Ciddiyet deyince genellikle somurtmak, gülmemek, surat asmak akla gelir.

 “Ciddi konu” konuşmak” deyince konuşurken hiç gülmemek, gergin olmak, asabî davranmak hatta çocukların yanında konuşmamak anlaşılır. Ciddiyet ve ciddi konuşmak sanki her zaman değil de, özel durumlarda, ara sıra yapılan bir şeymiş gibi düşünülür. Satır arasında bir olumsuz anlamı da vardır. “Ciddi ilişki” sözü de bir kadın ve erkek arasındaki yakınlığın evlilik düşünülerek yaşandığını ifâde eder.

Oysa ciddiyetin bir anahtar kelime olmasını sağlayan özellikler hiç de olumsuzluk taşımaz. “Ciddi” ve “ciddiyet” kelimeleriyle aynı etimolojik kökten gelen şu kelimeler konuya açıklık getirmektedir: Cadde, cedid (yeni), müceddid (yenilik yapan) ve ecdad. Ciddiyet kelimesinin cadde, cedid ve müceddid ile aynı kökten gelmesi, bu kelimeyi tam bir anahtar kelime yapıyor.

Önce kelimenin kök anlamına bakalım. “Ciddi”, Arapça kökenli ve “cdd” kökünden gelen bir kelimedir. “Kesmek”, “yenilemek”, “kesip biçim vermek”, “keskinlik” “canlılık” ve “gayret ve gayretli olmak” anlamlarına gelir. Terzilerin kumaşı ölçüsüne göre kesmesi anlamında kullanılmaktadır.

Cadde

“Cadde” kelimesiyle başlayalım. Cadde, dar ara sokaklar ve sokakların bağlandığı ve sokaklara kıyasla daha geniş ve düz yolu ifâde eder. Caddeler, mahalleri kesip ayıran bir şehir plânlama ögeleridir. Bâzı caddeler cetvelle çizilmişçesine düzdür. Caddeler, ara sokaklara nazaran daha plânlı ve düzenlidir. Otobüs duraklarının, park yerlerinin, yaya geçitlerinin, trafik ışıklarının, kavşakların yeri bellidir. Ayrıca caddeler, sokağı diğer sokaklara, mahalleyi diğer mahalleye, ilçeyi diğer ilçeye bağlar. Farklı yerleşim yerleri arasında ulaşım ve iletişim sağlar ve canlılık getirir. Caddelerdeki sosyal hayat, ara sokaklara göre daha canlıdır ve daha geç saatlere kadar sürer. Sokakların değil ama caddelerin tenha olması dikkat çeker. Yeni bir mağaza ara sokağa değil caddeye açılır.

Cedid ve müceddid

Caddenin bu özellikleri “cedid” kelimesiyle bağlantılıdır. Târihimizde “Nizâm-ı Cedid” olarak bildiğimiz Sultan II. Mahmud zamânında kurulan yeni orduya bu yüzden bu ad verilmiştir. “Müceddid” ise yenilik yapan, yenilik getiren kişidir. Müceddid, yeni bir soruna mevcut hükümlerle çözüm bulunamayınca ictihad yapmak için çaba ve gayret harcayan kişidir. Avrupa’da olsa çığır açan, mucit, devrimci denilen müceddid, yenilenmenin önünü açar. Ağacın meyve vermesini engelleyen fazla dallarını kesip budayan, ağaca yeni bir şekil ve form veren kişidir. Bunun için işini ciddi yapması, gayretli olması ve hangi dalı nasıl keseceğini bilmesi gerekir. Başladığı işi tâkip etmesi, yarıda bırakmaması esastır. Müceddid, bir terzi hassasiyetiyle hangi kumaşı, ne kadar kesmesi gerektiği, nasıl dikmesi gerektiği bilen kişidir. Ciddi bir konu konuşurken, konudan sapmamak için fikri tâkip gerektiği gibi ve terzinin müşterisinin bedenine göre dikmesi gibi, müceddid, belli bir topluma ve o toplum yaşadığı çağa uygun yeni hükümler ortaya koyar ve yeni çözümler sunar.

