Odak belirlemek bu çağın insanlarının en zor işi. Böyle olunca da derinleşmek ve tabiri caizse derinlerden maden çıkarmak imkânsız hale geliyor.

Yerinde duramayan sürekli hedef değiştiren, kararsız bir kurşun gibi oraya buraya seken bir zihin yapısı mevcut. Günümüz gençlerinden bahsediyorum elbette. Her ne kadar karar vermiş gibi görünseler de kararsızlar. Bunları yapmalarının sebebi ahlaki sorundan kaynaklanmıyor. Madrabaz oldukları için değil bu halleri. Odaklanma sorunları var sadece. Keşke odaklanma sorunu bu kadar basit bir sıkıntı olsaydı. İki nasihat edilir bir ilaç verilir geçer giderdi. Ancak hiç de öyle değil. Çünkü dağınıklığa yol açan bu odaklanma sorunu maalesef dijital hayatımıza girdiğinden beri çok arttı.

Davasızlık

Davasızlık bir odaklanma problemidir. Temelden kopuş meselesidir. Ayağını nereye sabitleyeceğini bilememektir. Her insanın bir temel gayesi olmalıdır. Para kazanmak, iyi bir hayat yaşamak insanın temel gayesi değildir. Bu düşünce, sistemin genele yaymak istediği bir illüzyonudur. Bu sistem 19.yy ikinci yarısından itibaren önümüze çıkan modern kavramının insana her şeyin meta olduğunu yani alınıp satılabileceğini söylemeye başladığı o uğursuz çağ ile şekillendi. Bununla birlikte insanı kitle olarak gören ve kitleleri birlikte kolay yönetebilmek için davanın bile satılabileceğini savunan işte o çağ. Bireyi değil de toplumun bütününü hedefe alan böylelikle bireysel hareketten çok toplumsal hareketleri öne alan ancak onu da bir meta olarak sunan işte o çağ. Bugün zirvesindeyiz bu çağın. Dijitalizm ile bireyin özgürlüğünü savunduğunu sandığımız ama gönüllü olarak bireylerin kendisini davasızlığa mahkûm ettiği bu çağın zirvesindeyiz. Umulur ki artık bu zirveden aşağıya iniş olsun. Temelini bireyin belirlemediği toplumsallık adı altında topyekûn krize girmemize sebep olan bu dağınıklığın sorumluları görünmez el gibiler. Bu görünmez el, teknoloji ile sermayeyi elinde bulunduranların kitleleri oyalamak için kurduğu sistemdir. Medya aracılığı ile yaklaşık iki asırdır insanlık hikâye anlatılmak suretiyle bir kalıba sokuldu. Bu kalıp zamanın sihirbazları ile bin bir çeşit hale girdi. İnsanın aklının alamayacağı çeşitlilikte kurgusal hikayeler dinletildi. Hatta öyle ki kendi hikayemizi yazmak yerine sihirbazınkileri dinledik. Onların davasına kul, köle olmuşuz geç de olsa uyandık. Uyuyanlar da uyanacak çaresi yok.

Darmadağınık

Dağınıklık her yerde. En çok da zihinlerde. Masalar dağınık, odalar dağınık, kafalar dağınık hatta kalpler bile darmadağınık. Kendini bir türlü toparlayamayan bir nesille birlikteyiz. Arkasını toparlamak zorunda olduk bunca zamandır. Evde anne, baba toparlayan. Okulda öğretmen, idareci toparlayan. Her yerde peşlerini toparlayan biri varken nasıl toparlanacaklar bilmiyorum. Galiba toparlamayı bırakmak lazım artık. Toparlamak da bir yere kadar. Düşe kalka dağılsın azıcık, zaten dağıldığını farkına vardırmayan bizleriz, gençliğin. Dağılıp dağılıp toparlanmayı öğrensin. Darmadağınıklar velhasıl ama her şeyin de bir çıkış yolu olduğunu biliyorlar ama harekete geçmiyorlar. Çok fena dağıttılar. Hadi bakalım kim toparlayacak bu gençliği?

