Çok garip günler yaşıyoruz. Bir yıl önce bunları rüyamda görseydim eyvah neler oluyor, dünyanın sonu mu geliyor, derdim. İnşallah dünyanın değil ama Siyonistlerin sonu gelsin artık. 7 Ekim'den beri tarihin seyrinin değiştiğine şahitlik ediyoruz.

Hep Filistin’de zulüm vardı. Hep üstü örtülüyordu. Malum Ortadoğu’yu Osmanlı’nın tarihe intikalinden sonra parça böl yönet politikalarıyla rahat bırakmadılar. Kukla liderlerle ülkeleri kontrol altında tuttular. Olmadı sürekli karışıklar çıkartarak halkı huzursuz ettiler. Ortadoğu’nun gelişmesine, halkın kendi kendisini idare etmesine fırsat vermediler. Oysa Osmanlı döneminde bu toprakların yerli halkları her zaman özgür bir biçimde her zaman Osmanlı’nın bir vatandaşı olmalarına rağmen kimliklerini koruyarak yaşayabildiler. Huzur vardı, zenginlik vardır, insanlık vardı.

Protestolar yayılıyor

Önce batıda güçlü halk ayaklanmalarıyla birlikte yürüyüşler ve mitinglere dönüşen Filistin desteği hiç hız kesmedi. Her geçen gün batının en büyük şehirlerinde yüz binlerin katılımıyla neredeyse her hafta sonu yürüyüşlere sahne oldu. Olmaya da devam ediyor. Batının protestoları kararlı ve inançlı bir biçimde devam ederken biz bir kendimize bir de Ortadoğu ve Arap dünyasına şöyle bir bakıyoruz. Ancak cılız sesler çıkıyor. Yemen’in hakkını yemeyelim. Onlar o halleriyle göz doldurdular. Batıda senatörlere, bakanlara ve devlet başkanlarına dahi sözlü, gösterili protestolar yaptılar hala yapılıyor. Ancak son kertede Colombia Üniversitesinde başlayan protestolarla öğrenciler protestoları devraldılar. Sonra akademisyenler de katıldı ve şu anda medyadan da izlediğimiz şekliyle dünyanın birçok üniversitesinde ciddi eylemler devreye girdi.

İslam batılı gönülleri fethediyor

Filistinliler destan yazıyor. Modern dünyada böyle şeyler olmazdı değil mi? Kahramanlar ancak Hollywood filmlerinde olurdu değil mi? Kartondan değil bu sefer kahramanlar. Gerçek hem de etiyle, kanıyla, kemiği ile canını veren kahramanlar. 7’den 70’e Filistin halkı kahramanlık destanı yazıyor ve dünyaya gösteriyor. İslam’ın kahramanları onlar. Öyle bir kahramanlık ki bu, toplumsal bir çöküş sürecinde olan ve ellerinde aile, maneviyat, din gibi temel kavramlardan uzaklaşan batı toplumunu bir anda uyandırdı. Ama biz sanki çok yerli yerindeyiz de uyanamadık hala? Gerçi ben hep savunurum bizim birimiz bine bedeldir diye. İşte İslam kendi kahramanlarını buldu ve onlara hayran bir insanlık da akın akın İslam’ı seçiyor. ABD’li, batılı öğrenciler Müslümanların ibadeti sırasında onları korumak için el ele kol kola girip bariyer oluşturuyorlar. Çocuklar birbirlerinden etkilenip namaz kılmaya çalışıyorlar. Hatta sokaklarda Tekbir getirip Allah’u Ekber diye bağıran batılı birinin megafon aracılığı ile protestolara davet ettiğine şahit oluyoruz. Bunlar medyadan bize yansıyanlar sadece. Kim bilir daha neler yaşanıyor? Düşünsenize, Hollanda özellikle İslam karşıtlığının çok yüksek olduğu bu ülkede toplu namazlar kılınıyor.

