Kalp denilen organımız sadece kan pompalayan bir et parçası değildir. Bunu yıllardır yazıp, söylesek de özellikle son araştırmalar bunu ispatladı artık.
Kalbimizde, beynimizde olduğu gibi karar veren düşünen hücrelerin varlığından bahsediliyor. Kuran-ı Kerim’de Hacc suresinde; “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Yüce kitabımız başka yerlerde de düşünen kalpten bahseder. Düşünen beyin demez.
Düşünen kalp
Kalp hissederek düşünür dedik. Kalpte bir sıkıntı bir sızı hissettiğimizde kalbin hissedişini hatırladık. Ya da kalbimiz uçar gibi olduğunda iyi, güzel olarak yorumladık. Aslında tüm bu duyguların kalpte ortaya çıkması kalbin düşünüş şekliydi. Şimdi bilim diyor ki kalpte 40 milyon kadar tıpkı beyindeki gibi düşünen hücreler var. Demek ki kalbin beyin gibi aklı var. Beyin rasyonel düşünürken kalp hissediş ile karar alır. Mantıklı kararlar, doğru adımlar sadece beyinden geçirilerek alınamayacağını kadim öğretiler de eskiden beri söylerler. O yüzden de kalbin doğru hissedebilmesi için çeşitli talim ve terbiye metotları önermişlerdir. Cimriliğin ve müsrifliğin cömertlikte denge bulması. Hasetliğin gıptaya evrilebilmesi. Tembelliğin azim sahibi olabilmek için amaç edinmesi. Bu ve bunun gibi bir sürü davranışlar kalbin hissetme ayarlarını dengeye getirmesi için insanlar ya birtakım musibetlerle karşılaşmışlar ya da tekke ve tarikatlarda dua, zikir ile birlikte davranış eğitimleri alarak kalbe talim yaptırmışlardır. Kimi zaman koskoca alime sokaklarda ciğer sattırmıştır veya tuvalet temizletip bir hücrede 40 gün 40 gece çile çektirmiştir bu talimler.
Kalp nasıl ayarlanır
Hayat hep bizim bu ayarları öğrenelim diye bizi ayarsız kısmımızdan imtihan eder. Rabbimiz kalbimizin olaylar karşısında endişe duymamayı öğrenmesi ve kalbimizin sağlıklı hissedebilmesi için sürekli insana ayar alıştırmaları yaptırır. Beynimizle aldığımız karar ne kadar doğru olsa da her zaman 2 artı 2 dört etmeyebilir. Burada esas karar ve doğru kararı kalbimiz bize verir. Eskiler bunu aklınızı kalp kablosuna bağlayın diyerek açıklarlar. Şu an bu akıl kablosunun beyin ve kalp arasındaki bağlantı olduğunu öğreniyoruz. Mantığın verdiği kararı doğru ayarda olan bir kalp bozabilir. O zaman kalbimize uymamız gerekir. Çünkü olacak olanı ancak kalp hissedebilir.
Huzura ayarlamak
Kalp ne olursa olsun huzura ayarlanmış olmalı. Kalp sürekli bir huzursuzluğun içindeyse doğru karar veremez. Ancak huzurlu bir kalbin hissedişi doğruya yönlendirir. O yüzden özellikle de can sıkıcı olaylarda, beklenmedik durumlarda kalbin huzurla atmasını sağlamak için olayların iyi tarafını görmeye çabalamalıyız. Zaman alsa da sabırla her seferinde olayların iyi tarafını görmeye ayarlanmak kalbi de huzura alıştıracaktır. Aslında tüm bu yazdıklarımızın belki de tek cümlesi şu olabilir; “kalbimiz huzuru buldukça Allah da bize sürekli hayırlı kapılar açacaktır”.
Artı
Boykot ve çocuk
Arkadaşımın 11 yaşındaki oğlu içtiğimiz kahveyi sorguladı. Şu marka deyince “O başından beri boykot Ümit teyze” dedi bana. Oysa bir Türk markası olduğuna yemin edebilirim. Birçok yetişkinde olmayan hassasiyetti dikkatimi çeken. Hatta çok az yetişkinde olan bir hassasiyet. Gelecekten işte bu yüzden ümitliyim.
Eksi
Ağaç ve şehir
Anadolu insanını ağaca, doğaya sahip çıkar diye biliriz. Mutlaka ekseri zihniyet öyledir. Ancak sahip çıkma nedeninin genel amacı ağacı bir odun olarak görmeleri. Yani yakacak odun. Mobilya olacak odun. Etraf orman olsun yeşillensin diye bakan çok az. Hele köyden, kasabadan gelenler Anadolu şehrinde betonu dikiyor. Bir ağaçlandırma mantığı yok. Şehir planlarında ağaçlandırma ve doğal alanı koruma da yok. Gelişi güzel betonarme çirkin binalar Anadolu şehirlerini kaplamış durumda. Onca geniş arazide dikey binalar. Hala şu şehirciliği öğrenemedik gitti.
Profesyonel Akademisyenlik
Bazı alanlarda özellikle de iş tecrübesi gerektiren mesleklerde profesyonel alandaki kişilere özel bir akademisyenlik statüsü tanınmalıdır. Mesela Turizm, işletme başta olmak üzere ve hatta iletişim bunların içinde olmazsa olmazıdır. İletişim geniş bir alan ancak özelinde gazetecilik ve halkla ilişkiler ya da reklamcılık alanında çalışan ve deneyim kazanmış profesyonellere akademide ders verilme hakkı tanınmalıdır. Hatta zorunlu olmalıdır. Gazetecilik akademide değil sahada öğrenilecek bir meslektir. Bir hafta önce katıldığım geniş katılımlı toplantıda profesyonel bir reklamcıdan şunu duydum; “biz reklamcılık mezunlarını işe almıyoruz. Denedik olmuyor. Daha çok sosyoloji, felsefe benzeri bölüm mezunları ile çalışıyoruz”. Kuram öğrenerek haber yazılmaz. Sahada, alanda çalışan bir iki ünlü gazeteciyi sınıftaki derslere misafir ederek de bu iş olmaz. Dediğim gibi YÖK’ün bu konuda eksiklikleri görüp böyle bir adımı atması gerekmektedir.
Çıtır çıtır, çatur çutur
Ayağımın altında yapraklar çıtır çıtır. Gittiğinden beri bir sesi ilk fark edişim bu. Çıtır çıtır yapraklar, sonbaharın sesi. İçimi ürperten aniden yanımdan geçen bir rüzgâr. Başımı döndüren beni kendi peşine sürüklemek isteyen bir kış habercisi. Geçen sene bu zamanlar diye içimden geçirten ayağımın altında çıtır çıtır yapraklar. Bir köşede çöpçü, kurumuş yaprakları topluyor. Oysa çöp değil yapraklar. Sonbaharı hatırlatan bir vesika onlar. Anı defterimden birer hatıra yapraklar. Belleğimin en canlı yerinde kupkuru da olsa taze onlar. Bahar yaprakları açana kadar elimde bunlar. Solmuş olsa da bir zamanlar onlar da tazeydi, tıpkı bütün bedenler gibi. Solacak olması onları yapraklıktan düşürmez. Şimdi derin nefes al ve sabret biraz. Çünkü gelecek bahar çatur çutur.