Her şey vaktinde güzel olur. Üzüm korukluktan bir anda üzümlüğe geçmez.
YENİDEN BAYRAM
“Bir günümüz diğer günümüze benzememeli”. Bir gün bir diğeri ile asla aynı değilken bu emrin anlamı ne olabilir? Bunu öbür gün idrak edeceğimiz bayrama şamil edersek neyi anlamalıyız? Arefe günü kendimizle muhasebe yapmamız gerektiğini bildiğimiz bu mübarek günde aynaya bakmaya cesaretimiz var mı? Muhasebeyi salt hesap kitap işine indirgemeden, yüreği ile yapanlardan olabilsek. Şu kadar zamandır kılınan namazları, tutulan oruçları, verilen zekâtları, umreleri ve haccı; kırılan kalplere, göz yumulan yolsuzluk ve haksızlıklara oranlayabilir miyiz? İşçinin ödenmeyen SGK primlerini hangi muhasebeye sığdırabilirsin? O kadar çok var ki; bir tarafta şekilden heykele dönmüş ibadetler serisi diğer taraftan mum gibi eritilmiş haklar, yerine getirilmemiş sözler. Velhasıl haklar çiğnenerek Hak görmezden gelinmiş. İbadetlerden dem vuranların hak, hukukla zerrece yüz yüze gelmek istemedikleri bir anlayışla öbür gün bayramım oldu şimdi deyiverin. Yeniden bayram olması için hepimiz bir aynaya bakalım lütfen.
VAKİT SAAT GELMEDEN OLMAZ
Her şey vaktinde güzel olur. Üzüm korukluktan bir anda üzümlüğe geçmez. Vakit bir yandan da en büyük imtihandır. Gece gündüz belli bir düzen içinde nasıl birbirini takip ediyor ve her şey o saate göre işliyor öyle değil mi? Hiçbir şey âfâki veya tesadüfi değildir. İstediğimiz şeyler vaktin kendisinde gizlidir. Hayal ederiz, isteriz gereğini yaparız ve hep o hâl üzere yaşarız. Gerçekte vakit kendisiyle olduğun şeydir diyor İbnül Arabi. Bir şeye gerçekten inanmak o amacın isteğin gerçekleşeceği anlamını taşır.
Sabırdan ötesi yok
Yeter ki sabret. İnan. Azim et. Mutlaka olacaktır. Ama hayırlısı için dileklerini dile. Çalışıp da sonucu bekler ve olmazsa da bunda da bir hayır vardır diye düşünmeli. Çünkü sabretmeyi öğrendikçe olacakların olması yakındır. Hayallerimizin karşımıza nereden, nasıl çıkacağını tahayyül bile edemeyiz. Sabırla emeğinin sonucuna inanıp bekleyenin karşısına mutlaka Allah yardımcılarını gönderiyor, yolları açıyor. Öyle ya vaktin kıymetini bildiren sabırdır. Vakitle hem hal olmayı öğrenirsek. Onu kendi lehimize çevirebiliriz. Yani vaktin bu kadar hızlı akıp gittiğinden yakınmaz, şikâyet etmeyiz. Vaktin içinde hemhal olunca bereket zuhur eder.
Hemhal olmak
Alemin vaktine uyarsak yani güneşin doğduğunda doğar battığında uykuya geçersek alemle hem hal olursak vaktin aslı ortaya çıkar. O yüzden de Yüce Allah namazları belli vakitlere ayırmış ve o vakit kılınmasının hikmetini bildirmiştir. Hayatımızın karşımıza getirdiği sorunlar, aşılması gereken parkurlar karşısında sabırla Hak ile beraber olursak âlemin hükmü gerçekleşir. Dilekler hayırla karşımıza çıkar. Öyle çok ister ve o konuda hep çalışırsınız ki bir gün hiç beklemediğiniz bir yerden bir şekilde alemden sürprizler açılır başınıza.
Vaktin efendisi
Herkes kendi vaktini yaşar. Vaktine, haline hükmü geçen kendisinin de efendisidir. Vaktinin üzerinde hükmü olan herkes vaktinin sahibidir. Böyle kişilerin ziyan edilmiş, boşa harcanmış bir ânı yoktur. O halde bilgelikle vaktine sahip çıkan insan niyetinde halistir. Zaten niyetsiz bir yaşam, amelsiz işe benzer. Salih niyetle, sabırla vaktinin kıymetini bilen sürprizlere açık olsun.
SENİN RIZAN İÇİN
Aaaah yaramaz sümüklü çocukluğum. Boynumda asılı lastik sapan, masum kuşların korkutan haylaz adamı, yalınayak toprakla suyun karışımı, çipildenmiş çizgilerle çizilmiş ruhumun haritası. Özgürlük savaşı veren bir Filistinli çocuğum ben; Iraklı, Suriyeli, Yemenli… Bir hançer saplansa yüreğime bu kadar acı çekmezdim ben. Dost bildiğim kardeşlerimden koparıldığımız andan itibaren. Ümmet dediğiniz nedir ki!.. İnsanlığın kaderi bu değil ki. İnancımız ümidimizdir. Ümidimiz yeniden dirilişimizdir. Yeni nesil yıkacak bütün duvarları. Yırtacak bütün haritaları. Bir gedik açılacak barikatlardan. Akacak sokaklar caddeler meydanlara, yürüyecek hakikat erleri rap, rap, rap… Seni rızan için Ya Rab!...
