Demokrasileri kırılgan hale getiren sebepleri nasıl sınıflandırabiliriz?

Pazartesi günkü yazımdan devam ederek, bugün sizlerle demokratik yönetimlerin karşılaşabileceği ve karşılaştığı problemler ve demokrasinin zaafları üzerine görüşlerimi paylaşacağım. Hatırlayacağınız gibi demokrasinin tanımını vermiş ve demokrasi karşıtı çevreler tarafından dile getirilen eleştirileri özetlemiştim. 19’uncu yüzyılın popülist tek adam rejimleri, yirminci yüzyılın faşist parti devletleri ve yirmi birinci yüzyılın sağ popülist otoriter siyasetçileri hepsi benzeri eleştirileri demokrasiye yöneltmişlerdi. Şunu bilmemiz gerekir ki, doğrudan demokrasi olmadığı müddetçe, temsili demokrasiler veya temsili demokrasiden türeyen otoriter rejimlerin hiçbiri kusursuz değildir. Her rejimin avantajları yanında dezavantajları da vardır. Bir toplum için ana amaç, kendi istek ve tercihleri doğrultusunda siyasi sistemin dezavantajlarını en aza indirirken avantajlarını da en yüksek düzeye çıkarmak olmalıdır.

Demokrasileri kırılgan hale getiren sebepleri nasıl sınıflandırabiliriz? Bunları dört ana grupta tasnif edebiliriz: Yapısal sebepler, toplumsal sebepler, iktisadi sebepler ve küreselleşmeden kaynaklanan sebepler.

1.Yapısal Sebepler: Demokratik sistemler kendi sonunu getirebilecek bir karar alma mekanizmasına sahiptir. Özellikle siyasi sistemin tıkanıp karar alma mekanizmasının çalışmadığı ve iktisadi krizin yaygınlaştığı dönemlerde toplum içindeki çoğunluğu oluşturan orta ve alt geri grubuna mensup kitleler rasyonel politikaların değil, kitlesel şehvetle büyütülmüş duyguların güdümünde hareket ederler. İşte bu gibi durumlarda, kitlelerin (dini tutuculuk, yabancı düşmanlığı, güvenlik kaygısı, işsizlik ve fakirliğin yol açtığı bıkkınlık gibi) duygularını yönlendiren sağ veya sol popülist siyasi partiler yönetimi ele geçirebilir. Sonraki adımda ise demokratik kurumların dönüştürülerek otoriter bir yönetime evrilmesi gelir. Yani demokrasiler tıpkı ağaçlar gibi, kendi kurdunu içinde taşır. Karar alma mekanizmasından kaynaklan ikinci bir yapısal sorun sistemin çoğunluk kararına dayanmasıdır. Bütün işlerin çoğunluk kararıyla alınması, yukarıda saydığım sebeplerden, çoğunluğun demokrasiden vaz geçmesi veya vaz geçirilmesi sonucunu doğurabilir. Ez cümle, demokrasinin sadece sandıktan ibaret görüldüğü durumlarda, demokrasi kendini koruyamaz hale gelebilir. Bunun için – birçok popülist partinin iddia ettiği gibi- demokrasiyi sadece sandığa dayanan bir meşruiyet sistemi olarak görmemek ve kurumları buna göre tasarlamak zorunludur.

2.Toplumsal Sebepler: Demokrasi şehirli toplumlarda maksimum randımanla çalışabilecek bir siyasi sistemdir. Çünkü şehirlileşmiş ve sanayileşmiş toplumlarda tarım ekonomisinden kalan geleneksel ve dini değerler, dayanışmacı toplumsal örgütlenme ve geniş aile yapısı şehirlileşmiş toplumda işbölümü ve uzmanlaşmayla değişir. Bunların yerini daha seküler bir değerler kümesi, rekabetçi ve bireyselleşmiş bir toplumsal örgütlenme ve çekirdek aile yapısı alır. Şehirli bireyler için artık falanca tarikat veya kiliseye mensup olmak, filanca köyden gelmiş olmak kimlik değeri olarak vasfını kaybeder, onun yerini iktisadi sınıflara (işçi, sermayedar ve rantiye gibi) aidiyet ve onların haklarını temsil eden kurumlara (sendikalar, ticaret odaları ve tarım kooperatifleri gibi) mensubiyet alır. Böyle bir toplumda demokratik siyaset farklı sınıfların iktisadi kazançlarını koruyan ve onları temsil eden siyasi partiler arasında yapılır. Ancak tam şehirlileşememiş hem tarım hem de sanayi toplumu özelliklerini koruyan, bu değerlerin beraber bulunduğu ve kimlik çatışmasına yol açtığı yarı şehirli toplumlarda ise ne köylü ne de şehirli olabilmiş, mesleksiz lümpen proletaryanın varlığı siyasetin yapısını belirler. Eğer lümpen proletaryanın toplum içindeki oranı yüksekse, sosyal ağlar meslek örgütlerinden çok tarikat veya kiliseler, bölgesel hemşeri dernekleri, etnik ve dini aidiyeti temsil eden cemaatler arasında oluşur. Bu ortamda siyasi partiler için sınırsız popülist politika uygulama imkânı doğar. Toplumun ortak değerleri olan milli sembollerin, dini değerlerin, kurucu liderlerin, tarihi kahramanların her biri bir parti ve/veya bir zümre tarafından sahiplenilir, siyaset (etnik ve dini açıdan) farklı zümrelerin yaşam ve tüketim tarzları arasındaki farklılıklar etrafında yapılır. Bu durumda da demokrasi, demokrasi olmaktan çıkar. Özetle diyebiliriz ki, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde demokrasi yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi olumsuz yönde değişebilir.

