​İSLAMCILIK NEDİR VE AK PARTİ İSLAMCI MIDIR?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
İslam bir dindir. Bizim inancımıza göre, Allah'tan Peygamberleri aracılığıyla gönderilen bütün dinleri toparlayıp Allah'ın mesajını tamamlayan, Hz Muhammed Mustafa'nın risaletiyle bütün insanlığa ulaştırılan ve Kur'an- ı Kerîm ile somutlaşan kıyamete kadar geçerli olan son ilâhi dindir.

İslam bir dindir. Bizim inancımıza göre, Allah’tan Peygamberleri aracılığıyla gönderilen bütün dinleri toparlayıp Allah’ın mesajını tamamlayan, Hz Muhammed Mustafa’nın risaletiyle bütün insanlığa ulaştırılan ve Kur’an- ı Kerîm ile somutlaşan kıyamete kadar geçerli olan son ilâhi dindir. Bu manâ da, her şeyden önce “muttakîler için bir hidayettir”, (Bkz. Bakara Sûresi 1-5. Âyetler). Muttakî takva sahibi demektir ve hiç başka yere gitmeye gerek yok, burada belirtilen ayet-i kerimelerde bizatihi Allah tarafından açıklanmıştır: 

“Onlar 

• gaybe iman ederler; 

• salatı (birinci anlamı günlük ibadet olan namaz, ikinci anlamı inananların birbiriyle dayanışması) dosdoğru yerine getirirler, 

• kendi rızıklarından ihtiyaç fazlasını muhtaçlarla paylaşırlar, 

• hem Kur’an’a hem de ondan önce Allah’ın gönderdiği kitaplara ve Ahiret Gününe inanırlar.”

Burada bahsedilen hem inanç boyutu hem de eylem boyutuyla Allah’ın hidayetine ermiş insanın en özlü tanımıdır. Hiç kimse, bu ayetlerde Allah’ın bir dünyevi iktidarı tanımladığını, toplum içindeki her probleme cevap verecek bir Anayasa sunduğunu, bir devletin nasıl yönetileceğine dair net kurallar verdiğini söyleyemez. Kur’an’ın bütününde, toplumsal meselelerle ilgili olarak verilen ana mesajda bir toplumun nasıl örgütlenmemesi gerektiği vurgulanmıştır, (örnekler Ad Kavmi, Firavun ve Nemrut Kavimleri, Lût Kavmi, Semûd Kavmi, Medyen ve Eyke Kavmi). Dahası, bir insanın bilgisi (Örnek Şeytan), serveti (Örnek Karun), güzelliği (Örnek Züleyha) ve iktidar gücünü (Örnek Firavun ve Nemrut) nasıl kullanmaması gerektiği konusunda uyarılar vardır. Bu uyarılar da, yine insanların Bakara Sûresi’nin belirttiğim ayetlerinde muttakîlerin sahip olduğu erdemlere ulaşması için kaçınması gereken olumsuz örneklerdir. Din olarak İslâm olgun insana ulaşmanın yolu iken 19’uncu asrın başından itibaren hayatımıza giren İslamcılık, kendi içinde birçok farklılıklara rağmen, İslâm’ı bir din, siyasi sistem, toplumsal örgütlenme şekli ve bir ekonomik model olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla ilâhi olan ve her şeyden önce insanların kalbinde samimi bir iman ile teslim olmasını isteyen bir din, siyasetin her gün değişen çıkar çatışmaları, toplum içindeki menfaat grupları arasındaki sonu gelmez güç savaşları için bir malzeme haline getirilmiştir. İsterseniz, “Ne oldu, nasıl oldu da Allah’ın Vahyi ve Peygamberin Sünneti bir ideolojiye dönüştü?”, sorusuna cevap arayalım. 

İslâmcılık meselesi üç ciltlik kitapla ancak özetlenebilecek bir mevzudur. Bu keşmekeşli ve benim ana uzmanlık alanım dışında olan ciddi meseleyi kemaliyle tartışmak için ne yeterince yerim ne de bilgim vardır. Ancak ben, her şeyden önce, Hanefi – Maturidi ekolünden bir Müslümanım ve benim mukaddeslerimin siyaset sofralarına meze olmasına gönlüm el vermemektedir. Bugün Türkiye’de iktidar partisinin taraftarları arasında bir İslâmcılık tartışması sürüp gitmektedir. Hemen fikrimi söyleyeyim: “Ne AK Parti İslâmcıdır, ne de onun içinde İslâmcı olarak adlandırılan kesimler İslâmcıdır.” Daha da ileri gideyim, dünyada siyaset bilimi ve İslâm dünyasında tanınmış İslâmcı önderlerinin fikirleri çerçevesinde Türkiye’de gerçek anlamda İslâmcı bir elin parmaklarını geçmez.  O zaman “Kimdir bu İslâmcılar?” diye soracak olursanız işte bunu size özetlemek isterim.

