Fransız Devrimi’nin (1789) önemli isimlerinden Destutt de Tracy’nin itibârını kaybetmiş olan Felsefe’nin yerine ortaya attığı bilinen “ideoloji” kavramı da kısa zamanda “taraflı düşünme” anlamı kazanarak Felsefe’nin âkibetine uğramış ve itibar kaybetmiştir. Oysa Tracy, bu kavramı “düşünme bilimi” (idea+logy) olarak kullanmıştı ama “ideoloji” kelimesi ölü doğmuş bir kelime olmuştur.
Aydınlanma Çağı’nın bu fâre doğuran dağına o kadar itici anlamlar yüklenmiştir ki, Fransa’yı cumhuriyetten imparatorluğa çeviren Napolyon “ideologlarla hiçbir şey yapılamaz” demiştir (Althusser, 2010:75). Dahası belki de Avrupa târihinin en etkili düşünce sistemi olan Marksizm’in isim babası Karl Marx bile kendi düşüncelerinin yanlış yorumlanması sebebiyle “Ben Marksist değilim” demek zorunda kalmıştır.
Deli gömleği
Cumhuriyet târihimizin en önemli düşünce adamlarının başında gelen Cemil Meriç, ideolojiler için “insan aklına giydirilen deli gömlekleridir” diyerek ideolojinin bir düşünce sistemi olmasının tam aksine insanı düşünemez hâle getiren sistemler olduğu teşhisini yapmıştır.
Farklı kaynaklardan beslenmeyi ve farklı bakış açılarına sâhip ve açık olmayı gerektiren düşünme filli, ideolojiler sebebiyle at gözlüğü hâline gelmiştir. Menfi anlama sâhip olan “ideolojik bakmak” ifâdesi hangi ideolojiye sâhip olursa olsun o kişinin bir konuya tek taraflı baktığı ve diğer bakış açılarını reddettiği anlamına gelir. Her ne ön isme sâhip olursa olsun bir ideoloji bir insanı bir fikrin “sâhibi” değil “esiri” yapar. İdeolojik bakış, sâbit fikirli olmak, âmiyâne tâbirle “körün bellediği gibi bellemek” veya “bildiğini okumak” demektir.
-İzmler, -cılıklar, - cülükler
Sonuna -izm, -cılık, -cilik, - cülük gibi ekler getirilerek bir ideolojiye isim yapılan kelimeler kadar anlam kaymasına uğratılan kelime yoktur. Mesela insan sevgisini bir düşünce sistemi ve hayat görüşü hâline getirdiği iddia edilen “Hümanizm” kelimesini dillerinden düşürmeyenlerin yapılan katliam ve soykırımlara sessiz kaldığını görüyoruz. Çevrecilik maskesi takıp binlerce hayvan ve bitkinin soyunu tüketen ve tabiatın dengesini bozanlar da başka bir örnektir. Türkçülük yapanların birçoğu Türk değildir. Kendi Müslümanlığıyla değil başkalarının Müslümanlığıyla ilgilenenler İslâmcı geçinirler.
İdeologlar, işin “yapmak” değil “konuşmak” tarafında olanlardır. Napolyon muhtemelen bu yüzden yukarıdaki yüzü söylemiştir. Bekâra nikâh atmak kolaydır, sözü gibi bu ideolojinin yörüngesine girip sâdece konuşan kişi (demagog) için her şeyin çözümü o ideolojidedir. Diğer düşünceler saçma, safsata, bağnazlık, yobazlık, câhillik, ilkel hatta “bilim” karşıtıdır.
Konfor alanı
İdeolojiler insanlara çok câzip konfor alanları sunar. İnsanları sıcak bir köşe bulmuş kediden farksız hâle getirirler. Ayrıca “düşünüyormuş gibi yapma” rolü oynama imkânı da verir. Pratikte test etme gereği duyulmadan çoğu masa başında “idealist” fikirlerin kâğıda dökülmüş hâlidir. Bir konuda kusursuz, ideal şeyler düşünmek kötü değildir ama İdealizm’in kurucusu kabûl edilen Eflatun’un yaptığı gibi işin Gerçekçi (Realist) tarafı da vardır. Tıpkı bir dilin gramerinin o dilin mükemmel hâlini ortaya koyan kurallardan oluşması ama günlük hayatta o kurallara uymayan birçok uygulama örneği olması gibi. Bir dili gramer kurallarına uyarak kusursuz şekilde konuşmaya çalışırsak ya konuşamayız ya da konuşmamız çok tiyatral olur. Türkiye’de İngilizce öğrenilememesinin sebebi, konuşurken ezberlenen gramer kurallarını düşünerek konuşmaya çalışmaktır. İngiltere’deki İngilizler bile İngilizce’nin gramer kurallarına yüzde yüz uyarak konuşmaz.