Evet dönüş

Eminim bizim bilmediğimiz daha çok İslam’a dönüş hikayeleri yaşanıyordur. Evet bu bir dönüş. Çünkü her insan İslam üzerine doğuyor. Allah’u Teala’nın sözü böyle. Ama insan doğduğu kültürü, dini, ailesini seçemiyor. Başka bir dinde hayatını şekillendirse de ölümden önce İslam’a dönüş oluyorsa bu Allah’ın bu kullarına verdiği en büyük lütuftur. Bugün batı insanı hızla aslına rücu ederken biz miras yediler ne haldeyiz? Güya İslam’ın yurdundayız ama çoktan gitmişiz de haberimiz yok. Bunu şu anekdotla sonlandırayım. Çinli bir grup asker cetvelle çizilmiş gibi esas duruşta duruyorlar. İdamlarını bekliyorlar. Bir süre öyle durdukları için içlerinden biri artık bizi öldürün de bitsin bu diyor. Komutan acı gerçeği açıklıyor. Siz aslında ölüsünüz diyor. Az bir kıpırdayın dediği anda bütün başlar gövdeden patır patır yere düşüveriyor. Aslında komutan öyle bir hızla keskin kılıcını hepsinin boynundan geçirmiş ki başlar baş üstünde ama farkında değiller öldüklerinin. İşte bizler de bu haldeyiz. İnsanlık bombalar altında can verirken Müslümanlar İslam yurdundan çıkıp gitmişler de haberleri yok. Filistin sayesinde anladık ki bizdeki durum buymuş. O yüzden Tekbir! diye seslenen yeni yüreklere selam olsun.

LGS acilen kalkmalı

TEOG ile yapılması planlanan sınavsız sisteme geçiş süreci sekteye uğramıştı ve nedenini halen anlamadığımız bir şekilde kaldırılmıştı. Ama yerine sınavsız değil daha da anlaşılması güç sorularla yeni bir sınav sistemi geldi. İşin detayına girmek istemiyorum. Çünkü girdikçe çetrefil bir hal alacak. Fakat şunu söylemek zorundayım. TEOG daha kolaydı ve müfredatta işlenen soru tiplerine çok benzer sorular soruluyordu. Ancak şu anda bir LGS velisi olarak diyebilirim ki eğer bu sınav böyle devam ederse çocukları bu ergenlik döneminde kaybedeceğiz. Sadece çocukları mı? Velileri de. Onlarca arkadaşımın şu dönem yaşadıkları psikolojik savaşları, sıkıntıları sanırım herkes biliyordur. Çocukların başında çıkan egzamalar, yaşadıkları mide bulantıları, asilikler, sinirli halleri hepsi ebeveyn tarafından anlaşılmak zorunda ve katlanılmak zorunda. Okullarımıza hiç girmeyeceğim çünkü oradan da çıkamam biliyorum. Dolayısıyla yeni milli eğitim bakanımız sayın Yusuf Tekin beyin MEB’deki derin bilgi ve donanımını bildiğimden şimdiye kadar gelmiş en başarılı bakanlardan biri olacağı inancım tamdır. Ama bizim ve kızımın ve bu dönemin çocuklarının en büyük şanssızlığı bu sınava girecek olmaları. Elbette sayın bakandan bunu talep etmem bile saçmalık. Çünkü aynı TEOG’daki gibi hadi kaldıralım demekle olmuyor. Önce sistemin yerine ne getireceğinizi bilmelisiniz ki bu sistemden daha iyi ve mantıklı olsun. O yüzden TEOG’un kaldırılmasındaki hatayı şu an bir veli bir eğitimci bir iletişimci olarak sayın bakandan talep etmenin anlamsızlığını biliyorum. Bu satırları neden yazıyorum? Çünkü etrafımda bakana konuyu ileteyim diye çok ciddi bir veli baskısı var. Sayın bakan konuya vakıf biliyorum. Tek duam çocuklarımızın hayırlısıyla az zararla şu sınavı atlatmaları ve 9. Sınıfa seyreltilmiş müfredata merhaba diyerek rahatlamaları.


