DOLAR SAYESİNDE

Görüyorum, görüyorsunuz. Mallar stoklanıyor. Dolar düşer düşmez almaya yeltenenler, ürünlerin gramajları düşürülüp zam yapan firmalar. Cep telefonu tarifesine 15 lira birden zam yapmak. Fırsatçılara gün doğdu. Her türlü hile hurda yapılıyor. Allah bizi içimizdekilerden dolayı sınıyormuş da dolar sayesinde anladık. Bir yandan felaket tellallığı yaparak insanlar üzerinde endişe bulutları gezdirenlere ne demeli? Sabretmek kulluğun şanındandır. Zira Allah sabredenlerle beraberdir vesselam.

OKUL BİNANIN ÖTESİDİR

Yeni eğitim dönemi yaklaşıyor. Zil çalmasına az bir zaman kaldı. Çocuklarda okul açılacak diye içinde tarifsiz bir heyecan olanlar var mıdır acaba? Vardır mutlaka ama yüzdeye baktığınızda bunun çok düşük olduğundan eminim. İple okulun açılmasını bekleyenler varsa da onların öğretmenlerini, okul idarecilerini ve anne babalarının alınlarından öpmek lazım. Maalesef çevremde böyle çocuklara henüz ben rastlamadım ne yazık ki. İlkokul çağlarında okulu seven çocuklar varsa da lise yıllarına gelindiğinde durumun değiştiğini görebiliyoruz. Yeni milli eğitim bakanını hepimiz konuşuyoruz, sözleri ve yapacakları bizleri heyecanlandırıyor. İnşallah engellerle karşılaşmaz ve kendisi kararlı olursa başarılı olacağına inanıyorum. Tabii bizler de medya olarak iyi işlerin her zaman yanındayız.

Okul binaları

Okul deyince bir bina ve çevresi duvarlarla örülmüş bir yer anlayabiliyoruz. Bendeniz yurtdışında ilkokulu bitirip İstanbul’a döndüğümüzde gideceğim okulu çok merak etmiş bundan dolayı da hep civardaki okul binalarına göz gezdirmiştim. Ama ne yalan söyleyeyim içimi hep bir sıkıntı basmıştı. Çünkü dikdörtgen bir bina, derme çatma pencereler, özensiz bahçeler beni endişelendirmiş ve içimde umutlarımı kırmıştı. O dönemlerde okulların nerdeyse hiçbirinde spor salonu dahi yoktu. Ve okul mimarisi denilen bir anlayıştan uzak içine küçük insanların tıkıldığı bir yer görünümündeydi. Sınıf mevcutları da çok fazlaydı. Bugün geldiğimiz nokta da sayılı örnekler haricinde hala okul mimarisinde ve hatta iç mimarisinde yol kat ettiğimiz söyleyemeyeceğim. Okul kapısından itibaren okullarımız bir çocuğun ruhuna hitap edecek şekilde planlanmalı. Yoksa bir sıfır eksik başlıyoruz.

Hayatın içinde

Sınıfların içinde eğitim olacak diye bir şey yok. Hatırlıyorum iki yıl önce kızımın birinci sınıfı okuduğu ilkokulun bir başka sınıf öğretmeni dikkatimi çekmişti. Kendisi daha ilk günlerden dışarıda çocuklarla birlikte ağaçlara sarılıp, kuşları takip edip genellikle hep bahçede hayatın içinde okulu sevdirmeye çalışan bir öğretmendi. Sınıfını da kuklalar, rengarenk grafon kağıtları ile süslemiş adeta bir tiyatro sahnesine dönüştürmüştü. Diğer öğretmenlerin o öğretmene bakışları yadırgayıcı ve biraz da sağlığından endişe edici bir tavırları vardı ne yazık ki. Oysa gerçek hayat dışarıdaydı. Hangimiz saatlerce dört duvarın içinde mutlu bir şekilde durabiliyoruz. Bu evimiz bile olsa bir süre sonra dışarı çıkmak istiyoruz. Demek istediğim sabahtan akşama kadar sınıfta olmak değildir eğitim. Gerektiğinde bir botanik bahçesinde eğitimin yapılabilmesi lazım. Özel okulları tercih edenler sırf bu görüntüden dolayı seçimi bu yönde yapıyorlar. Orta ve lise müfredatları da spor ve sanat ağırlıklı gitmeli. Öğrenci bilgiyi sevdiği bir etkinliğin içinde alabilmeli. Artık okul hayatı fabrika işçiliğinden çıkarılmalı.

Öğretmen

Öğretmen çocukları egosunu tatmin ettiği bir araç olarak görüyorsa bu işi yapmamalı. Öğretmen adayları seçilmeli. Yani işsiz kalmamak için öğretmenlik yapılmamalı. Sayın bakanın ifade ettiği gibi dördüncü kırılmayı yani zihin değişikliğini yaşadığımız bu dönemde öğretmenlerin seçimi ayrı bir operasyon konusu olmalı. Öğretmenlerimiz eleştirel düşünmeye, farklı fikirlere açık olmalı. Bu konuda da okulda eleştirel düşünme metotlarının uygulanması lazım. Öğretmenler ezberleri beyinlere depolayan bir araç olmamalı. Zihinleri açıcı bir devre görevini de görmeli öğretmen. Bu zaman alacak bir iştir. Ve ancak kendi özgün kodlarımıza dönüp içselleştirerek, geleceği de okuyarak bir sistem oluşturabiliriz.