Değer çıkarmak

İnsanın hayatını ancak ilkeler toparlar. Bir türlü toparlanamamak başkasına bağımlı veya bağlı olduğunun kanıtıdır. Yani kendin olabilme iradesinden sapmış olan bir birey savrulur, dağılır. Sistem buna şu an için çok müsait. Sistem çocuklara, gençlere şu anda sürekli; “bırak dağınık kalsın”, “sen bir daha gelmeyeceksin bu dünyaya” diyor. “Hayatını yaşa” diyor. “Elindeki imkanları sonuna kadar kullan, olasılıkları da harca. Koptuğu yerde kopsun ne olacak sanki” diyor. Mücadelenin değerinden bahsetmiyor sistem. Oysa sevdiğimiz şeyler için mücadele ettiğimizde sıkıntı çektiğimizde değer ortaya çıkar. Tıpkı derinlerden çıkarılan maden gibi. Bin bir zorlukla elde edilen çalışmalar sonucunda yüzeye çıkar ve parlar madenler. Önce zorluk ortası sabır ve sonu rahmet gibidir değer çıkarmak. Toparlanmak, toparlamak birleştirici güçtür. İnsanın kendinde bütün değerleri toplamasıdır. Değerleri odağa koymanın mücadelesi insanı, insan olmaya doğru toparlar vesselam.

El Cezire rahatsız etti

7 Ekim-7 Kasım 2023 tarihleri arasında İngiliz ve uluslararası haber kanallarında "işgal altındaki topraklar"dan 179 haber çıktı. Ancak aramaya El-Cezire İngilizcesi de eklendiğinde bu rakam 381'e kadar çıktığı görülüyor. Ana akım televizyon haberlerinde İsrail'in Filistin topraklarını işgalinden nadiren bahsediliyor, öte yandan işgalin uluslararası hukuka göre yasa dışı olduğu gerçeğinden neredeyse hiç söz edilmiyor. İngiliz ve Amerikan ulusal ve uluslararası ana akım haber ağlarını düşünüldüğünde El Cezire’den daha az haber çıkmasında kasıt aranır hale geliyor. Öte yandan 5 gün önce İsrail kabinesi, oy birliğiyle, Katar merkezli El Cezire televizyonunun İsrail'deki faaliyetlerini durdurma kararı aldı. İletişim Bakanı'nın talimatının ardından kanalın İsrail'deki yayınları kesildi. İsrail polisi, kanalın, Doğu Kudüs'te büro olarak kullandığı otel odasına baskın yaptı.

Geciktirme dönüşünü

Kim bilir şu an hangi sokakta arıyorsun kendini? Hangi kaldırım çiçeğinin yanından geçiveriyorsun ağır ağır? Hangi düşünceleri bırakıyorsun kaldırımlara, binalara… Birazdan geniş caddeleri aydınlatacak olan sokak lambalarının altından geçiyorken, cılız bedeninden düşüyor bakışların asfalta. Bir değil yüzlerce araç geçiveriyor yanından sana bakmadan, seni görmeden. Sen de görmüyorsun sadece bakıyorsun, öylesine yürüyorsun gitmen gereken yere, diğer günleri hesaba katmadan. İnsanların yığın yığın gölgeleri üzerindeyken sen bambaşka bir yöne doğru adımlarını atıyorsun. Büyükşehrin küçük insanlarıyız hepimiz. Hepimizden büyük her şey. Dertler büyük… Belediyenin açtığı çukurlar büyük.. Belki binip gideceksin büyük bir otobüse belki de hemen şu dar sokaktan içeri kıvrılıp kaybolacaksın bu büyükşehirde. Dertleri parça parça sokaklara atıp gideceksin. Seni bekleyenlerin olduğunu bile bile geciktireceksin dönüşünü. Kim bilir hangi yerlerde dolaşırsın? Hayalini kurarken, sana benzeyen onca insana rast gelirim. O köşeden geçmiş olabilirsin belki? Kokunu duymuş gibi gölgenin peşinden düşüncelerim dolaşır. Hangi yerlerde dolaşırsın? Bilmeden etmeden ben hayalini kurarım. Geciktirme dönüşü ne kendine ne de bize. Tez bekliyoruz, sokaktan çıkacağın o günü.

Artı

Made in Turan

Türk Devletleri Ekonomik Forumu-2024'te alınan kararla Türk devletleri tarafından üretilecek ürünlerin üzerine “Made in Turan” ibaresi konulacak. Ticari anlamda önemli olan bu gelişmenin uluslararası piyasada bir ağırlığı bir prestiji olacaktır. Türk devletlerinin güçlü olması dünya siyasetinde söz sahibi olmaları demektir. Türk devletlerinin güçlü olması dünya halklarına da ileriki yıllarda mutlaka olumlu geri dönüşü olacaktır. Türk’ün yolu açık olsun.