Artı

Özgürlük kanunu

Sosyal medyada bir Filistinli çocuğun kanun icrasını gören lutiye Zafer Kibar çocuğa ulaşmak istemiş ancak İsrail katliamı buna engel olmuş. Tüm bu olan bitenler karşısında hepimiz gibi zanaatkarımız Gazze için ses olmak istemiş ve kanun sazının üzerine Filistin’in desenlerini nakşederken sembol karakter Hanzala’yı da unutmayarak resmetmiş. Zafer Kibar kanunun yapımı biter bitmez satışa çıkarıp elde edilecek geliri Gazze halkına göndermek istiyor. Herkes elinin emeğini, sesinin, kaleminin veya herhangi bir şekilde yapabileceği ne varsa yaparak bu soykırımı durdurmaya çalışıyor.

Eksi

Necmettin Erbakan’a şövalyelik unvanı

Şövalyelik Haçlı askerlerine verilen bir unvandır ve sömürgeci zihniyeti temsil eder. Bakalım ilgili haber her yerde nasıl kopya yapıştır usulü ile yer almış; “Avrupa Wushu Kungfu Şampiyonası'nda şampiyon olduktan sonra podyumda Filistin bayrağı açarak dabke dansı yatığı için şampiyonluğu iptal edilen Türk wushu kungfu sporcusu Necmettin Erbakan Akyüz'e Filistin devleti tarafından 'Kudüs Nişanı' ve 'Kudüs Şövalyesi' unvanı takdim edildi. Filistin'in İstanbul Başkonsolosluğunda düzenlenen nişan takdim törenine Filistin Gençlik ve Spor Yüksek Konseyi Başkanı Cibril Mahmud Muhammed er-Recub, Filistin'in Ankara Büyükelçisi Faed Mustafa ve Filistin'in İstanbul Başkonsolosu Hanaa Aburamadan katıldı”. Buraya kadar haberde sorun yok. Nerdeyse bütün medyada bu şekilde yer almış. Gerçekten bu unvanın adı neden şövalyelik? Burada asıl sorulması gereken budur. Sporcumuzu taltif etmek güzel bir davranıştır. Ancak bu unvanın gerçek adı buysa zaten benim kafamda şaibeli olan bugünkü Filistin yönetimini de tekrar sorgulamak düşer. Bir de bu haberi alıp her yerde eleştirmeden bu şekilde kullanmak da başka bir sorundur.

Srebrenisca Soykırımı’nda konser!

Hem de Sırp kasaplarından biri olan Karadzic’e röportajlarında sempatisini dile getirmiş olan Goran Bregovic’e Ankara’da yer vererek. Hem de Srebrenisca katliamının yıldönümü olan 11 Temmuz’da Ankara Oran Açıkhava sahnesinde bir konserle. Boşnak Zambak kadınlar derneğinin kınama duyurusunda da yayınlandığı gibi güya Müslümanların BM tarafından koruma altına alındığı o bir hafta içinde 8 bine yakın Müslüman Boşnak katledildi. Türklerden intikam aldığını söyleyen Sırp kasabının yaptıklarını kınamayan ve alaycı ifadelerle Karadzic sempatizanlığını savuşturan birine bu konser yaptırılamaz. Dünyanın başka bir bölgesinde şu an yaşadığımız acıya ve başka acılara rağmen soykırımları bu kadar çabuk unutmamız daha da vahim ve acı. 800 liradan internet sitelerinde satışa sunulan bu biletlerin alınmaması konusunda hassas davranmamız gerekiyor. Öte yandan daha da üstün hassasiyeti Kültür ve Turizm Bakanlığımızın yerine getirmesini bekliyoruz. Bu şahsın sanat ile anılması bir utançtır ve katledilen onca Müslüman Boşnak kadın, erkek, çocukların aziz hatırlarına büyük saygısızlıktır. Halihazırda yakınlarının kemiklerine ulaşmaya çalışan Boşnak olduğunu düşünürsek tarihten ders almadığımızı gösteren bu unutkanlığımızı da tedavi etmeliyiz. Her sene 11 Temmuz tarihinde 1995 yılında yaşanan katliamın travması Potoçari mezarlığında tekrar yaşanıyor. Avrupa’nın tam ortasında 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük katliam olarak tarihe geçen ve Lahey adalet divanı tarafından da tescillenen bu soykırımı ve bütün soykırımları unutturamayız.

