Yarın itibariyle takvim 2021 yılını gösterdiğinde İstiklâl Marşımızın kabulünün 100. Yılı olacak.
Yarın itibariyle takvim 2021 yılını gösterdiğinde İstiklâl Marşımızın kabulünün 100. Yılı olacak. Mehmet Akif Ersoy’un şiiri, 12 Mart 1921 yılında TBMM genel kurulu tarafından resmi İstiklâl Marşı olarak kabul edilmişti. Şair ve dava adamı Mehmet Akif Ersoy’un milli mücadele ruhunu, şuurunu iliklerimize kadar hissettiren asırlara sığmayan marşı Türk milletine armağan etmiştir. Yüz yıldır sadece Türkiye Cumhuriyeti toprakları sınırları değil ay yıldızın göründüğü her semanın altındaki insanlığın bekası için bir mücadele reçetesi sunan marşımızı tekrar anlamak ve yeni nesillerle paylaşmak için bir fırsat olacaktır.
Yazan mı yazdıran mı?
Ersoy’a bu kıtaları yazdıran şuur nasıl bir birikimin ürünüdür? Hangi yollardan gelmiş, Ersoy’un hafızasında o günlere taşınmış ve Türk milletinin kolektif bilincini harekete geçirmiştir? Bugün de kendimize sormamız gereken sorular bunlardır. Bu marş; bir milleti ayağa kaldıran; özgürlüğü bencil talepleri için değil ortak bir inanca götüren anlayışı ile kendisine İstiklâli hak gören bir milletin hürriyet sevdasıdır. Hürriyet ana vatandır. Hürriyet şereftir. Hürriyet namustur. Hürriyet şehadettir. Hürriyet o gün Ersoy’a marşı yazdıran bağımsızlık ruhunun Hakk’a tapanlar için hak olduğunun ispatıdır. Türklerin ezelden beri hür yaşadıkları gerçeğinin bir şahlanışıdır. Yazdıran da yazan da O’dur. Çünkü Ersoy’un bilincinde ayrı gayrı yoktur; madde ve mana; ruh ve beden ayrı değildir.
Azmini yüksek tut
İstiklâl marşımızın ana ekseninde azmi elinden asla bırakmamış olan bir milletin yeniden dirilişini, mücadelesini görmek ve bu uğurda bayrağı geleceğe taşımak vardır. Akif, esas çökme ve yok oluş ölmekle değil bedenen ve ruhen teslim olmakla olacağını tüm şiirlerinde gençlere anlatmaktadır. Akif’in şüphesiz en etkileyici özelliği sadece ve sadece Türk milletinin ruhunda taşıdığı inanca güvenmesidir. Bu inancı bozmak, yıpratmak başka başka anlayışları sokmak isteyenlerle de hep bir mücadele içinde olmuştur. Ne din adına ne ilericilik adına her türlü taassubu ve çıkarcılığı elinin tersiyle itmiş ve kendini sadece bu yüce davaya adamıştır. Türk milletinin çökmemesi için hangi kaynaktan bakarak tekrar ayağa kalkacağının ipuçlarını her zaman vermiştir; Azim ve Hak onun sarsılmaz iki kodudur.
Bugün için İstiklâl neyi ifade ediyor?
