Çocuk ve oyun ile genç ve macera kelimelerini birbirinin yerine kullanabiliriz. Çocuk ile iletişim-etkileşim oluşturmak için ona oyuncak alırız veya onunla hemen bir oyun kurmak isteriz. Genç deyince de aklımıza macera, heyecan, sıra dışılık gelir. Bunun için, atalarımız gençlere "delikanlı" demiş.
Hareketli ve güler yüzlü şeyler (oyun, sohbet, gezi, sanat, eğlence, spor...) sadece iletişim ve etkileşim sağlamaz aynı zamanda sevgi ve saygı oluşturur. Zaten sürdürebilir iletişim ve etkileşim için ikisi şarttır; sevmek ve saymak.
İlkokul öğretmenimiz, Din Kültürü Dersinde, abdesti anlattıktan sonra “Hadi çocuklar, şimdi sınıftan çıkalım, okulun az ilerisindeki çaya gidelim, orada abdeste alalım.” demişti. Öyle yaptık. Müthiş bir şeydi. Ayakkabılarımızı çıkarıp suyun içinde oynadık, birbirimizle şakalaştık, hem de sınıfta öğrendiğimizi orada uyguladık. 1970’li yılların ikinci yarısı… Hiç unutmam çaydaki o abdest dersini. Bir köy ilkokulunda oldu bu. Öğretmenimiz de, Türk Eğitim Sisteminin en başarılı modellerinden olan Öğretmen Okulu mezunu bir köy öğretmeniydi.
Eğitimin İlk Adımı: Sevmek!
Köydeki öğretmenlerimizin sayesinde biz okulu çok sevmiştik. Okul bizim için oyun bahçesi gibiydi. Şimdi daha iyi anlıyorum, öğretmenlerimiz birçok konuyu bize oyun, eğlence, sohbet, yarışma, gezi, etkinlik esnasında öğretmişler.
Tatilden sıkılırdık biz o zaman. Okullar açılsa da arkadaşlarımızla buluşsak, birlikte oyun oynasak derdik. Güzel bir okul bahçemiz vardı. Bahçede onlarca meyve ağacı, çiçekler, sebzeler vardı. Onların bakımına yardımcı olurduk. Zamanı gelince meyvelerinden tadardık.
“Amma da abarttın” demeyin. Ben köydeki ilkokul eğitimimle, İstanbul’daki ortaokulu pek çalışmadan güle oynaya geçtim. Matematik ve Türkçe başta olmak üzere pek çok dersi sağlam almışız meğer. Onu da İstanbul’da ortaokulu okurken anladım.
Eğitim ancak oyun, eğlence, arkadaşlık, eğlence, sanat, etkinlik ile sevimli hale gelir ve etkisi artar. Eğitim ile oyunun (hareket-eylem) arasını ayırdığımızdan beri, dersler didaktik, öğretmen somurtkan, anne-baba buyurgan, ödevler sıkıcı, sınavlar yorucu oldu. İşte onun için “okul” kaçılması gereken mekâna, öğretmen uzak durulması gereken insana, dersler bir an önce bitirilmesi gereken seanslara dönüştü. “Okulu kırmak” deyimi boşuna çıkmadı.
Okullar Dersle Değil, Oyun ve Sanatla Başlasın!
İşini sevmeyenler için her hafta “Pazartesi sendromu” olduğu gibi, okulu sevmeyen öğrenci ve öğretmenler için de “Yine mi okul!” sendromu var. İşte ondan dolayı eylül ayında okular açılırken öğrenci ve öğretmenlerden bazıları daha ilk hafta “Bu eğitim döneminde hangi tatiller var?” diye soruyor ve dönem başında tatil günleri listeleniyor. Her tatil iple çekiliyor sonra.
Sözü şuraya getirmek istiyorum. Eğitimi güler yüzlü hale getirmeliyiz. Öğretmen sevecen olmalı. Sevmeliyiz okulları.
Eğitim ve öğretimin “güler yüzlü” olması o kadar zor değil, gerçekten kolay. “Çocuk nedir, gençlik nasıl bir dönemdir?” diye sorarak çözümü bulabiliriz.
Eğitimin güler yüzlü hale gelmesi için konuşacağımız başlıklar çok olabilir ama ilk önerim şu: Zorunlu on iki yıllık eğitimin hiçbir sınıfında ilk hafta ders olmasın; okullar yeni döneme gezi, oyun, eğlence, sanat, gösteri, tiyatro, sinema ile başlasın. Üstelik, çocuklar ve gençler, kültür ve sanat ortamlarında kendilerini daha iyi gösterir. Bu da öğrencisini tanımak isteyen eğitimci için bulunmaz fırsattır.
Eğitim şart mı bilmem ama eğitimin güler yüzlü ve öğretmenin sevimli olması şart! 2018-19 eğitim ve öğretim dönemi hayırlı olsun.