Blockout2024

Şimdi katil devletini protesto etmek yeni bir boyuta taşındı. ABD New York şehrinde her sene Kostüm Enstitüsü için düzenlenen Met Gala geçen hafta Met Gala 2024 ismiyle protestolar eşliğinde gerçekleşti. Akabinde gala sosyal medyada “Başka dünyalar başka hayatlar” sloganı ile Ünlülerin Filistin’e duyarsız kalmasından dolayı şiddetle eleştirildi. Filistin’deki katliama sessiz kalan ultra ünlülerin galada boy göstermesine halk tepki gösterdi. Bunun üzerinde yine ABD’nin ateşlemesiyle ünlülerin sosyal medya hesaplarının takibinin bırakılmasına ve takip edilmiyorsa dahi engellemeye gidilmesi yönünde hazırlanan anonslar ve mesajlar hızla dolaşıma girdi. Türkiye de bu akıma girdi. Ama biz bence önce bizimkilerden başlayalım. Bizim derinlere saklanmış olan ünlülerin hesaplarını takip etmeyi bırakıp, engelleyelim. Magazin dünyası için üzgünüm yapacak bir şey yok. Şu an bu gerçekleşmeli. İnsanların samimiyetsizlikleri ortaya çıksın. Eğlence dünyası demek zaten magazin demek de değildir zaten. Kültür, sanat, edebiyat gibi insanı besleyen alanlara yönelmek hepimize daha iyi gelecek. Sığ diziler, saçma sapan hiçbir anlamı katkısı olmayan müzikler, gündemi gereksiz paraları, özel hayatları, giyim kuşamları ile oyalayan popüler figürler, piyonlar. Artık çekilin çocuklarımızın, gençlerimizin yolundan. Bu akıma #blockout2024 hesabı ile siz de katılın. Öncelikle bizdeki ünlüleri engelleyerek başlıyoruz.

Sevgi dili

Hal dilidir sevgi. Onun lisanı kelimelere sığmaz. Göz dilidir. Vücut dilidir. Ruh dilidir. İnsan dilidir. İnsanın öğrendiği ve kâinata anlattığı dildir sevginin dili. Kuşun gagasından toprağa düşen tohumdur. Toprakta filizlenen bitkidir, çiçektir. Büyütüp güzelleştiren yağmur ve güneştir sevgi. Sevgi hepimizin gönlünde; şiirde, yazıda, şarkıda, türküde, halayda, oyunda elden ele geçen sıcaklıktadır. Aşkta, evlilikte, doğumda bir çocuğun gülüşündedir sevgi dili. Elindekini paylaşan bir garibanın nasırlı ellerindedir sevgi dili. Kendini hemhal eden insanın yüreğindedir sevgi dili. Öğretmenin öğrencisine aktardığı bilgidedir sevgi dili. Sevgi uçsuz bucaksız okyanusun dibinde saklı incidir. Şeytanı bozguna uğratan tüm insanlığı kucaklayan dildir sevgi. Hayvan, nebatat ne varsa muhtaç bir lokma sevgiye, insanın dostluğuna. İnsanı arar tüm yaratılmış, yaratılmamış ne varsa sevginin diline bağlanmak oradan neşet etmek ister göğe doğru. Her şeyin çözümü sevgi dilinde. Sımsıkı bağlar kurulur sevgi diliyle. Sevgi dili anlamak demek. Sevgi dili tüm düğümleri çözmek demek. Sevgi dilinden öte lisan yok. Hepimizin tek dili sevgi. Sevgi ile yoğrulduk sevgi ile haşrolacağız.