İslâmcı Düşünce’yi dört temel gruba ayırabiliriz: 19’uncu asırda başlayan Reformcu İslâmcılar, Selefî - Vehhabi İslâmcılar, Mısır ve Hint merkezli Siyasi İslâmcılar ve Şii İslâmcılar… Şii İslâmcıları başka yazıya bırakalım… Diğerlerinin ortak noktaları şunlardır: Birincisi İslâm dünyasının geri kalmasının sebebi Ehl-i Sünnet inancının skolastik bakış açısı ve bunu tahkim eden Osmanlı İmnparatorluğu’nun yönetimidir. Özellikle Selefî – Vehhabi İslamcılar ve Reformcu İslâmcılar bu noktaya çok vurgu yapar. İkinicisi, bütün dünya Müslümanları tek bir devlet veya en azından bir devletler topluluğu altında bir araya gelmelidir ve başlarında bir Halife olmalıdır. Tabiî ki, bu halife tercihen Kureyş’ten olmalıdır. Tabii söylemeye gerek yok, bütün Milli Devletler tanım itibariyle batıldır, ilkönce Batı Emperyalizmi ile değil ama bu batıl rejimleri savunanlara karşı mücadele edilmelidir. Üçüncüsü, Tasavvuf ve Vahdet-i Vücûd anlayışı, takiben hemen hemen bütün tarikatlar, İslâm’ın yozlaşmasına sebep olan bid’atler ve sapkınlıklar içermektedir, tarikatların kaldırılması gerekir. Dördüncüsü, kurulacak İslâm Devleti Şeriat’le idare edilmelidir, Milli İrade ve demokrasi kavramı İslâm Devleti’nde kabul edilemez, seçimler (eğer yapılırsa) bir danışma meclisi için yapılır. Çünkü hakimiyet Allah’ındır. Bu bakış açısına göre Türkiye Cumhuriyeti İslâm Dünyası’ndaki yegane laik demokrasi olarak dâr-ül harbdir, bazıları daha da ileri giderek demokrasiyi ve seçimle iktidara gelmenin meşruiyetini savunanların “müşrik” olduğunu iddia ederler. 

Tüyleriniz diken diken oldu değil mi? Merak etmeyin, bizde bu tarz adamlar çok enderdir. Bizim siyaset geleneğimizde İslâmcı olarak adlandırılan toplum kesimlerinin düşüncelerinin ortak özellikleri ise şöyledir: Birincisi, sahih İslâm anlayışı Ehl- i Sünnet ve’l Cemaat mezhebidir. Reformculuk, mezhepsizlik ve Vehhabilik sapkınlıktır. İkincisi, bütün İslâm Dünyasını (doğal olarak Sünni İslâm Dünyası) İstanbul’dan yönetecek şekilde, Osmanlı’nın ihyası, İstanbul’un başkent olması ve Türk Devlet Reisi’nin Halife olması İslâm Devleti’nin olmazsa olmazıdır. Bu açıdan İslâmcılar, Türkçülere de benzerler, tek farkla, Türkçüler de bütün Türklerin ve eski Osmanlı topraklarının Türkiye’den yönetilmesini isterlerdi. Aslında, bizim İslamcılarımız İslâmcılıktan çok Osmanlıcıdırlar ve milli devlet olarak Türkiye’ye taraftardırlar. Üçüncüsü, Türk Milleti İslâm’ın tasavvufi yorumu ile Müslüman olmuştur. Türkiye’de İslamcı olarak bilinen zümrelerin kahir ekseriyeti tarikat ve cemaatlere müntesiptir veya en azından bunlara karşı değildir. Dördüncüsü, Türkiye’de İslâmcı olarak adlandırılan kesimler, Milli Görüş hareketinden beri demokrasiyi İslam’daki Şûranın karşılığı olarak içselleştirmiş ve milli iradeye dayalı yönetimi de kabul etmişlerdir. Bir de, en önemli husus olarak, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat bakış açısında “ulü’l emre itaat”, yani yönetici otoriteye itaat vardır. Hele bu milletin sevgisine ve güvenine mazhar olmuş bir şahsiyetse meşruiyeti hiç tartışılmaz.  Bu manada, bir Mevdudi, bir Seyyid Kutup, bir Muhammed bin Abdülvehhab, bir Efgani veya bir Abduh Türkiye’deki hakim İslâmi gruplar arasında çok muteber değildir.          

Pekiyi, AK Parti’deki tartışmalar neden kaynaklanır? Bu tip tartışmaların yaşanması burjuva demokrasisinin gereklerindendir ve hem sağ hem de sol partilerde sıklıkla rastlanır. AK Parti bir sağ muhafazakâr kitle partisidir, Türk sağ siyasetinin ekseriyetinde olduğu gibi kalkınmacı bir iktisat bakışına sahip, genel olarak Anadolu’daki eşraf ve Küçük – Orta Boy sermaye çevrelerine dayanan ve bünyesinde sağın bütün renkleri ve soldan da isimler barındıran bir koalisyondur. Zaten bir doktrin partisi olsa %50 civarında oya ulaşamazdı. Yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi ile gelecek olan Yeni Türkiye ise, bir de Yeni Ak Parti’ye ihtiyaç vardır. Bu durum da, ister istemez, bazı kadroların tasfiyesine yol açacaktır. Parti içindeki güç dengelerinin değişmesi bu kavgaya yol açmaktadır, vesselâm…