Bir toplumun medeni olması için gereken hasletlerden biri de vatandaşların işlerini kolay halledebilmesi ve işlerin yokuşa sürülmemesidir.
Devlet daireleri başta olmak üzere bütün bürokratik meselelerin sadeleştirilmesi ve otomasyona dönüştürülmesi vatandaşlar için önemlidir. Ayrıca kolaylığın olması demek illegal yolların da kapanması demektir ki belki de en önemlisi budur. Mafya, karaborsa, rüşvet ve kurumlara olan güvensizliğin önüne geçilmesi demek memurların görevlerine hâkim olması ve tam bir koordinasyon ile yerine getirmeleri demektir. Vatandaşın beklentisi de budur. Ahlaklı ve seviyeli bir toplumun başlıca özelliklerinden bir diğeri de görevini yerine getiren sorumluluk alan hatta sorumluluğu olsun olmasın millet devlettir esasından hareketle yerdeki taşı kenara koyan bir anlayıştır.
Zorlaştıranlar
Öncelikle hayatımızı zorlaştıran insanların mutlaka başka sorunları olduğunu görebilmeliyiz. Dertleri kendileriyle eyvallah. Ancak iyiliği, güzelliği ve doğruluğu engelleyerek taş koymak toplumun sinirlerine yapılacak en büyük baskıdır. Kendileriyle dertleri olanları o makamlarda tutmamak lazım. Ama bu tür insanları orada tutanlar da o tutanları tutanlar da aynı kafadaysa yeniden bir format atmanın zamanı gelmiş demektir. Başarılı ve büyük katkı sunacak insanları engellemek hiç kimseye bir şey kazandırmaz. O iyi kişinin kaderinde mutlaka Allah’tan bir rızık vardır. Ancak toplumun bütününe yapılan nerdeyse günümüzde organize diyeceğim bu büyük kötülüğe sebep olanların vicdanları hasta olduğu aşikardır. Özellikle bu zorlaştırmayı marifet sayan, kendilerini ulaşılmaz gören, gerçek emeği olmamış insanların yaptıkları davranışlardır. Bu tür hareketler maalesef en baştan gençlerimizde ülkeleri hakkında olumsuz; adam kayıran, takdir etmeyen, ezberci, aptal, koyun gibi imajlar bırakmaktadır.
Kolaylaştırın
Başta İslam dini olmak üzere bütün kadim öğretiler kolaylaştırmanın öneminden bahsederler. Başkalarına hayatı kolaylaştırmak çok kıymetlidir. Ama bunu yapacak kişinin insandan anlaması gerekmektedir. Altının değerini manav bilmez bilse bilse sarraf bilir. Altın, elmas gibi değerleri madenleri tartacak diye her yere manav, kasap koyarsanız bu toplum için büyük ihanet olur. Peygamber efendimiz zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız derken neyi kastetmiştir. Hiç düşündük mü? İşimize geleni uygulayıp işimize gelmeyeni uygulamayan bir toplum için bu en son sorulması gereken bir soru olsa da soruyorum. Her işi en kolayından ele almak. Karşımıza çıkacak engelleri zorlukları kolayca aşmak için yol, yöntem göstermek. O yapamaz, bu iş zor, çok evrak işi gerektirir. O, bu olmaz gibi gibi bir sürü negatif çağrışımı ortaya atıp giden insanlara zavallı gözüyle bakıyorum. İnsanları hayattan soğutmak değil işimiz. İnsanları hayata bağlamak, düşenin elinden tutmak, tebessüm etmek ve yolları açmak hepimizin görevidir. En çok da Müslümanım diyenlerin görevidir. Korkutarak, kaçırarak değil sevdirerek kalpleri ısındırarak, kucaklayarak yol açmak gerekiyor. Çünkü Allah’u Teala Rahmetim gazabımı örtmüştür derken biz kim oluyoruz da insanların işlerini yokuşa sürerek imkansızlaştırıyoruz. Güya imkansızlaştırıyoruz. Çünkü nasibinde varsa o kişiyi yine hayır kapıları açılacaktır.