Eksi

15 BK

En yoğun saatlerde İETT otobüslerinin daha fazla sefer yapmasının mümkün olabileceğini düşünüyorum. Okul çıkışının yoğun olduğu Kavacık Kavşağında yığılan insanların mağdur olduğunu anlamak görmek gerekiyor. Kavacık Kadıköy hattında en yoğun kullanılan otobüs olan 15BK’nın belirli saatlerde sıklaştırılması gerekiyor. Her okul çıkışında bu mağduriyeti yaşayanlardan biriyim. Sonunda ben de Alo 153 hattını aradım. Şikayetimi değerlendirmeye aldılar. Bu arada herkes otobüs durağında öflüyor püflüyor kimse de demiyor ki ya arayalım bir yerleri de harekete geçilsin. Konuşmaya geldi mi milletimiz çok konuşuyor ama icraat yok. Umarım her şey çok güzel olur.

Türkiye Maarif Yüzyılı

Milli Eğitim Bakanlığımızın çok kapsamlı müfredat yapılandırılması hakkındaki çalışması geçen hafta kamuoyuna sunuldu. Toplumun her kesiminin görüş sunabilmesi ve bilgi notu iletebilmesi için internet üzerinden bir uygulama oluşturuldu. Bu şekilde de hep tartışılan ve konuşulan sürekli en kolay eleştiri konusu olan eğitimde söyleyecek sözü olanların gereğini yapması için bir fırsat doğdu. Geçen hafta kamuoyuna sunulan bu taslağın artık revize kısımlarından sonra uygulamasını bekleyeceğiz ve göreceğiz. Şimdiden eğitim camiamıza hayırlı olmasını diliyorum. Benim en çok dikkatimi çeken Yetkin ve Erdemli insan başlığı altındaki detaylardı. On adet değer arka arkaya sıralanmış. Ve bunların içinde benim de üstünde en çok durduğum konulardan biri olan Vatanseverlik vurgusuydu.

Vatanseverlik başlığı altında yer alan Bayrak sevgisi, Türkçe vurgusu çok önemli bir detay. Ayrıca yine bu başlık altındaki Vatanını sevme, savunmak ile devlet ve millet bilincinin de ayrıca Türk töresindeki yeri çok önemlidir. Devam ediyorum; ülke çıkarlarını üstün tutan, hak ve sorumluluklarını bilen, milli kültürüne ve manevi değerlerine bağlı diye bitiriyor bu başlığı. Zaten tüm bu Vatanseverlik altındaki maddeler gerçekleştiği zaman doğal olarak erdemli nesil olarak çizilen ve hedeflenen değerler olarak belirtilen; sağlıklı, iradeli, cesur, estetik, sorgulayıcı, üretken, bilge, cesaretli, merhametli birey özelliklerini kazanmış olacaktır. Her şey Vatanseverlik şemsiyesi altında gerçekleşiyor. Vatan sevgisi imandandır deriz değil mi? İmanlı olduğunu iddia edenlerin vatan sevgisinden uzak olduğunu da görüyoruz. Çünkü içi doldurulamamış bir dindarlık iman değildir. İman bütün bir alemi kapsar ve vatan dediğimiz yer geçici olarak dünyamız ve daha sonraki alemimiz olan ahirettir. Bu yüzden vatanseverlik kapsayıcı bir erdemdir biz Türkler için.

İlaç kutuları

İlaç malum artık modern zamanların başımıza sardığı sorunlardan biri. Onlarla olmuyor onlarsız da olmuyor. İlaç bir endüstri nihayetinde ve ülkelerin de ekonomik giderlerinde önemli bir yer tutuyor. Özellikle kronik hastalıklarda devletlerin verdiği ilaçlar büyük yekûna karşılık geliyor. Tabi her devlet ilaç ücretlerini ödemiyor. Konu aslında bundan daha başka bir yerde. İlaç kutularının rengarenk olmasının nedenini sorguluyorum. Neden siyah beyaz değil de renkli ilaç kutuları. Zaten maliyetli bir sektör bir de kutulara onca para harcanıyor. Renkli baskı, matbaa maliyeti derken gerekliliği hakkındaki soru işaretlerini arda arda sıralıyorum. İlaç kutuları cazip hale de getirilmemeli. Sıradan olmalı ama bir standarda da sahip olmalı. Yani logo nerede yer almalı, puntosu ne olmalı bunların hepsinin standart içinde kapitalist anlayıştan uzak düzenlenmeli. İlacı cazip bir tüketim unsuru olmaktan çıkarmalıyız. En azından yerli üretim olan ilaçlarımızda bunu yaparak başlayabiliriz.