SON GÖÇEBELER
İspanyol fotoğraf sanatçısı Luis Tato, Fransız haber ajansının bir özel raporu için Batı Afrika’da dikkat çekici fotoğraflar çekmiş. Yaklaşık 35 milyonluk kişiden oluşan ve 15 Batı Afrika ülkesinde yaşayan Fulani halkı ile ilgili antropolojik bir çalışma yapılmış. Batının bu tür çalışmalarında ben hemen eyvah diyorum. Bu kez acaba neyin peşindeler!? Müslüman Fulani göçebe halkının Nijerya’da mera alanları için arayışta bulunmalarından dolayı sık sık Hristiyan çiftçilerle ilgili mücadelelerine ışık tutulmuş. Birkaç yıl öncesine kadar, dünyanın geri kalanı tarafından fark edilmeden yaşam tarzlarını büyük ölçüde sürdüren Fulani Halkı’nın son dönemdeki değişiklikleri hakkında rapor oluşturulmuş. Böyle diyor haber metni. Acaba ajansın bu raporları nerelere, kimlere ne için gidiyor? Dağıtım mücadeleleri, kuraklıklar, modernleşme eğilimleri ve diğer zorluklar Fulani'nin yaşam tarzını tehdit ediyor denilmiş bu raporda. Fulani kralının çekilmiş altından inek kafası tahtındaki görkemli hali ve halkının sıradan günlük hayatından bir mana çıkartarak bir gün demokrasi getirmek için batılılara delil olmaz umarım. Ne zaman bir batılı dünyanın doğusu ile ilgilense gelecekte orası ile ilgili bir şeylerin planlandığını düşünmeden edemiyorum.
ARTI – EKSİ
SAMİMİYETLE AĞAÇ DİKİN
Doğa bize verilmiş en büyük armağandır. Onu korumak gelecek kuşaklara miras bırakmak elbette hepimizin görevidir. Ancak taş devrinde de yaşamıyoruz. Dev ülkelerin gölgesi altında da yaşayacak değiliz. O yüzden ülkemizin doğasını koruyacağız ama madenleri ve değerli hazineleri varsa bunları da bulup çıkartmak ve ekonomiye kazandırmak mecburiyetindeyiz. Ama biz doğanın kesinlikle tahrip olmasını istemiyoruz diyorsanız o zaman herkes elini taşın altına koyacak ve her türlü konforundan vazgeçecek; otomobil, cep telefonu, marka giysiler, ayakkabılar, akıllı binalar, ulaşım hizmetleri ve bugün modern teknolojiyle yapılan her şey.. Ya da taş devrine gidecek ya da en makulü tarım toplumu başlangıcına döneceğiz. Öncellikle kendimize samimi olmalıyız. Terör örgütleri tarafından yakılan ormanlık arazilerin hesabını sormadan, bir tek ağaç dikmeden, doğayı sadece kendi konforu ve keyfi için kullanan insanların samimiyetine inanmak zor. O yüzden her şeyin bir artı yüzü varsa bir eksi yüzü de var. Madenlerin çıkartılması ve ekonomiye kazandırılması için ormanın tahrip edilmesi ve sonrasında sözleşme gereği tekrar alanın ormanlaştırılması sözleşmede yer alıyorsa bunun takipçisi olmak hepimizin boynunun borcu olmalı. Ama samimiyet olmadan ağaç bile dikilmez.
ESNAF AHLAKI
Geçenlerde gümüş bir kaşık almak için Kapalıçarşı’ya gittim. Bir tane gümüş kaşık ile ne yapacağımı merak edenler için hemen yazıyorum. Gümüş özellikle suya atıldığında suyu iyonize ediyor. Yani gümüşlü su vücuttaki tüm bakterileri yok edebiliyor ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Tarihte birçok hükümdarın gümüş kaşık ve gümüş kapta yemek yemeleri boşuna değildir. Kapitalizm malum her şeyi metaya dönüştürdüğü için bize bunu doğrudan açıklamıyor ama gümüş iyon partiküllerle çalışan arıtma cihazlarını şiddetle tavsiye ederek hedef saptırıyor. Başa dönecek olursa bu amaçla gümüşçüye girdim ve meramımı anlattım. Gümüş eşyalar satan esnaf ondan alacağımız bir gümüş eşyanın bize pahalıya geleceğini ama onun yerine işlenmemiş bilye halinde alacağımız gümüşün daha hesaplı olacağını söyleyerek başka bir esnaf arkadaşına yönlendirdi. Bu şekilde de bize örnek bir esnaf ahlakı gösterdi. Eşimle ben tabii etkilendik bu durumdan. Ne garip değil mi? Aslında normal olması gereken bu dürüstlük karşısında etkilenmememiz gerekirdi.