Yine denge
Her zaman ölçütümüz denge olmalı derim ve arkasında dururum. Verme alma dengesinden de şaşmamak lazım. Kolaylaştıracağız derken malum biz hanımlar özellikle de evde hep kolaylaştıran taraf oluyoruz. Günün sonunda da yorulan, perişan olan hanımlar oluyor. Bu noktada dikkatli olmalıyız. İnsanların hayatlarını kolaylaştırırken hep karşı tarafa işin kolayına kaçmasını da öğretiyor olmamak lazım. Zorluklar hep olacak başa çıkılacak. Ama biz zorlaştıran olmayacağız vesselam.
Her ailede bir kişi vardır herkesin işini kolaylaştıran. Alma dengesini bozan. Haddinden fazla insanların hayatını kolaylaştırıp sürekli veren.
Artı
İstikrarla, dualarla
Aylardır Birleşmiş Vicdanlar olarak Filistin için destek eylemlerimizi Üsküdar’da sürdürüyoruz. Ne olacak diyenlere cevabımız. Dualar alıyoruz. Hatta para vermek isteyenler ve bunun Filistin’e gönderilmesini isteyenler bile var. İnsanlar Sosyal medyada yayımlıyorlar hız kesmeden ilkeli bir şekilde aylardır duruş gösterdiğinizde tıpkı bir su damlasının istikrarla aynı noktaya aynı hızla damlamasının yerde delik açması gibi. Safımız belli.
Eksi
Türk Polisi
Polise küfretmek nedir Allah aşkına? Polis görevini yapıyor. Toplumun huzurunu bozmaya ant içmiş sarhoşun teki düzgün uyarılar karşısında polise doğrudan ağza alınamayacak laflar sarf ediyor. ABD’deki polisler gibi ağız burun dağıtacak polisimiz yok bizim. Olsun da demiyorum. Ancak içiyorsan da git evinde iç. İçip de huzur bozacaksan biri de sana engel olur. Destur. Polislere bazı konularda belki biraz daha fazla yetki mi verilmeli nedir? Küfredemez kimse kimseye bu kadar net.
Suda eriyen Ayetel Kürsü
Kapitalizm böyle bir şeydir, her şey sömürünün bir parçasıdır. Emek, gayret yoktur. Ruh katmak yoktur. Ne var ne yoksa bu düzene feda edilmelidir. Hem de gönüllü fedakarlıkla. Nasıl yıkanıyor beyinler değil mi? Kendi ayağımızı kendimiz birer istekli köle olarak bu düzene bağlıyoruz. Her şey ondan sonrası çorap söküğü gibi geliyor. Mesela pantolon arıyorsun bir dönem hepsi düşük bel. İçinde bulunduğumuz dönemde de boğaza kadar neredeyse o bel boyları. El insaf. Dayatma hep dayatma. Ayet’el kürsüyü otur oku. Allah’ınla hemhal ol. Buğday nişastasıyla yapılmış helal kağıt, helal boya neyse ne artık. Suda eriyecek hemen de şifa olacak. Tıpkı kutulardaki ilaçlar gibi. Şifanın içindeki hikmetin zahmette gizlendiğini bir görsen ah bir görsek.
Umudun kendisiyim
Elimde uzun bir yapacaklar listesi, yapılanların yanında birer çentik. Yapılamayanlara vakit yeter mi bilinmez ama umutla her gün, güne uyanmak var ya! İşte o listenin devamını getir diyor bana. Işıldayan bir hava, temiz bir deniz kokusu, kıyıya vuran dalgaların hafif hışırtısı içime işliyor. Nefesim havaya karışıyor, içime çektiğim havada ben ve hatta tüm umutlarım iç içe. Hiçbir şeyi birbirinden ayıramam ben. Ne havayı ne denizi ne güneşi ne mutluluğu ne de mutsuzluğu. Hepsi birden benim izlerim. Bugün biraz içe kapanık biraz hüzünlü ertesi gün de capcanlı deli dolu. Bunlar benim rumuzum. İnsan inandıkça yaşar. Bana iz bırakan herkese inandım ya, o bana yeter. Ama en çok da bana inananlara inandım. Hem de çabasız inandım. İnanalar içimdeki çabayı güçlendirip beni her gün umuda yürümeme yardım ettiler. Artık ben de o elin bir sahibi olarak umudun kendisiyim.