ve bazı farklılıkları kültür, hava durumu, coğrafya veya en iyi politika ve uygulamalar hakkındaki bilgi eksikliğine bağlayan diğer teorileri reddediyorlardı." Burası benim ve birçok iktisatçının katılmadığı noktadır.
2019 yılında, yine Acemoğlu ve Robinson’ın beraber neşrettikleri kitap olan Dar Koridor’da bir ülkenin istikrarlı ve dengeli bir şekilde kalkınması için Devlet / İktidarın Gücü ile Halkın Gücünün birbirini dengelemesi ve sınırlandırması gerektiğini, bu dengenin bozulması halinde ya Güçlü İktidar Zayıf Halk yani otoriter rejimler ve kurumsal çözülmenin geleceğini, ya da Zayıf İktidar Güçlü Halk ile kaos ve toplumsal çözülmenin gerçekleşeceğini söylediler.
2023 yılında yayınlanan İktidar ve İlerleme: Teknoloji ve Refah Üzerindeki Bin Yıllık Mücadelemiz, Acemoğlu ve Simon Johnson'ın teknolojinin tarihsel gelişimi ve teknolojinin toplumsal ve politik sonuçlarını konu alan bir kitabıdır. Kitap, yeni makineler ile üretim teknikleri ve ücretler arasındaki ilişki, teknolojinin toplumsal faydalar için nasıl kullanılabileceği ve yapay zeka konusundaki coşkunun nedenleri üzerine üç soruyu ele almaktadır.
İktidar ve İlerleme, teknolojilerin otomatik olarak sosyal faydalar sağlamadığını, faydalarının dar bir elit kesime gittiğini savunuyor. Yapay zekaya (AI) oldukça eleştirel bir bakış açısı sunuyor ve yapay zekanın işler, ücretler ve demokrasi üzerindeki büyük ölçüde olumsuz etkisini vurguluyor.
Daron Hoca’ya sosyalist iktisatçılar sömürgeciliği olumlu gösterdiği, uluslara arası sömürünün Batı’nın gelişmesindeki yerini vurgulamadığı, coğrafi farklara atıf yapmadığı ve Amerikan ideolojisinin neferliğini yaptığı yönünde eleştiriler getirip, ultra liberal demekteler. Öte yandan Amerika’daki liberteyen yazarlar da Acemoğlu’nu fazla devletçi ve emek yanlısı olarak görüp adeta Acemoğlu’na komünist demekteler. Hangisi doğru? İkisi de değil. Bunları ve benim görüşlerimi de pazartesi yazarım.