Değil çuvaldız, iğnenin ucuna tahammül edemez hâle geldik.

İğne ve çuvaldızdan hangisini kendimize, hangisini başkasına batıracağımız artık pek önemli değil. Değil çuvaldız, iğnenin ucuna tahammül edemez hâle geldik.

Sorunlardan başkasını görmeyip eleştiren ama çözüm sorulduğunda “yetkililer bir şey yapsın” demekten başka bir şey yapmayanların doldurduğu bir “seyir terası” hâline gelen toplumsal yapımızda, “huzurlu yaşamak” için “bakıp görmemek” gerekiyor. Aksi takdirde gerilimden kurtulamıyoruz.

Fâtih Terim’in “Türkiye’de gayriresmî 20 milyon teknik direktör var” sözünü genelleştirirsek “herkes her şeyi biliyor” ama parmağını kıpırdatanların sayısı iki elin parmağını geçmiyor. Ya da “herkes cennete gitmek istiyor ama ölmeyi göz alan kimse yok”.

Bir örnek

Sizlere gıyâbî dostum ve ahşap sanatçısı Aşir Güler’in, Erdem Sezer’den alıntılayarak, patates ve soğan siyâsî hesaplarla pahalandırıldığı günlerde, kendi Facebook sayfasında yaptığı bir paylaşımı sunmak istiyorum.

Sabah markette alışveriş yaparken portakal almaya gittiğimde biri 1.99 TL diğeri 3.99 TL olan iki farklı cins portakal gördüm. Biraz daha kaliteli olduğu için 3.99 olana gittim. Yanımda benimle birlikte aynı portakaldan alan bir adam daha vardı.

Ben bir şey demeden "İçine ettiler memleketin" diye laf attı, cevap vermedim. "Tarımı bitirdiler, şu fiyatlara bak." dedi, yine cevap vermedim. "Marketler de şerefsiz, belediye satış yapmaya başlayınca hemen fiyatları düşürdüler" dedi, tebessüm ettim sâdece.

Sonra birlikte kasaya doğru ilerledik. Kasadaki hanım, portakalı tartarken 1.99'luk olandan mı yoksa 3.99'luk olandan mı aldığını sordu. Adam, pahalı olandan almasına rağmen “1.99 olandan aldım” dedi.

Belki yanlışlıkla söylemiştir, diye bekledim ama düzeltmedi. “Beyefendi yanlış hatırlıyor herhâlde, 3.99 olandan aldı” dedim. Kıpkırmızı oldu.

Aldığı alacağı iki kilo portakalda yapacağı sahtekârlıkla edeceği en fazla 4 lirayı kâr saydı zavallı. Belki de ne zorluklarla kazandığı paraya, kim bilir kaç kere böyle ufak ufak haramlar kattı.

Daha sonra otobüse bindim, adamın biri Akbil bastı. “Yetersiz bakiye” uyarısı verdi. Hiçbir şey demeden cüzdanından 5 TL çıkardı, şoföre verdi. O da hiçbir şey demeden para üstünü verdi. Şoförün kendi Akbilini çıkarıp basmasını bekledim, yapmadı.

Belki unutmuştur diye iki üç dakika sonra hatırlatmak için, "Akbil basmadınız" dedim. Şaşkın şaşkın yüzüme bakıp “Niye?” dedi. "Otobüs ücreti aldınız az önce" dedim, "Eee?" dedi. "Onun içinde belediyenin alması gereken pay da var" dedim, "Akşama kadar direksiyon sallıyorum, ben burada, bir de senle uğraşmayayım. Git işine" dedi.

Birkaç kuruşluk paraya, milyonlarca kişinin hakkına girme pahasına tamah etti zavallı. Akşama kadar İstanbul trafiğinde debelenerek kazandığı paraya kim bilir kaç kere böyle ufak ufak haramlar kattı.

Hakka girmek illa maddî bir şeyi çalmakla olmuyor. Metrodayım, yanımda ayakta duran hanımın hemen önündeki koltuk boşaldı. Kadın oturmak için yere koyduğu poşetleri alırken iki üç metre ötedeki bir adam fırladı ve koltuğa oturdu. Kadıncağız elinde poşetle kalakaldı.

Dayanamayıp "Hanımefendi oturacaktı oraya" diye müdahale ettim, "Ee oturmadı" dedi. "Fırsat vermediniz ki" deyince, kadın uzatmamak için "Tamam oturmayacağım önemli değil" dedi.

Belki de on dakika sonra kalkacağı koltuğa, sırf feysbuk’taki komik videoları daha rahat seyretmek için tamah etti zavallı.

Bu hadiseleri gördükçe, sebze meyve fiyatlarını manipüle eden komisyoncuları, stokçuları; beş katlık ruhsat alıp sekiz kat bina yapan müteahhidi; binânın kolonları kesildiği hâlde avantasını aldığı için göz yuman belediye denetçisini garipsemiyorum. Herkes kendi imkânınca bir şeylere tamah ediyor. Herkes imkânı elverdiğince zavallı…

Tepeden tırnağa her kademede, dünyâlık şeylere tamah eden bir yozlaşma var. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyevî çıkar odaklı bir anlayış hâkim.

Halbuki öleceğiz be abi. Belki bir dakika sonra, belki de en fazla 40 sene sonra bu dünyâda olmayacağız ve insanı bu dünyâda da, âhirette de zavallı konumuna düşüren şeylerin hiçbirini yanımızda götüremeyeceğiz.

Bâzen herkesin şikâyet ettiği sorunlara, büyük büyük çözüm önerileri, âcil eylem planları yapıldığını görüyorum. Bâzısı çok mantıklı geliyor. Ama ölümü unuttuktan sonra hepsi pansuman nispetinde. Çünkü hiç ölmeyecek gibi dünyâlık şeylere tamah eden toplum, en mükemmel yapısal düzenlemeler yapılsa dahi bir açık bulur.

Biz de patates pahalı diye daha çoook ağlarız.”

Sınanmadığı günâhın mâsumu olmak

Sezen Aksu’nun “Mâsum değiliz hiçbirimiz” şarkısını sık sık hatırlatan şeyler olmuştur hayâtımızda. Şu görseldeki ankesörlü telefonu çoğumuz kullanmışızdır. Peki telefonda kullanılan jetona bağlanan ipin ne işe yaradığını bilen var mı? Keşke hiç kimse bilmeseydi ve böyle bir şeyi hiç kimse kullanmasaydı. Ama kullandılar. Üç dakikada bir jeton atmamak için ve bir jeton parasına tenezzül ederek yapılan yolsuzluk nicelik açısından küçük bir paraya karşılık gelse de, nitelik açısından ihâleye fesat karıştırmaktan hiç de farklı değildir.

Cebinde ikinci jetonu alacak parası olmamasına rağmen, iki jetonluk konuşan kişinin bu şeytânî icâdı ile yetim hakkı yiyenlerin arasında fark sâdece aynı kâğıda basılan banknotun üzerindeki rakamlar ve sıfırlar. Yoksa kâğıt aynı kâğıt; günâh aynı günah; yolsuzluk aynı yolsuzluk.