KÖYDE BAYRAM SABAHI

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Güneşin henüz doğmadığı bir bayram sabahıydı. Dokuz evladının her birine ayrı bir sanat eseri hassasiyetiyle dokunan rahmetli annemin hazırladığı tertemiz elbiseler, döşeklerimizin başucundaydı. Beyaz gömlek (işlik), askılı pantolon (sirebent), kocaman düğmeli ceket (adam ceketi), elle örülen uzun yün çoraplar ve hafif ökçeli lastik (cizlavit) ayakkabı. Ablalarımın içlikleri ve entarileri ise rengârenkti.

Camiye doğru giderken erkek çocukların önünden yürüyen babam, hafif ve nameli bir sesle salavat getiriyordu. Biz de yarışa girmiş gibi tekrar etmeye çalışıyorduk. Babamın köy yolundaki taşları top oynar gibi ayağıyla kenara atmasını çok severdim. Biz de aynı şekilde oynardık onlarla. Gözler bakmak isteyince karanlıktaki taşlar görünüyordu. 

Caminin pencerelerinden dışarıya sızan ve karanlığı aydınlatan güçlü ışık, lüküslerden yayılıyordu. Nesneleri sayma alışkanlığım o zaman da vardı. O bayram sabahı; caminin tavanına asılı küçük tüplerin üzerinde, kimi beyaz kimi sarı ışık veren yedi lüküs saymıştım. 

MEHMET ALİ HOCA 

Sabah namazıyla bayram namazı arasındaki yaklaşık bir saatlik sürede diğer çocuklarla oyuna dalmayan ve uykuya yenik düşmeyen çocuklar hocayı dinlerdi. Köyümüzün imamı rahmetli Mehmet Ali (Nurseven) Hoca güler yüzü, doğrudan iletişimi, güçlü beden dili ile sadece bir imam değil; köylünün sırdaşı, dara düşenin rehberi, anlaşmazlıkları çözen bir yol göstericiydi. İnandığı gibi yaşayan medrese çıkışlı bir alimdi. İtina ile yetiştirdiği evlatları da bugün aynı duruşun güzelliğiyle çevrelerini aydınlatmaya devam ediyorlar.  

Bir süre ders aldığım Mehmet Ali Hoca, geçmişte yaşanan insan hikâyeleri yanında geleceğin hayallerini de zihinlere yüklemeyi başarıyordu. Hiç kuşkusuz hocanın konusuna hâkim, kararlı ve yumuşak üslubu; köy çocuklarının gelişmekte olan kişiliklerinin yerleşmesinde etkili olmuştur. 

O bayram sabahında söyledikleri daha dün gibi hatırımda: “Bayram kendimizi gözden geçirme zamanıdır. Ömrün muhasebesini yapma, iyiliklerle kötülüklerin neresinde olduğumuza kafa yorma vaktidir. Bilmek yetmez, bildiklerimizle yaşamak ve yeni hayaller kurmak lazımdır. Bu bayramı vesile edip kendinize sorular sorun! Nereden geldik nereye gidiyoruz? Ömrümüz neyle geçiyor? Unutmayın ki, aşırı hırs insanı geri götürür. Büyüklenmek, her ortamda kendini öne çıkarmak, her şeyi kendinden bilmek çok büyük bir yanlıştır…” 

Köy camisinin kürsüsünden yıllarca önce aklımıza nakşolan bu sözler, bir bayram günü yeniden sökün etmeye başladı zihnimize. Dinî ilkeleri, felsefe, sosyoloji ve psikoloji gibi bilim dallarının söylemleriyle zenginleştiren ve sözleri sadece bugün değil yarınlarda da taze ve geçerli kalacak hocalara ihtiyacımız var. Zira külli bir bakışla insanın kendisini sorgulamasını sağlayacak söz ve söylemlere, dijital bir işgalin yaşandığı bugün daha fazla muhtacız.

Bayram gününün sağladığı dingin bir ruh hâliyle sezgiye ve bilgiye dayalı akıl yürütmelerin, sanal verilere ve görüntülere dayalı akıl yürütmelere yenik düştüğünü görmek zorundayız. Bugün hayatın merkezine kendimizi koyma alışkanlığının günlük yaşamımızın açık öznesi hâline geldiğini fark etmek durumundayız. 

BAYRAMLAR: ‘NEREYE GİDİYORUZ’ DEME VAKTİ

Hayatını başka şeylerin özlemiyle yaşayan ve varlık bedeninden uzaklaşan günümüz insanının, “kendi gerçeğine” doğru yola çıkmaya ihtiyacı var. Neşe, coşku ve aidiyet duygusunun doruklara ulaştığı bayram günleri; aynı zamanda yeni bir zihinsel dirilişe de vesile olmalı. Böylece zihnimize gelgitler yaşatan emperyal dünyanın bize yüklemek istediği ezber bozulabilir. Bütün ruhumuzla özlemini çektiğimiz kendi hakikatimize yönelebiliriz. Yeryüzünde hep olma yarışından uzaklaşıp hiç olmayı da başarabiliriz. Ürettiklerimizin asıl kaynağını görebiliriz. 

Rönesans’ın en ünlü heykeltıraşı Michelangelo’ya sormuşlar: “Dünyanın en muhteşem şaheseri olan Musa heykelini nasıl yaptın?” Biraz düşündükten sonra cevap vermiş: “Benim yaptığım önemli bir şey yok. Doğadaki güzel bir taşı getirdiler, ben de onu sadece ustaca yonttum. Musa zaten oradaydı ve ortaya çıktı.” 

Bugünün insanı olarak çok büyükleniyoruz. Benlik atına binmekten, bindirilmekten; çoğu zaman “asıl sanatkârı” unutuyoruz. Biz ilahi bir âlem olan sonsuz evrende zaten var olanları öğrenmeye, anlamaya ve oradan hareketle bir şeyler üretmeye çalışıyoruz. Yani bizim için murat edileni yakalamaya ve yaşamaya gayret ediyoruz. Aslında olay bu kadar sade ve basit. 

Bütün şeylerin yerli yerinde, bir düzen ve disiplin içinde, zamanın şahitliğinde akıp gittiği âlemin küçük bir numunesi olan insanın kabına sığmasının yolu; “kendi gerçeğinden” geçer. Böylesi bir bakış açısıyla, bayramları sıradan bir tatilin dışında kendimize yolculuğun fırsatı olarak değerlendirebiliriz. Böylece zamanın içindeki zamanı yakalama, zamanın ruhuna erişme fırsatını da bayramlarda yakalayabiliriz. Zira her vesile ile “kendimizle yüzleşmeye” ihtiyacımız var… Nice mutlu bayramlar dilerim.