"Yapıyor gibi" davranıp sorumlulukları altındaki işleri yapmadılar ama yapılan işleri ya görmezden geldiler ya da itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Merakla ve heyecanla beklenen bir genel seçimi daha atlattık. “Atlattık” diyorum, çünkü seçimin iki ana tarafından biri, bu seçimi kendileri adına bir değişim, daha doğrusu geriye dönüş, intikam, “temizlik” olarak görüyordu. “Buraya kadar” demek istiyorlardı. Her şartta karşısında oldukları iktidârı, “lütfen” kabul ettikleri demokratik yollarla devirmek istiyorlardı. Demokratik seçimlere girerken rakipleri olan iktidar tarafını “diktatör”, “faşist” olarak yaftalamaktan çekinmek bir yana, bu ifâdeleri bir slogan olarak ağızlarında sakız gibi çiğniyorlardı.
“Yapıyor gibi” davranıp sorumlulukları altındaki işleri yapmadılar ama yapılan işleri ya görmezden geldiler ya da itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. TOGG’un fabrikasının olmadığını, TCG Anadolu’nun “maket” olduğunu, İHA ve SİHAların A101’de satılan dronlar olduğunu, TeknoFest’in “panayır” olduğunu, Karadeniz doğalgazını Putin’in verdiği gaz olduğu, Hakkari’de çıkartılan petrol, Katar’dan getirilip kuyulara döküldüğünü söylediler ve bunları duymak isteyen seçmen kitlelerini buna inandırdılar. Bunları ve çok daha fazlasını “yok” dedikleri, “baskı altında” olduğunu iddia ettikleri onlarca gazetede, televizyon kanalında ve sosyal medya hesapların yaptılar.
İmzâsını çıkarma olarak arabalarına yapıştırdıkları, dövme olarak vücutlarına çizdirdikleri Atatürk’ün makamında oturup Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşacaklarını ve onu yıkmak istedikleri açık açık söyleyenlerle ittifak yaptılar, onları Meclis’e soktular, bakanlık vaad ettiler, yargıya müdahale edip affedecekleri milletin yüzüne söylediler. Bunları yaptılar ve yüzde 48 oy aldılar. “Başarılı” olmaları için gereken oran değildi ama onlar kendilerini “bir daha” başarılı gördüler.
15 Temmuz gecesi rakı bardağını kaldırıp “gidiyorsunuz” diye ifâde ettikleri nefret bir daha kursaklarında kaldı. Ama şimdi sessizliklerinin örtüsü altına girip “hiçbir şey olmamış gibi” yapıyorlar. Seçim sürecinin başlamasıyla birlikte başlattıkları saldırı ve tehditleri, 14 Mayıs-28 Mayıs arasında yoğunlaştırdılar. “Şeytânî bir adanmışlık” ile inanmışlardı, “bu sefer olacak” diye sayıklıyorlardı.
Düşmanları “insan”
Ama bunlardan daha önemli ve derin, bunların daha ötesinde bir sorunları var. Bu sorun, yeni ve son seçimin sorunu değil; insanlık târihinin sorunu. Bu sorun Hz. Âdem ile başlayan bir sorun.
Farklı fikirlerin varlığı kaçınılmazdır. Ama onlar Batı tezgâhlarında dikilen kıyâfetleri giymeyi gelişmişlik ve daha kötüsü “en üstün olma” zannettikleri için, “kargadan başka kuş” tanımıyorlar. Onlar gibi olmayanlara hayat hakkı, düşünme hakkı, ifâde hakkı, giyim kuşam hakkı, yeme içme hakkı, eğitim-öğretim hakkı tanımıyorlar. En kısa ifâde ile onlar, kendileri gibi olmayanı “insan” olarak görmüyorlar. Onlara göre onlar “üstün”, diğerleri ise “aciz”dir.
Sorun Hz. Âdem ile başlamıştı ama sorunu başlatan Âdem değil, kendini Âdem’den üstün göre şeytan idi. Şeytan, kendisini de yaratan Allah’ın “secde et” emrine uymadı. Kendisi hâricindeki tüm varlık âlemi bu emre uyarken şeytan, Âdem’i kendisinden aşağı görüp isyan etti.