3.İktisadi Sebepler: Marksist sol literatürde kapitalist sistemin krizin tohumlarını kendi doğasında barındırdığı, doğası gereği daha fazla sermaye birikimine mecbur olduğu, bunun ise uzun dönemde kâr oranlarında düşüşe ve kaçınılmaz krize yol açacağı öngörülür. Buraya kadar üç aşağı beş yukarı doğru olmakla beraber, kapitalizmin krizlerinin bir işçi devrimine ya da seçimle sol partilerin iktidarına yol açacağı söylenir. Bütün yirminci yüzyıl boyunca elde edilen tecrübelere baktığımızda iktisadi krizlerin sol veya sosyalist siyaseti güçlendirmediğini, aksine popülist sağ veya faşist hareketlerin güçlendiğini görmekteyiz. Dolayısıyla kapitalizmin doğası eşitsiz gelir ve servet dağılımına, bunu takiben krizlere yol açarken, bu krizler popülist sağ siyaseti güçlendiren etkiler yapmaktadır. Popülist sağ siyaset dezaman içinde, kapitalist sistemin egemen güçlerini daha da kuvvetlendiren politikalar uygulamaktadırlar. Dolayısıyla sosyal devlet kurumları, örgütlü sendikalar ve ulus devletin gözetimi altına alınmamış, kontrolsüz ve denetimsiz kapitalizm ilerleyen aşamalarda demokrasiyi ortadan kaldıracak ya da demokrasiden otoriter yönetimlere döndürecek bir damar taşır.

4.Küreselleşmeye Dayalı Sebepler: 1980 sonrası dünyada, özellikle 1990’da Soğuk Savaşın sona ermesiyle beraber küreselleşme olgusu hayatımıza hızla girdi. Küreselleşme – devletlerin herhangi bir hukuki anlaşması olmadan- kendiliğinden gelişen, özellikle yüksek teknolojili mallar ile sermaye yoğun malların serbest ticaretinin gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler arasında neredeyse sınırsız hale geldiği, her türlü sermayenin ve iyi eğitimli işgücünün uluslararası hareketinin serbestleştiği gayr-ı resmi bir küresel ortak pazar gelişim sürecidir. Burada oyun dışı kalan az gelişmiş ülkelerdir. Bununla birlikte niteliksiz işgücünün serbest dolaşımı yoktur. Yine tarım mamulleri ve emek yoğun malların serbest ticareti de sınırlıdır. Öte yandan teknolojik gelişmenin yol açtığı sınırsız iletişim ve denetimsiz finans imkânları bireylerin toplumsal değerlerinden yabancılaşmasına ve tüketim kalıplarının değişmesine de yol açmıştır. 40 yıllık süreç sonunda gelişen yeni küresel sistem şöyle özetlenebilir: Gelişmiş ülkeler merkezli küresel finansal piyasaların ulus devletleri kendisine bağımlı kıldığı ve onların kendi ekonomileri üzerindeki belirleyiciliklerini azalttığı bir bağımlılık süreci, denetimsiz kapitalizme alternatif siyasi hareketlerin sönükleştiği ve iddiasızlaştığ ı, siyasetin ideolojisizleştiği, insanların vatanlarına ve tarihlerine aidiyetlerinin azalıp birer küresel tüketici profiline sahip olduğu bir dünya… Bu gelişmelerin üzerine son yirmi yıldır her geçen sene artan oranda gerçekleşen ve az gelişmiş ülkelerden kaynaklanan kaçak göçmen akınlarının etkisini de ekleyin. Hızla yabancı düşmanlığına ve radikal siyasete kayabilecek, sınıf bilinci ve dünya görüşü olmayan, üretmeden tüketmeye ve hızla zengin olmaya yönlendirilmiş insanlar: seçmen kitleleri… Bütün rekabeti dışarıdan daha çok borçlanabilmek üzerine kurulu olan ve küresel para akımlarına mutlak bağımlı yönetici adayları: siyasi partiler… Böyle bir konjonktürde demokrasi demokra si değil, ancak bir sirk gösterisi olur…

ÖZET:

Temsili demokrasilerin yapısal sorunları vardır. Bunların engellenebilmesi için kuvvetler ayrılığı prensibi, laiklik, siyasi azınlık haklarının kanun garantisine alınması, bağımsız yargı ve bağımsız kurumlar gereklidir. Yarı şehirli toplumlarda toplumsal sorunları aşabilmek için sendikal örgütlenmenin kuvvetlenmesi, eğitimin herkese eşit fırsatlar sunar şekilde kamu eliyle verilmesi, ciddi sosyal devlet kurumlarına dayalı sosyal politikalar uygulanması ve modern sanayi toplumunun sınıfsal ilişkileri ile yeniden kurulması gereklidir. Bunun ötesinde ulus devletlerin ve onların liderlik edeceği planlı kalkınma politikalarının yeniden hayat geçirilmesi, küreselleşmenin yarattığı bağımlılık sürecinin etkilerini en aza indirmek açısından önemlidir. Denetimsiz kapitalizmin yol açtığı iktisadi sorunlar olan istikrarsız ve orantısız büyüme süreçleri de, yine, merkezi planlı ekonomi politikaları ile kontrol altına alınabilir. Bu şartlar yerine getirilirse, demokrasi de demokrasi gibi olabilir. Ancak en önemli soru yazının sonunda gelmektedir: İnsanlar gerçekten adil, eşitlikçi, özgürlükçü ve istikrarlı bir yönetim istiyorlar mı? Yoksa kendilerine kısa yoldan köşe dönmeyi vaat eden kuralsız ve istikrarsız bir toplumda mı yaşamayı tercih ediyorlar? Bu sorunun cevabını hepimiz yakın gelecekte kendi gözlerimizle göreceğiz…