AK Parti, adını aldığı "adâlet" ve "kalkınma" kavramlarından ikincisinde, kıskançlık yaratan bir başarı ve icraat örneği sergilerken, "adâlet" kavramı yumuşak karın olarak duruyor ve darbe alıyor.
Sıradan bir vatandaş olağanüstü bir dikkat sarf etmeden rahatça görebilir ki, “mülkün temeli” olan adâlet kavramının içi boşaltılmak isteniyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin hukuk sistemi halkın nazarında futbol yorumculuğu seviyesinde eleştirilecek hâle getirilmeye çalışılıyor.
AK Parti, adını aldığı “adâlet” ve “kalkınma” kavramlarından ikincisinde, kıskançlık yaratan bir başarı ve icraat örneği sergilerken, “adâlet” kavramı yumuşak karın olarak duruyor ve darbe alıyor. Aslında bu AK Parti’den ziyâde devlete kurulan bir darbe tuzağıdır. Daha önceki darbeler ve darbe girişimleri gibi tankları sokağa çıkartmanın, üniversitelerde olay çıkarmanın veya ağaçları bahâne ederek milleti sokağa dökmenin artık modası ve geçti ve işe yaramadığını anladılar. Güncelledikleri darbe yöntemleri artık yavaş çekim (slow-motion) olarak işliyor. Buradaki amaç, refleksleri uyuşturmak ve halkın tepkisini darbecilere değil, devlete yöneltmektir.
Adliye değil, sosyal medya
Ekran müftülerinin ve medya vâizlerinin dini itibarsızlaştırması gibi, şimdi de “Adâleti sosyal medyada tecelli ediyor” havası oluşturuluyor. İfâdesi alınıp serbest bırakılanlar, kelepçeli girip elini kolunu sallaya sallaya çıkanlar, dün hapishâne ranzalarında poz verip bugün konser posterleri asılanlar ya da dizilerde oynayanlar halkın gözünde adâleti itibarsızlaştırmak isteyenlere değirmenine su taşıyor. İnsanlar artık polisi aramak veya adliyeye başvurmak yerine, sosyal medyada paylaşım yaparak çâre arar hâle geldi. Konuyu birkaç örnekle açıklayayım:
Halil Sezai
“Sanatçı icâzeti”ni Gezi Parkı ayaklanmasına destek vererek alanların arasında yer alan Halil Sezai isimli şarkıcı, altmış yedi yaşındaki komşusuna saldırdığı ve küfrettiği görüntüler sosyal medyaya düşünce hemen bir “hayvanlık özrü” dileyen paylaşım yaptı. Savcılığa verdiği ilk ifâdeden sonra serbest bırakıldı. Ama “kendi mahallesi” bile sosyal medya üzerinden tepki gösterince, savcılık bu defa tutuklama karârı aldı. Yâni sosyal medya hukukun ve yargı erkenin üstüne çıktı. Savcılığın iki karârından biri kesinlikle yanlıştır. Ama esas yanlışlık, “bağımsız yargı”nın sosyal medyadan yönlendirilmesidir.
Halil Sezai olayıyla sosyal medya, “Yeniçeri Ocağı”na dönmüştür. Artık sosyal medyada haklı-haksız kimin sesi daha çok çıkarsa, istediği kelleyi alacaktır. Yargı’nın Halil Sezai için ilk ifâde sonrası alması gereken karârın sosyal medyadaki tepkiler sonrası alması, hukuku ve adâlet sisteminin itibarsızlaştırılması oyununun bir perdesidir.
Didim Belediye Başkanı
HDP’den istifa eden tecâvüzcü gibi milletvekilliği dokunulmazlığı olmadığı için adliyeye çağrılıp ifâdesi alınan Didim Belediye Başkanı serbest bırakıldı. Mağdurenin sunduğu her türlü delile rağmen verilen bu serbestlik karârının ardından artık hangi kadın hakkını aramak için Yargı’ya müracaat eder? Mâsumiyet karinesini kendine siper edenlere karşı hukuk sistemimizin eli kolu daha da bağlanmakta ve duyulan güven azaltılmaktadır. Kamuoyunda yaratılan duygu, “yapanın yanına kâr kalması”dır. Herhâlde tecâvüzün suç olması için toplu hâlde yapılıp “organize suç örgütü” kapsamına girmesi şartı aranacak. Suçunu inkâr etmeyip “biz o konuyu eşim ile aramızda hallettik” diyen birinin arkasındaki “sessizleşen sosyal medya” gücü, mağdurun sesinin duyulmasını engellemiştir.