Bugün gençliğin ne yazık ki türlü türlü cephelerden eli kolu bağlanmıştır. Eskiden de vardı bu cepheler. Fakat şimdi farklı isimlerle bu düşman savaşına sinsice devam ediyor. Bu noktada bizim sığınacağımız en büyük kaynak kendi milli hafızamızdır. Öğretmenler, akademisyenler, anne ve babalar! Çocuklarımıza istiklâl marşımızı ezberletmekten öteye geçmeliyiz. Anlama ve içselleştirme ile birlikte yaşama ve yaşatma heyecanına girmeliyiz. Bunun için bilim, fen ve sosyal ilimleri birbirinden ayrı tutmadan geniş öğrenci kitlelerine çığır açabilmeleri için fırsatlar vermeliyiz. Düşünme mantığı ve muhakeme süzgeçlerini geliştirebilmeliyiz. Biz, insanlığın faydası ve gelişimi için çalışacak yeni nesillere kendi hafızasındaki billur medeniyeti tekrar hatırlatarak şuur üstü bölgesini geliştirecek ve Hak ile bağlantısını kaybetmeyecek bir gelecek için hareket etmeliyiz. İstiklâl vatan, bayrak, millet olmanın bilincinin yanında kişinin de kendi öz benliğinin bağımsızlığı için herhangi bir dış faktöre; zararlı alışkanlıklar, yanlış anlayışlar, izimler ve benzeri akımlara kapılmamak olduğunu anlatmalıyız. Esaret, başkalarının fikirlerini, iddialarını ve janjanlı hayatlarını kendi süzgecinden geçirecek bir filtreye sahip olmamak demektir. İstiklâl marşımızı anlatırken bugün aynı heyecanla aynı aşkla sanki cephedeymişçesine, şehadeti kucaklamaya hazır Mehmetçik gibi anlatmalıyız. Cepheye yardım eden ninelerimiz, bacılarımızın ruhuyla mücadelemize devam etmeliyiz. Unutmayalım ki İslam ümmetinin ve dünya insanlığının tek kurtuluşu Türk milletinin adalet sancağındadır vesselam.
SINAVA HAZIRLANANLAR OKULA GİTMEK İSTİYOR
Sizin de benim gibi sınava hazırlanan çocuğunuz varsa hepimizin şu dönemde büyük zorluklar yaşadığımızı söylemeliyim. Üniversite sınavına hazırlanan bir oğlum var ve geçtiğimiz mart ayından beri ciddi endişelerle boğuşuyor. Oğlum ve onun gibi nice öğrenci online eğitimin yüz yüze eğitimi karşılamadığından bahsediyorlar. Ergenlik çağındaki bu gençler spor yapamadıkları için bütün gün evin içinde enerjilerini harcayamıyorlar ve gece uyuyamıyorlar. Böylelikle sistemli bir çalışma disiplini sağlayamıyorlar. Bütün gün evin içinde, ekranın karşısında, sınav kaygısıyla baş etmeye çalışıyorlar. Çocukların birçoğunda strese bağlı duygu bozukluğu var. Aileler de ne yapacaklarını şaşırdılar. Herkes evin içinde; gerginlikler, kavgalar ve tahammül sınırları giderek daralıyor. Bu nedenle İkinci dönem en azından sadece sınava hazırlanan çocuklar için yüz yüze yetiştirme kurslarının ivedilikle açılması gerekmektedir. Yoksa bir nesli böylelikle kaybedeceğiz. Bu çağrımı tüm sınava hazırlanan çocuklar ve velileri için Sayın Milli Eğitim bakanımıza ve Sayın Sağlık bakanımıza iletiyorum.
PİKNİK
(Fotoğraf: Şebnem Çoşkun)
Bir çelişkidir hayatlarımız. Gökdelenlerin gözetiminde yere ekilmiş bakımlı çimlerin üzerinde yaşam sevincini ararız. Tek tük özenli aralıklarla dikilmiş şehir ağaçlarına sırtını dayayabilsen de güvenebilir misin? Doğduğun topraklarda gözünün içine baka baka büyüttüğün ağaca güvendiğin gibi. Gülmeler, gülüşmeler çayın tadına karışınca bir bakıvermişsin gökyüzünde uçan kuşlar sana selam veriyorlar. Delirdim mi ben derken bir de bakmışsın altındaki örtü, toprak, önündeki sofra birbirinin üstüne girmiş rüyadan uyanırken. Şehirde yaşamak işte ne zaman ne olur belli olmaz. İnsanı alır kendine benzetir. Ne suretin kalır ne hâlin. Pikniğe gidelim elimizde sepetler lay lay lom, bir huzur için parklara bahçelere uzanalım demekle olmuyor. Şehir bir rüya âlemi gibi büyülerken, çelişkileri göremezsen seni senden alır yapıştırır poster gibi duvara. Sanki her şey sonradan üst üste eklenmiş birer parça gibi fotoğraftaki her şey. Onları oradan teker teker almak ve ait olduğu yere koymak ister gibiyim.
