Bir önceki Pazar günü (25 Mart 2018) "İki Hidrojen Bir Oksijen" başlıklı yazımda, kadın ve erkek arasındaki sorunların "sorunsallaştırma" tarzına değinmiştim.
Yazıyı özetlemek gerekirse, sorunsallaştırmada kullanılan “eşitlik” kavramı yerine “denklik” kavramının daha doğru olduğu yönünde şahsî fikrimi paylaşmıştım.
Her ne kadar 8 Mart’daki tantanadan sonra, “kadın cinâyetleri” ile ilgili haberler bıçak gibi kesilmiş olsa da, mesele saman altından işleniyor.
TV Dizileri
Cemrelerin birbiri ardına düşmeleriyle yaklaşan baharda patır patır açan çiçekler gibi, her gün yeni bir dizi yayına giriyor. Gâliba yapımcılar “ne kadar çok atarsak, hedefi tutturma ihtimâlimiz o kadar artar” diye düşünüyor olacaklar ki, dizilerin çokluğu yüzünden neredeyse reklam kuşakları için bile yayınlanacak zaman kalmayacak.
Konu olarak dizi senaryolarını domine eden târh dizileri olgunluğa ulaştı. Yeni dizi türleri, “örtülü şiddet”, “sosyopati” merkezli ve kadın dünyâsında geçen hikâyelerden oluşuyor. Târih dizilerinin hâricindeki dizilerde başat karakterin çoğu kadın. Hatta bir diziyi en az iki kadın götürüyor. “Çukur” gibi erkek dünyâsını konu olan diziler bile kadınların fizikî ya da psikolojik şiddet gördüğü ve şiddet gösterdiği bir retorik içeriyor.
Türk televizyonlarının efsâne dizisi Kurtlar Vadisi için söylenen olumsuz şeylerin çeyreği şimdi bu dizilerin tamâmına söylenmiyor. Sanki şimdiki dizilerde silah olarak sapan kullanılıyor ve takım elbiseli adamlar da “cazcı kardeşler”!..
Bu hengâmede gösterime giren bir dizi ise, yazının başlığı için tam bir alâmet-i fârika: Avlu. Hüküm giymiş kadın suçluların hapishânedeki hayatlarını, “mapushâne çeteleri” gözlüğünden gösteren bir dizi. Arka plânda, şiddet gördüğü kocasını öldüren kızının suçunu üstlenen bir kadının dramı. Kadın yine bir erkek yüzünden mağdur duruma düşmüş, ama hapishânedeki kadınlar, âdeta “cehennem zebânisi”.
Peki koğuşlarda saltanatlarını ilân eden kadın çetelerinin birbirlerine gösterdikleri şiddet ne oluyor?! Ya hapishânenin müdürü ve savcısı yokmuş ve devletin içeride sözü geçmiyormuş gibi davranmalarının alt metnine ne demeli?! Her çetenin kendi içinde yaşanan iktidar kavgaları ise galiba bu “pembe” şiddetin tadı tuzu!...
8 Mart gündeminde neredeyse “kadınbudu köfte”ye bile cephe alan zevat nerede? Neden iki satır yazı ile tepki gösteren kadın kuruluşu yok? Kadınları en az erkekler kadar şiddete meyilli ve şiddet yanlısı gösteren bu dizileri kimse seyretmiyor mu? Kimse seyretmiyorsa bitip tükenmeyen reklamları kim ve niye veriyor? Hadi gerçek soruyu sorayım: Şiddet sâdece erkekten kadına olunca mı şiddet oluyor?
Kadının kadına şiddeti, kadınların ofsaytı anlamaması gibi önemsiz bir sorun mu? Hani feminizm sâdece kadınların düşünce şekli değildi ve erkekler de feminist olabilirdi! Peki kadınları hapishâne ortamında şiddetin en ağırını uygulayan, hem de hemcinslerine uygulayan insanlar olarak gösteren bu gibi diziler, bir zamanlar Kurtlar Vadisi’nin yaptığı iddia edildiği gibi, kötü örnek olmuyor mu? Yoksa “o mahallenin her şeyi yapması mubahtır” kuralı burada da mı işliyor?
Eğer öyleyse kendi hemcinslerinin mağduriyetinden menfaat elde edecek kadar haysiyetsiz bâzı kadınlar, 8 Martlarda sâdece boş teneke rolünü oynuyorlar.
Piyasanın Sağmal İneği
Şiddeti merkeze almış ve “eleştiriyormuş gibi” yapan dizilerde edilen küfürler yüzünden diyalogların neredeyse yarısı bipleniyor. Bu ortamda şiddet, dizi piyasasının sağmal ineği hâline gelmiş durumdadır. Âile ve mahalle dizilerinin esâmesi okunmazken, komedi dizilerinde bile küllükler fırlatılmakta, cam sehpalar ya da aynalar kırılmaktadır.
İş dünyâsında erkekler artık “bitik” durumda kenara çekilip meydan kadınlara kalırken, şiddetin kaynağı da belirgin şekilde kadınlar tarafına kaymaktadır.
Terörü besleyen devletlerin er ya da geç aynı terörün hedefi ve kurbanı olması gibi, kadın ve şiddet üzerinden yapılıp parlatılan diziler de kamuoyundan cevâbını reyting olarak alacaktır. Ama maalesef yine olan, zayıf tarafında çoğunluğunu oluşturan kadınlara olmaktadır.