Öğrenci

Her öğrenci farklıdır. Tüm öğrencileri aynı tornaya koyup şekil veremeyiz. Öğrencilerin farklı olanlarını sınıfın disiplinini bozuyor diye bakarsak okul okul olmaktan çıkar. Gerektiğinde öğrencinin ruhuna yaklaşacak mana derinliğinde öğrenciyi sakinleştirecek yöntemleri bilmeli öğretmen. O yüzden bilgiyi üzerine giyinmiş bir insan öğrenciye tesirli olur. O tesir bilginin tesiri değildir. Bilginin bittiği yerde kibir başlar ve Kaşgarlı Mahmut da bu konuda şöyle der;

Bilgiyi ve bilgeliği ara ve bunları öğren, asla öğrenme konusunda kibirli olma. Öğrenmeden bilgeliğe ve eğitime sahip olduğunu iddia eden, sınandığı zaman serseme dönecektir.

İşte bugün yaşadığımız bu sersemletici şey bilgiyi bilgeliğe döndüremediğimizdendir.

YANGIN YERİ

Meydan yangın yeri. Kaçışıyor insanlar; çoluk çocuk, kadın, yaşlı. Erkekler ateşe atıldılar Kerbela’dan beri öndeler, masumlara çelikten perdeler. İlk kurşunu onlar yerse kurtulur diye umutlandı meydanlar ta Kerbela’dan beri. Bugün İdlip yandı yanacak. Yüreklerde sıkıntı. İçimiz yangın yeri. Durmuyor bu zulüm, bu kan. Hüseyin aşkına, Hasan aşkına, Ali aşkına meydanlara döküldü canlar. Ah bir el olayım da kurtarayım diyenler, neredeler. İslam’ın kalesi gönül kâbesini mi yıktık da Allah’u Teâla imtihana koydu ümmeti Muhammedi. Yezidler kol geziyor. Meydanlarda gezenleri görüyoruz da, yüreklere gizlenen yezidleri kim görecek. Allah aşkına bitsin bu yangın. Gül bahçesine dönsün meydanlar, yeniden fidanları yeşertsin yağmurlar. Ne erkeklerde kaldı mecâl, ne insanlarda bir insaf. Eyvah ki eyvah! Ne zaman bitecek bu zulüm bu ah!.. Ey paramparça olmuş Ortadoğu halkları!.. Ey cetvel cetvel çizilmiş coğrafyanın değişmeyen kaderi, zengin petrol şeyhleri, arap devletleri, ve çölde çadırda yaşayan arap kabileleri!.. Nerede kutsal değerlerimiz, hani nerede inanç kardeşliğimiz, nerede vicdan sahiplerimiz ve nerede evrensel insanlık değerlerimiz!.. Biz birbirimize sarılacakken, içimizde yanan cehennem ve nerede içimizi yakan yüreklerimiz!..

MİNİ RÖPORTAJ:

Teslimiyet nedir?

Sizce insan neye teslim olmalı?

Özgürlüğü mü yoksa teslimiyeti mi tercih etmeli?

Kendinizi koşulsuz kime teslim edersiniz?

İnsanlık var olduğundan beri bu soruları kendine sormakta mıdır? Zamanla birlikte cevaplar değişse de teslim olmak derviş meşrep birine göre rahatlık, anarşist ruhlu birine göre de korkunç bir işkencedir. İkisi arasında gidip gelen bir denge kurmak gerekir. Ne tam anlamıyla rahatlık olmalı ne de korkulacak bir şey olmalı teslimiyet. İnsan ruhunu emanetine teslim edecek kadar sahibine bağlanmalı. Ama maddeye teslim olmayacak kadar da mücadeleci olmalı. Özgürlüğü tercih edenler de bir bakıma özgürlüğe teslim olmuyorlar mı? Bakalım gençlerimiz ne cevaplar vermişler:

Görkem Günay, Öğrenci:

• Ölümü bile bile sevgiye ait olmak.

• İnsan sevgiye, merhamete, koşulsuzluğa teslim olmalı. İnanmaya teslim olmalı.

• Özgürlüğe inanmadığım için teslimiyeti benimseyebilirim.

• Kendimi koşulsuz olarak kendime teslim ederim. Beni daha iyi tanıyacak birisini bulamadım.

Reyhan Aydın, Öğrenci:

Bence teslimiyet bir şeye kendini vermek sahiplenmektir

• İnsan ait olmak istediği her şeye teslim olmalı.

• Teslimiyeti çünkü bir şeyi kabullendiğimde karşı koyamadığımdan.

• Yaptığım hatalara rağmen bana yine de doğruyu yapma fırsatı veren Allah'a.

Vahit Asna, Öğrenci:

• Bana göre teslimiyet karşı koyamama kabullenme duygusudur

• Gönlümden geçenlere teslim olmak isterim.