TÜRETİCİ ATÖLYESİ
İstanbul Medipol Üniversitesi Medya ve iletişim sistemleri öğrencilerinin kurduğu bir sosyal medya hesabı ile sizleri tanıştırmak istiyorum. Evet! Bu biraz reklam kokacak ama değecek inanın. Türetici atölyesi israfı önleme ile birlikte tüketime değil de türeterek çoğaltmaya yönelten bir sayfa. Ama buradaki türetme daha çok elimizdekilerden türetmeyi amaçlıyor. Sayfada farklı isimlerde bölümler var; tarım, kaliteli, çocuk için türet, sıfır atık, dikiş, tarifler, kumaş dokuyorum, evde yaptım gibi adlarla türetici atölyesi karşınızda. Uzun süre dayanacak kumaşı nasıl anlayacaksınız bu konuda bilginiz yoksa türetici atölyesine bakabilirsiniz. Dışarıdan almadan evinizde yapabileceğiniz hediyelik eşyalar hakkında fikir edinmek için türetici atölyesine göz atabilirsiniz. Bayat ekmeklerinizle veya evdeki artık yiyeceklerle yapabileceğiniz tarifleri türetici atölyesinde bulabilirsiniz. Çocuklarınızla birlikte özellikle evlere kapandığımız şu günlerde yapabileceğiniz değişik el işleri çalışmaları ve hatta kumaş yapımı için türetici atölyesini takip edin. Bunlar sadece birkaçı; daha nicesini türetici atölyesinde bulacaksınız.
MUHAMMEDİYYE BİZİ KABUL EDER Mİ?
Yazıcıoğlu Mehmed Efendi (ö. 855/1451), Diyâr-ı Rûm’un evlâdından Yazıcı Sâlih’in (ö. 811/1409’dan sonra) iki oğlundan biri idi. Gelibolu’nun Kadıköyü veya Evreşe nâhiyesinde dünyaya geldiği söylenmektedir. İçinde bulundukları tarih sahnesine bakılacak olursa; Anadolu’da güçlenen ve Balkanlar’da kök salmaya başlayan Osmanlı, Timur ordusunun karşısında kısa süreli bir fetret döneminden geçiyordu. II. Murad, tekrar toparlanan devleti İstanbul’un fethine hazırlamaktaydı âdetâ. Diğer taraftan bu süreçte; Oğuz Türkmen geleneğinin yeniden hayat bulduğu bir dönem olarak yavaş yavaş Türk dili ve kültürüne ait eserler verilmeye başlanmıştı.
Yazıcıoğlu Mehmed Efendi, ilk tahsilini babasının rahle-i tedrîsinde ikmâl etti. Arapça ve Farsça eser verebilecek bir seviye kazanmıştı. Mısırlı bir âlim olan Molla Zeynüddin Arab ve Haydar-ı Hafî hocaları arasında bulunuyordu. Kendi lisanından hal tercemesinde anlattığına göre; Arap ve Fars ülkeleri ile Mâverâünnehir ve Anadolu’yu dolaşmıştı. Hac vazifesini de îfâ eden Yazıcıoğlu Mehmed Efendi, mânevî seyr-i sülûkünü ise Hacı Bayrâm-ı Velî hazretlerinin irşâdında tamamladı. Ömrünü büyük bir kayaya oyulmuş iki hücreden müteşekkil çilehânesinde geçiren Yazıcıoğlu, vasiyeti üzerine de çilehânesi yanındaki mezarlıkta sırlanmıştır.
İşte Yazıcıoğlu, Muhammediyye adını verdiği eserini bu çilehânesinde te’lif etmiştir. Gelibolulular bir zamandır kendisinden Resûlullâh Efendimiz hakkında bir kitap yazmasını istiyorlardı. Ancak onu bu te’life azmettiren sâik, mânâsında mülâkî olduğu Resûl-i Ekrem aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmdır. Resûlullâh’ın buyruğu şu olmuştu: “İçir hikmet şarâbın ümmetime / Sözümü söyle halka âşikârâ.” Kitabın adı konmuştu: Kitâbü Muhammediyye fî na‘ti seyyidi’l-âlemîn habîbillâhi’l-a‘zam Ebi’l-Kāsım Muhammedini’l-Mustafâ.
