Haçlı değişmedi, değişmez. Tarih boyunca çeşitli kılıklara giren bu şeytanın çocukları bugün de Siyonizm adıyla ortadadır.

Osmanlı’nın son dönemlerinde İttihat Terakkinin mensuplarını kafakola alarak güya aydınlanmacı hareketi Türk topraklarına getireceklerine inandıran bu haçlı-siyon takımı ile bizim münevverlerimiz büyük bir gafletin içine düşmüşlerdir. Kuşkusuz Cumhuriyet kurulduktan sonra da haçlının en büyük emeli Türkiye’yi parçalamak ve bölmek olmuştur. Milli duruşu ile Toprak Ana ismine layık görülen ve kalemi ile şuursuzluğu vatana ihanetle eş tutan Samiha Ayverdi, 1969 yılındaki bir konferansta turizm safsatasıyla bilhassa İzmir, Efes, Selçuk gibi illerimizde nasıl bir oyun oynandığını anlatmıştır. Kendi inanmadıkları hikâyeye bizi inandırarak Selçuk ilçesinde Hz. Meryem’in metfun olduğuna dair uydurdukları mitolojye kanmamızı kolaylıkla gerçekleştirmişlerdir. O yıllarda turizm kılıfıyla uydurulmuş ve bu vesile ile de Hristiyan dünyadan maddi yardımlar alınmış kilise ihya edilmiş ve ayinler düzenlenmiş. Tüm bunlar yapılırken adı Türk olan güya bizim yerel yöneticiler de bu işin piyonu olmuşlardır. Aslında bu bir uç örnek gibi görülse de Samiha Ayverdi’nin dediğini anlamakta güçlük çekenler için şunu açıklamak isteriz. Daha düne kadar bir türbemize dahi sahip çıkamazken Balkanlardaki bütün Osmanlı eserlerini ahır, meyhane yapan Avrupa zihniyetinin yanında biz neden batının uydurduğu hikayelerde onların inşa ettiği birtakım tapınakların figüranı olmuşuz? Sadece Balkanlardaki tarihi yapıtlar mı? Öyle olmadığını biliyoruz.

Filistin meselesi

Ayverdi şunun altını kalın çizgilerle çizmektedir; İsrailoğulları, 2.Abdülhamit devrinde Filistin üzerinde birleştikleri emel ve isteklerini özellikle Türk aydınını kendine kazanmakla, padişahın Filistin’i korumakla etrafına çevirdiği çemberi kendi lehine açarak aslında bugün Filistin’de yaşadıklarımıza sebep olmuşlardır.  Bunu da kendilerini padişahın karşısında ilerici olarak görmekle övünen birtakım zihniyetler yapmıştır. Meşrutiyet dönemini incelediğimizde Osmanlı aydınının içinde Siyonizm yer etmeye başlamış ve kabul görmüş bir hareket olduğunu anlıyoruz. Siyonizm için bir parantez daha açarak buraya şunu yazmak zorundayım. Siyonizm ideolojisi, modern görünüşlü ve milliyetçi yapısı ile Yahudi halkının diğer halklarla bir arada yaşamasının mümkün olmayacağını savunur. Ayverdi bu noktada şunu söylemektedir: “Yahudi’nin eline ve emrine giren basiretsiz Türk münevveri, düşmanla birleşerek, ileriyi gören ve düşmanlara göz açtırmayan padişaha karşı direnmeyi, gerçekten bir vatanseverlik zannetmek gafletine düştü”.

Meşrutiyet döneminde Siyonizm

2. Abdülhamit döneminde Siyonizm tartışmaları çeşitli gazetelerde yer almıştır. Karşı çıkanlar olduğu kadar mesela İttihatçı çevreden Rıza Tevfik Siyonist olduğunu açıkça söylemiş ancak müstakil bir Yahudi devletinin kurulmasına sıcak bakmamış. İttihatçılar bir döneme kadar Siyonizm’e sıcak baksalar da daha sonra kendi içlerinde de ikiye bölünmüşlerdir.

Uyanık ol!

Haçlı dün de vardı ve bugüne gelene kadar değişik kılıklar giyerek nesilleri etkilemeye devam etmiştir. 80’ler öncesinde Stalinci ve Maocu sonrasında Kapitalist, şimdide bencilik ideolojisi ile karşı karşıyayız.

Sonuç itibariyle bugün modern zamanlar ile artık meydan savaşlarının ağırlığı yok olma noktasına gelmiştir ve onun yerine “medeniyet, ideoloji ve imanlar” savaşmaktadır. O yüzden de bugün Türk milleti bir an önce titreyip kendine gelmelidir.