İdeolojilerin sağladığı konfor alanı, insanı düşünce tembeli ve yoksunu ama aynı zamanda demagoji ustası yapar. Çok laf vardır ama düşünce ve iş yoktur. Çoğu zaman bir uygulamanın arka plânında kaçınılmaz olarak olması gereken teorik yapı ile ideoloji karıştırılır. Teorik yapı uygulamaya yol açıp destek sağlarken, ideoloji ayak bağı olur. “Mükemmellik peşinde koşmak, iş yapmanın en büyük engelidir” sözü, bu yüzden söylenmiştir.
Devlet ideolojisi
İdeolojinin en tehlikelisi bir devlet tarafından “resmî ideoloji” hâline getirilenidir. Resmî ideoloji, başka ideolojileri yok saymanın ötesinde, devlet imkânlarını kullanarak onları baskı altına alıp yok etme amacı taşır. O ideoloji, devletin vatandaşlarına neyi nasıl düşüneceklerini devletin yasal baskı unsurlarını kullanarak emreder. Louis Althusser bunu “devletin ideolojik aygıtları” terimiyle formüle etmiştir. Bunun bir örneği, eski Sovyet Sosyolojik Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) “Marksizm ve Leninizm” olarak karşımıza çıkar ve onca baskı ve soykırıma rağmen 1917’den 1989’a kadar yaşayabilmiştir. Günümüzde İran’daki Şiacılık başka bir örnektir.
Oysa Namık Kemâl’in “Barika-i hakikat müsâdeme-i efkârdan doğar” yâni “Hakikat güneşi fikirlerin çarpışmasından doğar” sözüyle vurguladığı gibi, hiçbir ideoloji tek başına hakikate ve doğruya götürmez. Bu, İslamcılık adıyla ideoloji hâline getirilen İslâm için de geçerlidir ki, İslâm’a yapılan en büyük kötülüktür.
Bir ideolojiye saplananlar bir fikrin sâhibi olduklarını zannederler ama aslında o fikrin sâhibi değil, o fikrin kölesi olduklarını idrak edemezler. Bu, bir kuklanın hareketlerini kendi yaptığını zannetmesi gibidir.
İdeoloji endüstrisi
Theodor Adorno’nun literatüre kazandırdığı “kültür endüstrisi” kavramından ilhamla diyebiliriz ki aslında adları ne olursa olsun bütün ideolojiler “ideoloji endüstrisi”nin ürünüdür. Kültür endüstrisi, tek bir merkezde üretilen, aslında aynı ama dışarıdan farklı gösterilen ürünlerin tüketilmesi düşüncesinin ifâdesidir. Benzer şekilde, tüm ideolojiler tek bir merkezde üretilmişçesine, fikirlerin insanlar tarafından tüketilmesi için sunulur. Herhangi fikre tâbi olup onu tâkip etmezseniz, yâni tüketmezseniz dışlanırsınız. Oysa fikirler koyunların çobanı tâkip etmesi için tâkip edilerek tüketilmek için değil, eleştirilip geliştirmek için vardır.
Farklı ideolojiler aslında aynı ürünün üstüne farklı isimlerin yazıldığı farklı renkteki farklı ambalajlarda sunulmasından başka bir şey değildir. Hepsi insan aklını körelten, kısırlaştıran, şahsiyetini yok edip ona sloganlardan, aforizmalardan oluşan bir kimlik verip dolap beygiri hâline getirmekten başka işlevi olmayan ütopik yapılardır. Bu yüzden nasıl ki “bencil” olmak bir insanı toplumdan koparıp yalnızlaştırıyorsa, “…-cı” veya “…-ist” olmak da bir insanı kendisi olmaktan koparıp biricik olma vasfını yok eder. Sonrasında insan ya kendini bulmak için yıllarını harcar ya da ideolojiden ideolojiye dolaşıp durur. Her yeni ideolojide “buldum” zanneder ama “kültür endüstrisi”nin verdiği anlık tatmin ama hemen sonra daha fazla açlık gibi bir çıkmaz içinde debelenir.