Kısaca anıldığı şekliyle Muhammediyye, kaleme alındığı tarihten itibaren artık zamanın sınırlarını aşan ve sadırlarda okunup dillerde ezber edilen bir baş eser olmuştur. Yaratılış, Resûlullâh’ın nûru, kâinatın Allah’ın Habîbi’nin yüz suyu hürmetine yaratılması, diğer varlıkların halkedilmesi ile başlayan eser, resuller tanıtılarak devam eder. Daha sonra Resûl-i Ekrem’in sîreti, mûcizeleri, Ehl-i Beyt, halifeler anlatılan konular içinde yer alır. Bu bölüm ilâve olarak; Fâtiha, İhlâs gibi sûrelerin tefsiri, hadis şerhleri, Resûlullah’ın nasihatleri, salavat getirmenin faziletleri, ibadetlere ve cihada teşvik, Resûl-i Zî-şân Efendimiz’in irtihâli, mi‘râciyye, Hz. Fâtıma’nın, Hulefâ-yi Râşidîn’in, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in vefatlarıyla ilgili mersiyeler, aşere-i mübeşşere ve ashâb-ı Suffe gibi konularla zenginleştirilmiştir. Özellikle “Vefâtü’l-Hasan ve’l-Hüseyn” başlıklı elli dört beyitlik Kerbelâ mersiyesi Muharrem törenlerinde asırlarca okunmuştur. Eserin son kısmı ise kıyâmet alâmetlerine tahsis edilmiştir. Ayrıca kıyâmet, İsrâfîl’in sûra üflemesi, haşr, havz-ı kevser, livâü’l-hamd, şefaat, hesap, sırat, cennet ve cehennem hakkında da bilgi verilmiştir.
Kaynaklara dayanarak hazırlanan Muhammediyye, merâsimlerde mevlid gibi okunuyordu. Evliya Çelebi Gelibolu, Ankara ve Amasya halkının Muhammediyye’yi ezbere okuduklarını zikretmektedir. Eser Anadolu ve Rumeli’nin yanı sıra Kırım’da, Kazan’da ve Başkurt Türkleri arasında da biliniyordu.
Araştırmacılar Muhammediyye’nin XV. yüzyılda bestelenmiş olduğu kanaatine sahiptirler. Bu minvâl üzere; Muhammediyehân ismi verilen okuyuculardan bahsedilir. Muhammediyye’nin bilinen meşhur şerhi Ferâhu’r-rûh ise İsmâil Hakkı Bursevî tarafından kaleme alınmıştır. Muhammediyye’nin nesih hattıyla sanatlı şekilde yazılıp tezhiblenmesi de bu esere verilen önemin bir nişanesidir. Ayrıca; eser içerisinde cennet, cehennem, arş, kürsü, livâü’l-hamd, Mekke, Medine, Kâbe ve Mescid-i Nebevî’nin resmedilerek kitabın daha câzip hâle getirildiği görülmektedir.
Bilindiği üzere; Muhammediyye XV. yüzyılda Anadolu coğrafyasında Müslüman-Türk kimliğinin inşâsında harç olmuş temel kitaplardan birisidir. Aynı yüzyılda yine Türkçe olarak kaleme alınan Ahmed Bîcan’ın (ö. 870/1466’dan sonra) Envâru’l-Âşıkîn’i, Süleymân Çelebi’nin (ö. 825/1422) Mevlid’i, Darîr’in 1388’de tamamladığı Sîretü’n-Nebî’si ve Eşrefoğlu Rûmî’nin (ö. 874/1469-70 [?]) Müzekki’n-Nüfûs’u gibi Muhammediyye’de hem ilim erbâbı hem ârif halk kesimi tarafından gönülle okunan metinler arasında eşsiz bir yer kazanmıştır. Hâsılı; pâk ninelerimizin âsûde köşelerinde her gün belirli bir kısmını nâmeli bir şekilde okuyarak defalarca hatmettikleri bir ziyâret kitabı olmuştur Muhammediyye.