Oysa Âdem, şeytana hiçbir şey yapmamıştı. “Secde et” emrinin anlamı, “saygı duy”, “varlığını kabul et” idi. Şeytan yapmadı. Hz. Âdem ise “Allah’ın emrine karşı geliyorsun, neden bana secde etmiyorsun” diye bir tavır da sergilemedi. Âdem kendini secde edilen varlık olarak üstün görmedi. Ama şeytan, Hz. Âdem’e secde etmeyerek insana, kendisinden farklı olana, kendisi gibi olmayana saygı duymama sorununu başlattı.
Bu sorun hâlâ devam ediyor. Toplumda ikili ilişkilerdeki ukala ve mütevâzı insanlar arasındaki gerilimden, ulusal siyaset seviyesinde kendini üstün zannedip demokrasiyi hazmedemeyenlerle, iktidarda olmasına rağmen karşı fikre müdahale etmeyenler arasındaki gerilimi kadar devam ediyor. Bunun küresel boyutu da var. Bu sorunu devam ettirme rolünü üstlenen Batı dünyâsı, şeytana uyup kendini “Beyaz olup üstün olma” yalanıyla kandırdığından beri, bu gerilimi bütün dünyâda yaşatıyor.
Batı, “kendisi gibi olmayan”a değil saygı duymak ve onun varlığını kabul etmek, onu görmeye bile tahammül edemiyor. Yapabiliyorsa devşirip değiştiriyor. Yapamazsa soykırımla, savaşla yok ediyor. Yok edemezse “diktatör” deyip itibarsızlaştırıyor, “şeytanlaştırma” iftiraları atıyor. Onun istediği gibi olanlara da saygı değil en fazla “hoşgörü” gösteriyor. Aslında bu, hoşgörü değil “hor görü”dür. Kapısına bağladığı köpekten daha farklı görmüyor. Yüzlerce yıl sömürdüğü Hindistan’daki milyonlarca insana şirin gözükmek için devşirdiği birini “başbakan” görüntüsünde ayak işlerini yaptırıyor. Kısacası “benim gibi olmazsan yok olursun, ama benim gibi olursan en fazla bana hizmetçi olursun” demek istiyor.
Mesele “iktidar” değil
Seçim sürecinde mevcut iktidârı hedef alıp kendileri “iktidar” olmak isteseler bile, onların derdi iktidârı ele geçirip muktedir olmak ve bu kudreti iş yapmak için kullanmak değildir. Kaybettiklerinde bile birbirlerine bu kadar acımasızca saldıranlar, kazansalardı bu nefretlerini “gideceksiniz”, “hesap vereceksiniz” diye tehdit ettikleri insanlara kusacaklardı.
Onların “hesap vereceksiniz” demesi, hukukun üstünlüğüne halel gelmeden yargılanacaksınız demek değildir. Onları “hesap vereceksiniz” demesi, Yassıada’da “sizi buraya tıkan kudret böyle istiyor” sözünde ifâde bulan “asılacaksınız” demektir.
Mesele icraat yapmak da değildir. Kendileri iki taşı üstü koymadıkları gibi, yapılanlara itibar etmezler, saygı duymazlar. Bunu açık açık TBMM’de canlı yayında söylemediler mi? “Dünyânın en iyi işini yapsanız bile beğenmeyeceğiz” demediler mi?
Onlar gibi olmayanın yaptıklarını takdir etmemek bir yana, onlar gibi olmayanlara insan olarak saygı duymayarak, insan suretinde olmalarına rağmen, şeytanın tavrını sergilediklerini ve insanlıktan uzaklaşıp şeytana yaklaştıklarını fark edemiyorlar. Şeytan da onların insânî zaaflarını kullanarak bu tavırlarının “çirkinliğini onlara güzel gösterip onları azdırıyor”.
Beceremiyorlar, beceremeyecekler
Ama uzun vâdede beceremiyorlar çünkü “usta” olarak biad ettikleri şeytandan bile bir şey öğrenemiyorlar. Şeytan her an yeni bir oyun, yeni bir tuzak kurarken, bunlar “kargadan başka kuş tanımadıkları” için hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç almak istiyorlar. Sonuçta, hamdolsun, dışarı çıkmak için cama çarpan sinekten farksız duruma düşüyorlar.
Onlar gibi olmadıkları için hakir gördükleri insanların varlığına saygı duymadıkları sürece beceremeyecekler. Seçim kampanyaları sürecinde heveslenecekler.
Onlar, insan sûretinde olsalar bile, şeytan gibi “insan”a muhalif oldukları sürece, her seçim akşamında, “Eûzu besmele” duyan şeytan gibi, nereye kaçacaklarını şaşıracaklar.