Müge Anlı
Hangi olayı aydınlatırsa aydınlatsın, hangi haksızlığı ortaya çıkarırsa çıkarsın, hangi katili veya tecâvüzcüyü itiraf ettirirse ettirsin, sonuçta bir televizyon programında tecelli eden adâlet, kısa vâdede kamuoyunu rahatlatsa da, orta vâdede Yargı’ya, adâlet sistemine ve devlete olan güveni yıpratmaktadır. Adâlet, bir devletin özelleştirilemeyen dört hizmetinden biridir. İnsanların adâleti mahkeme salonlarında değil de, televizyon programlarında aradığı ülkede, “Adalet Sarayları” ironik mekânlar hâline gelir. Eskiden Superman, Ironmen gibi halk kahramanları artık adâlet dağıtan televizyon programlarından çıkmakta ve sosyal medyada yayılmaktadır.
Baro Yasası
Her ilde tek baro açılmasını ve dolayısıyla “baro tahakkümü” sağlayan kanunun değiştirilmesi için koparılan yaygaradan sonra, iki bin imzânın bulunamaması sebebiyle İstanbul’da ikinci baronun açılmaması, Selman Öğüt’ün dillendirdiği gibi ayıptır. Fatih Altaylı gibi tescilli bir “başörtüsü düşmanı”nın bu ülke hakkında ümitlerini yitirmemesine(!) sebep olan bu ayıp, hukuk çevrelerindeki güç dengelerini ve iktidar mücâdelesini gözler önüne sermektedir.
Devletin savcısını şehit etmekte kullanılan silahı adliyeye sokmak gibi bir suç işleyip açlık grevi süsüyle ölenlerin kahraman ilan edilmesinin üstü, baro binasına asılan pankartın indirilmesiyle örtülemez.
Volkan Bayar
2018 yılında Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi’nde (ESOGÜ) üçü akademisyen dört kişiyi katleden Volkan Bayar”ın “âdi cinâyet” suçu gibi gösterilip müebbet hapis cezasına çarptırılması ise en derin garabetlerden biridir. Sosyal medyaya yansıma gücü bulamadığı için bu garabet pek duyulmadı. Fuat Uğur’un Türkiye gazetesindeki köşesinde 17 Eylül 2020 tarihli “Bir FETÖ cinayeti sessizce, tereyağından kıl çeker gibi kapatıldı” başlıklı yazısında ana hatlarıyla anlattığı katliam yenilir yutulur cinsten bir hukuk skandalı değildir.
Bırakın dört kişiyi kasten ve profesyonelce (şarjör değiştirerek, baş ve kalbe nişan alarak, vb.) öldürmeyi, devletten aldığı ama ödemediği yurtdışı doktora bursları bile hapis yatması için yeterli olan Volkan Bayar, âdi bir kâtil yaftası verilerek dosya kapatılmak istenmektedir.
Dinlenmesi talep edilen şâhitlerin mahkemeye bile çağrılmaması, azmettirici olduğu yönünde iddia ve delillerin olduğu eski eş Aylin Yağan’ın beraat edip üniversitedeki görevine devam etmesi, davayı yakından tâkip eden akademik çevreleri rahatsız ve huzursuz etmektedir. Ama bu huzursuzluk sosyal medyanın sessizleşen ve sessizleştiren tarafında görmezden gelinmektedir.
Olayda FETÖ’nün parmağı değil, iki eli olduğu şüphesinin asılsız bir iddia gibi ele alınması, Yargı’da FETÖ temizliğine daha ağırlık verilmesi gerektiği düşüncesini desteklemektedir.
Devleti hukuk ile vurmak
Kamuoyu her şeyi unutabilir. He türlü yanlışı affedebilir. Her türlü ihmâli hoş görebilir. Ama hukûkun tersine işleyip bir silah olarak kullanılmasını unutmaz ve affetmez. Yassıada’daki “mahkeme tiyatrosu”nun hesâbının seneler sonra sorulması da göstermektedir ki, halkın hukuk konusunda çok derin ve geniş bir hâfızası vardır. Yukarıdakilere benzer münferit olayların çoğalmasının doğuracağı tehdit, devletin bekasını hedef almaktadır. Devletin bekasını açıktan tehdit eden FETÖ’nün hâlâ etkin ve etkili olduğuna dâir yaratılmak istenen hava, kamuoyunda AK Parti özelinde ve fakat devlet genelinde bir güvensizlik inşa plânıdır. Bu hava, “devran dönecek” beklentisi içinde olanlara moral vermektedir.
15 Temmuz hâin darbe girişimi nasıl daha önceki darbelere benzemediyse, hukuk sistemi üzerinden yavaş yavaş kurulan tuzak, devleti Oğuz Uykusu’na dalmasını isteyenlerin yeni darbe yöntemidir. Devletin büyük işlerden sonra dalması muhtemel uyku, iç siyâsette beka sorunu açısından dikkatlerden kaçmaması gereken bir tehlikedir.