Ancak ne var ki; Allah ve Peygamber sevgisini aşılayan, ahlâk-ı hamîdiyyenin ilkelerini ortaya koyan, Horasan’dan Anadolu’ya uzanan irfân yolculuğunun birikimini taşıyan bu asır-dîde eserlerin zamanımızda kıymetten düştükleri/düşürüldükleri tanık olduğumuz vahim bir durumdur. Peygamber tasavvurunun akademik tezlerle tanımlanmaya/oluşturulmaya çalışıldığı, Siyer’i farklı okumak tartışmalarının gündem yapıldığı, “Türk-İslâm sentezi” arayışının muğlak bir zeminde tartışılır olduğu, halk İslâm’ı ayrıştırmasının seçkinci bir tutumla kaba bir cehâleti beraberinde getirdiği günümüzde acaba fütüvvet ruhu ile düştüğümüz yerden kalkmamız mümkün olabilir mi? Bu yolda Muhammediyye bizi kabul eder mi; kim’liğimizi hatırlamada bize yeniden mürebbî olur mu?
Yararlanılan kaynaklar:
MUSTAFA İSMET UZUN, "YAZICIOĞLU MEHMED EFENDİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/yazicioglu-mehmed-efendi#1 (26.11.2020).
MUSTAFA İSMET UZUN, "MUHAMMEDİYYE", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/muhammediyye--yazicioglu (26.11.2020).
ARTI EKSİ
Artı
Ayşe
Dokuz çocuğunun hepsini de üniversiteden mezun etmiş teyze on bir yaşındaki torunundan okuma yazma öğreniyor. Karanlıktan aydınlığa çıkmak gibi bir şeydir bu. Ben ve kardeşimin de anneanneme böyle bir teşebbüsümüz olmuştu. Çok anlamasak ta en azından ismini yazmayı imza atmasını öğrensin diyerek Ayşe yazdırmayı başarmıştık. O romatizmalı elleriyle öğrenmek için harcadığı çabayı sırf bizi kırmamak için onca ağrısına rağmen ismini yazmayı öğrenmişti. O günden sonra da parmak basmak yerine ismini yazarak imzasını atıyordu. Bu habere bende bu anımı ekleyerek birleştirmek istedim. Ömrümüzün sonuna kadar kime ne öğretebilirsek kimden de ne öğrenebilirsek kârdır.
Eksi
Otobüs şoförlerinin eğitimi
Geçenlerde halk otobüsünden düştüm. Önümdeki iki yolcu durakta indikten sonra beni beklemeden hızla gaza bastı. Gözümdeki gözlük bir yere, çantam ve ben başka bir yere savruldum. Diz kapaklarım ve sol elimde morluklar oluştu. Ama gerçekten çok ucuz atlattım. Zira başımı kaldırıma da çarpabilirdim. Yerden hiçbir şey olmamış gibi kalkmaya çalışırken bir bey ile göz göze geldik. Halk Otobüsün plakasını alamamış olduğu için hayıflanıyordu ve bir de ekliyordu “arkasından bağırdım ama telefonla konuşuyordu” diye. Belediye ve Halk otobüsü şoförlerinin eğitim seviyesi nedir bilmiyorum ancak iletişim becerilerinin olmadığı açık. Önerim belediye ve halk otobüsü şoförlerine kitap okuma zorunluluğu getirilmesidir. Hareket saatlerini beklerken fosur fosur sigara içeceklerine kitap okumaları ve kültür seviyelerini geliştirmeleri konusunda teşvik edici bazı projeler üretilmeli.
FOTOĞRAF SEÇİMİ
İstanbul’daki bir ilçe belediyesinin yıllardır düzenlediği fotoğraf yarışmasında mansiyon ödül alan fotoğraf maalesef bizim tarafımızdan makbul bulunmadı. Sanat halk içindir. Halkın teveccüh etmeyeceği bir eser sanat olamaz. Sanat halkı bilinçlendirmek için yapılır. Elbette uzun tartışmalar yapılabilir. Ama bu yarışma bir belediye tarafından düzenleniyorsa bunun tartışması da olamaz. Bir fotoğraf düşünün dünyanın salgın yaşadığı bir dönemde kapalı alanda maskeler çenede. Üç kişinin bir kareye sığdırıldı bu fotoğraf bir tamirhane veya çay ocağı olabilir. Elinde sigara olan adam gülüyor. Üstelik kapalı alanda sigara içmek yasak olmasına rağmen fotoğraf ödül alıyor.