Müceddid, toplumun canlı kalmasını, taassuba düşmemesini, yobazlaşmamasını sağlar. Fazlalığı, canlılığını kaybetmiş olanı kesip atar. Yeni filizlenmelere imkân verir. Bu, tıpkı bir kişinin kendisinden sonraki neslinin ecdâdı olup soyunun canlılığını sağlamasına benzer.

Ciddiyetini kaybeden kişi, hem kişisel canlılığını kaybeder hem de soyunun devâmı gelmez. Toplumlar da ciddiyetlerini kaybettiklerinde yenilenme güçlerini, canlılıklarını kaybederler. Köhneleşir, taassuba düşerler. Yenilenme özelliğini kaybeden bireylerin yobazlaştığı toplum hem yeniliğe hem de o yeniliği getiren dış unsurlara kapanır. Bu, ister din kisvesi altında olsun, ister bilimsellik adına olsun fark etmez. Yabancıya düşman, yeniliğe tepkili olmak, ciddiyetsizliktir. Saatlerce konuşup akılda kalıcı hiçbir şey söylenmeyen ortamlar gibidir. Konudan konuya geçilir, espriler yapılır. Bu yüzden “Geyik muhabbeti” denir. Kompozisyon yapısı iyi plânlanmış, giriş, gelişme ve sonuç yerleri tespit edilmiş bir konuşmanın akılda kalmasının, dinleyenleri entelektüel olarak tatmin etmesinin sebebi, sınırlarının belli olması, terzi hassasiyetiyle konuşulması, konudan sapılmamasıdır. Böyle konuşmalar hem konuşanların hem de dinleyenlerin zihinlerinden yeni fikirler için ilham kıvılcımları çaktırır. Ciddi konuşulan bir konu, başka bir konuya ilham verir. Soyunu devam ettiren ecdad gibi, konu, yeni konulara, yeniliklere, yeni yorumlara, yeni cevaplara cadde olur.

Ciddiyet ve sanat

Sanat ciddiyet gerektirir. Yaratıcı olmak için yenilikçi olmak ve kendini tekrar etmemektir. Mimar Sinan, hiçbir eserinde kendini tekrarlamamıştır. Kendi tarzını ortaya koymuş ama her eserinde yeni bir şey denemiştir. Bu yüzden sâdece kendi çağında değil, günümüzde hâlâ yaşıyormuşçasına örnek alınan bir sanatkâr olmuştur. Mimar Sinan gibi olmak, onun eserlerinin kötü birer taklitlerini yapmak değil, o yaşasaydı bugünkü malzeme ve teknoloji ile nasıl eserler yapardı diye düşünmektir. Mevlânâ’yı anlamak onun sözlerini tekrar edip durmak değildir. “Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım cancağızım” demek bile yeni bir söz söylemek değil, Mevlânâ’yı tekrar etmektir. Mimar Sinan ve Mevlânâ gibi birçok örnek var. Ama biz onların yenilikçi çalışma ve düşünce tarzlarını değil, yaptıklarını kopyalıyoruz. Mimar Sinan, İslâm mimarisinin son zirve noktası değil, kendi zamânının zirvesidir. Bunu Orta Asya, Yunan, Anadolu, Selçuklu, Roma, Bizans eserlerini sentezleyerek yapmıştır. Yabancı dememiş, ötekileştirmemiş, dışlamamış; alacağını almıştır. Biz ise günümüzde mimarî anlamda “geyik muhabbeti” yapıp Mimar Sinan’ın kötü kopyacıları oluruz.

Bu taassup içinde mimarî yenilik yapmayı, kentsel dönüşüm zannediyoruz. Mutfak ve banyomuzu yenileyince güya yenilik yapmış oluyoruz. Cep telefonunun en yeni modelini kullanırsak yenilikçi olduğumuzu düşünüyoruz. Kıyâfetlerimiz yeni, arabalarımız yeni, saç modellerimiz yeni olunca yaratıcı bir yenilik yapmış olmuyoruz. Sâdece eskiyi yenisiyle değiştiriyoruz. En kötüsü ise herkes birilerini yeni birileriyle değiştiriyor. Yâni ciddi ilişkiler yaşanmıyor. Bu, bir toplumun ciddiyetini kaybetmesi ve artık canlı, kendini yenileyen bir toplum olmaması demektir.