Büyük bir kaosun içinde debelenen milletimizin bir kesimini ne olduğu belirsiz bir takım gazeteci ve ünlü kılıklılar ve hatta köşe başlarını tutmuş olan (TTB gibi) akıllara zarar Türk görünümlü çakallar ve onların bir sürü kuklaları, medya vasıtasıyla zehir saçmaktadırlar. Türk milletini zavallı göstermek, acizlik içinde olduğuna inandırmak suretiyle başka milletlere hayranlık uyandırarak kendinden soğumasına yol açan bu mihrakların kimin uşağı olduğunu biliyoruz. Türk milleti içindeki onlarca etnik, dini, mezhep farklılıkları ile büyük bir medeniyet tasavvurudur. Kızılelma işte bu tasavvurun içinde saklıdır vesselam.

Artı

Bir yudum su

Üsküdar meydanından hızla yürüyorum. Bir kız çocuğu yaklaşık 6 yaşlarında elinde pet şişesi vardı. Bir anda durakladı ve bir yavru kedinin yanına doğru koştu. Annesi nereye filan diyemeden çocuk eğilip kediyle konuşmaya başladı. Sonra elindeki pet şişeden bir miktar suyu kapağa döküp kediye içirmeye çalıştı. Hızla bir yerden bir yere giderken aniden bu manzara adımlarımı yavaşlattı. İyilik çok güzel bir şey insanı tekrar hayata çekiyor.

Eksi

Adalet ve Medya

Geçen hafta Adalet Bakanlığı tarafından düzenlenen Adalet ve Medya isimli panelde medyadan bilindik simalar vardı. Adalet bakanının başından sonuna kadar takip ettiği panelde iki eksiyi burada belirtmeliyim. Birincisi böylesine önemli bir konu başlığı altında konuşanların hepsinin erkek olmasını adalet ilkesine oturtamadım. Bir diğer husus da bir tane medya-iletişim akademisyeninin olmamasıydı. Aslında bunu birinci sıraya bile alabilirim. Her işimiz alelacele yapılıyor olması işin yararlık ilkesini alt üst etmektedir.

Mehmet Akyıl

Ustaya veda

Bu satırları bu kadar erken yazacağım hatta bu satırları yazacağımı hiç düşünmemişim. Hemen konuya gireceğim yoksa çok zor olacak. 35 yıllık ustamı, beni gazeteciliğe, medyaya hazırlayan, beni keşfeden, bana beni inandıran ustamı sırladık. Yaklaşık 9 senedir Buluşma Noktası sayfamızda çizgileriyle bize güç veren ustamız Mehmet Akyıl’ı ebediyete uğurladık. Nevi şahsına münhasır kişiliği ile bir döneme damgasını vurdu. Asla inancını yitirmedi. Asla moralini bozmadı. Eşinin de ifadesiyle bugün yeniden sıfırdan her şeye inançla başlayabilecek kadar inanan ve başkalarını da inandırabilen biriydi. Sürekli etrafına özellikle de gençlere moral verip, yüreklendiren, cesaret veren bir gücü vardı. Pes etmemeyi, sıfırdan ayağa kalkabilmeyi hep öğütlediği şeylerdi. İnancı, azmi ve bunları karşı tarafa geçirmeyi çok iyi başaran biriydi. Bunun için özel çabası yoktu zaten kendi doğalı buydu. Bu nedenle çok iyi bir moral hocasıydı. Garibin, mazlumun, yolda kalmışın yanındaydı. Hak ve hukuk konularında keskin çizgisini hiç aşmadı. Hayat doluydu ve ölümün son olmadığını sürekli söylerdi. Hatta ölümle dalga geçer gibi yaşadı diyebilirim. Bugün mesleğimi her şeye rağmen inançla yapabiliyorsam tartışmasız ustama aittir. 18 yaşında başlayan tanışıklığımızda onlarca üniversite yüzlerce kitap okumuş kadar donanımlı, sağlam ve iradeli bir duruş kazandıysam bütünüyle ustama aittir. Dünya yolculuğunu tamamladı misyonunu gerçekleştirdi. Aynı inanç ve azimle aynı kararlılıkla devraldığımız görevi devam ettireceğiz. Ne yazsam ne anlatsam kesinlikle yeterli olmayacaktır. Rabbim rahmetiyle muamele etsin. Ustam ve hocam.