• Nefsim özgürlüğü ister ama olması gereken teslimiyettir.

• Doğrumla yanlışımla beni kabul eden Rabbime.

Beyzanur Gölbaşı, Öğrenci:

• Bence teslimiyet insanın istemsizce de olsa kendine engel olamamasıdır.

• Bence insan aşka teslim olmalı.

• Ne çok özgür olmalı ne de çok teslim olabilmeli insan.

• Sevdiğim insana teslim etmek isterim ama ailem en başta gelir her zaman.

Ayşe Yoran, Öğrenci:

• Teslimiyet, karşı tarafa koşulsuz şartsız kendini bırakmaktır.

• Bence insan duygularına teslim olmalıdır.

• Özgürlüğü tercih ederim.

• İlk önce Allah'a ve sonrasında hak eden kişiye teslim ederim.

Züreyfa Üçbuçuk, Öğrenci:

• Teslimiyet körlüktür.

• Teslim olunması gereken bir şey yoktur. Böyle bir gereklilik yok. İstersen teslim olursun. İstemezsen olmazsın.

• Elbette ki özgürlük. Neden teslim olup sonu belli olmayan bir yola gireyim ki? Sonuçlarından memnun olmamak ihtimali varken.

• Kendimi koşulsuz teslim edemem. Koşullu da teslim edemem. Yani teslim olamam ben. Yok öyle bir edilgenlik.

DAĞ KEKİĞİ

Sanırım mayıs ayının başlarıydı bir davet üzerine ailecek gittiğimiz Sakarya Geyve’nin esen muhteşem rüzgârını içime çektiğim günlerdi. Davetli olarak kaldığımız evin sahibi İbrahim Hoca bizi Sakarya nehrini tepeden gören eskiden Rum ve Ermenilerin yaşadığı yemyeşil cennete çıkardı. Ben kendimi rüzgâra öylesine kaptırmıştım ki bir ara, işte öldüğümde böyle bir yerde uyanabilirim dediğimi hatırlıyorum. Hoca sevinçle bize taşların arasından beyaz mantarlar topladı bir de buram buram kokan dağ kekiği. Harika bir deneyimdi sevinçle eve döndükten sonra kekikleri ben bir gazete kağıdına sarıp, bir ara sapla kekikleri ayırırım diye bir kenara topladım. Aradan aylar geçti bir bilenin eline geçti benim güzelim dağ kekiklerim. Sapından ayırırken benden yaşça büyük ve bu işlerden anlayan biri olan hanım bana bunu yıkamadın mı bak toprağı üzerinde duruyor, dedi. Ay o anda yıkıldım. Cahillik işte dedim. Şehirliyiz ya çok biliyoruz ya!.. Hanım kevgirde kekikleri yoğura yoğura topraklarını dökebildiği kadar döktü ama içime sinmese de bir poşete koyup yanıma aldım. Kullanır mıyım bilemiyorum. Meğerse dağ kekikleri toplandıktan sonra önce bir yıkanıp topraktan ayırdıktan sonra gazete kağıdının üzerinde kurumaya bırakılırmış iyice kuruyunca da saptan ayrılır ve kullanıma hazır hale gelirmiş. Siz siz olun bilmediğinizi sorun.

KİTABA BAKIŞ

Türk-İslam kültüründe kitaba bakış bilgiye ve akla verilen değerden ötürü hep baş üstünde tutulmuştur. Kitabı mukaddes olarak adını zikrettiğimiz kitabımız Kuran-ı Kerim’i başta olmak üzere tüm kitapları hep belli bir seviyede taşırız. Hatta bir ara İstanbul Belediyesi’nin kitap şeklinde form verilmiş banklara bile tepki vermiştik halk olarak. Kitabın üzerine oturmayı bir saygısızlık ve değer bilmezlik bilen kültürümüz sıradan bir kitabı bile yere atmayı, hor görmeyi kabul etmez. Ancak fotoğrafta gördüğünüz yer Venedik’te su kenarında yer alan ünlü bir kütüphaneymiş. Instagramda onlarca fotoğraf kitaplardan yapılmış basamaklar üzerinde çekilmiş görüntülerle dolu. Bilginin beşiği olan batının kitaba biçtiği değeri görün!.. Ben oraya gitsem o kitaplara basamazdım. Aynı şekilde Suudi Arabistan’da dahi Mekke, Medine’de insanlar Kuran-ı Kerim’i başlarının altına koyarak yastık yapıyorlar. Yere koyarak öylece yanında uzananları da görmüş ve yadırgamıştır. Her kültürün eşyaya bakışı hakikatte bilinçaltında yatan düşünceyi de ortaya çıkarıyor. Fit olmak için kültür fizik çalışan kadınlar başlarının üzerine kitap veya mecmua koyarak salon içinde manken gibi yürüyüş yaptıklarını biliyorum. Ne ironik bir yaklaşım ama, bunun adına da kültür fizik demişlerdi. Bazen kitaplar ne yazık ki yakılır ve yasaklanır. Yakılacak kitaplar listesine alınır. Bence kitap sadece okunmak için hazırlanmalı ve okuyucuların istifadesine sunulmalıdır.