Kültürel tahribat

Ülkemiz köklü bir tarihe, doğal güzelliklere ve zengin kültürel mirasa sahip bir ülkedir. Anadolu topraklarında yaşamış uygarlıklardan kalan birçok yapı, bilgi ve eser, günümüzde turizmin de kaynağını oluşturmaktadır. Peki biz bunun ne kadar farkındayız? Tarihi eserlere zarar vermek, genellikle bilinçsizlik, vandalizm veya kazara hasar olarak ortaya çıkabilir. Bu tür zararlar, tarihî yapıların fiziksel bütünlüğünü bozabilir ve onların gelecek kuşaklara aktarılmasını engelleyebilir. Tarihi eserlere zarar vermenin yaygın nedenleri ve sonuçlarına bakacak olursak, ilk sırayı bilinçsiz ziyaretçiler almaktadır. Bazı ziyaretçiler, tarihî eserleri ziyaret ederken bilinçsizce davranabilirler. Tarihi eserlerin üzerine sprey boyayla yazı yazıp, isimlerini kazıyıp, Ayasofya’nın kapısını yemeye çalışmaları gibi nice örnekler sıralanabilir. İkinci sırayı vandalizm almaktadır. Vandalizm: bilerek ve isteyerek, kişiye ya da kamuya ait bir mala, araca ya da ürüne zarar verme eylemidir. Bu kişilerin motivasyonu çeşitli olabilir; iz bırakma arzusundan, unutulma korkusundan, ideolojik nedenlerden, siyasi protestolardan veya basit vandalizm eğilimlerinden kaynaklanabilir. Örneğin Ayasofya’nın mermer korkulukları üzerinde yer alan Doğu Roma İmparatorluğu ordusundaki bir Viking askerinin bin yıl önce bıçağıyla mermerin üstüne kazıdığı “Halvdan buradaydı” cümlesi hem bu iz bırakma arzusunun hem de vandalizmin antik dünyadan günümüze bir yansımasıdır. Yakın zamanda restore edilerek açılan III. Ahmet Çeşmesi’nin üzerine sprey boyayla yazılan protesto yazısı, Kapadokya’daki kilisenin en önemli ikonasının üzerine adını yazan Mevlüt ya da aşklarını cümle aleme duyurmak isteyen aşıkların isimleri gibi. En büyük zararı bilinçsiz ziyaretçiler verse de tarihi eserlere zarar veren bir başka etken de hava koşullarıdır. Özellikle yağmur, rüzgâr, kar ve güneş gibi doğal etkenler, yapıların malzemelerine zarar verebilir ve zamanla bozulmalarına yol açabilir. “Taş kanseri” adı verilen bu olaydan zarar gören çok fazla eser vardır. Bunun yanında şehirlerin genişlemesi veya yeniden yapılanması, tarihî yapıların zarar görmelerine neden olabilir. Bundan en çok zarar gören eserler çeşmelerdir. Çeşmeler ya yerinden sökülüp başka yere taşınmakta ya da tamamen ortadan kaldırılmaktadır. Kültürel tahribatın bir başka önemli sebebi ise ilgisizlik ve ihmaldir. Tarihî eserlere yeterli bakımın yapılmaması veya koruma önlemlerinin yetersiz olması, yapıların zamanla zarar görmesine neden olabilir. Bakımsızlık, yapıların çürümesine, çatlamasına veya yok olmasına yol açabilir. Kurumların bu konuda üzerlerine düşen görevi yapmaları gerekmektedir. Özellikle yanlış yapılan restorasyonlar da yapılara büyük zarar vermektedir. Sünger Bob’a benzeyen Şile Kalesi, pimapen takılan Ağrı İshak Paşa Sarayı, Konya’daki Kılıçarslan Köşkü gibi örnekler de bu durumun sonuçları açıkça görülmektedir. İsimlerini teker teker sayamayacağım kadar yapı da bilinçsiz restorasyon sonucu değerlerini kaybetmektedir. Sonuç olarak, tarihî eserlerin kültürel tahribata maruz kalması, sadece maddi bir zarar değil, aynı zamanda toplumumuzun kültürel kimliğine ve mirasına yapılan bir saldırıdır. Bu nedenle, tarihî eserlere sahip çıkmak ve onları korumak, hepimizin ortak sorumluluğudur. Gelecek nesillere bırakacağımız en değerli miraslardan biri olan tarihî eserler, korunmayı hak ediyor ve bizim desteğimizi bekliyor.