KÖKLER

Recep GARİP 29 Mar 2024

Recep GARİP
Tüm Yazıları
"Kökler" Alex Haley'e ait bir roman. Amerika'nın yerlileri Kızılderililerdir, ayrıca yazmak icap eder. Bu romanda Zencilerin hayat öyküsü yedi kuşaktan "Kunta Kinte"ye varan yolculuk anlatılır. Bir vakitler "New York Times'in Bestseller listesinde elli hafta en çok satan kitaplar arasında yer almıştı. Zencileri köleleştirmenin anlatıldığı bu roman, Kuzey-Güney savaşlarından sonra en etkili hadise olarak bakılır Amerikalılarca. Köleleştirmeye karşı inançla karşı konulabileceğini fark eden Zenci Müslümanların kıyamını anlatır. Bir öncü kişinin yüreklere dokunuşla kitleler halinde İslam'a girerler. ​

 


Siyahiler, Peygamberimiz Hz. Muhammed (as)’a yakın olan Hz. Bilal’i (ra) hatırlatır bizlere. Ne zaman bir siyahi yüze, göze denk gelip baksak hep Hz. Bilal Efendimizi çağrıştırır ve duygulanırız. Ondandır bize her zaman siyahilerin (zencilerin) yakın oluşu, kardeşlik hissiyle duygulanışımızın sebebi. Mazlumların yanında oluşumuzda bir iman gereğidir. Siyahiler İslam’la tanışınca asıllarını yaratılış sırrını idrak etmeye başladılar. Tarihlerini, coğrafyalarını, yaratılış sırrını, kültürlerini ve nereden geldiklerini hatırladılar. “Malcolm X” Zenci dünyasının öncü liderlerinden biridir. İlk Zenci Müslümanlar Hareketinin öncülüğünü yapan Elijah Muhammd’in yanı başında yer alırken, ırkçı bir anlayışı savunurken, Hac yolculuğunun onu adım adım değiştirdiğini görüyoruz. İslamiyet’in sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı olduğunu kavramasıyla insanlığa bu duygularını haykırma ihtiyacını duymuş bir liderdir.


 


Romanın ve daha sonra televizyona uyarlanan “Kökler dizisinin” ana kahramanı olan “Kunta Kinte”nin geçmişinin nesiller boyu yaşadıkları, uğradıkları olaylar anlatılır. Afrika’dan küçük yaşta kaçırılan “Kunta Kinte”, her türlü akıl almaz işkencelere maruz bırakılarak pislikler içinde bir gemiyle Amerika'ya götürülür. İnsan olarak yaratılan insanın eğer insanlık duygusunu kaybetmemiş ise bir başka insana yapılmayacak işkencelerin, vahşetlerin Zencilere, Kızılderililere, sömürgeleştirdikleri ülkelere yapıldığı ve filmleştirildiği unutulmamalıdır. Günümüzde yaşadığımız savaşların, zulümlerin, işgallerin sebeplerini doğru anlamak için “Kökler”e dönmenin gereğini hatırlatmak için böylesi bir yazıyla karşınızdayım. Batı dünyası tek kelimeyle barbardır, zalimdir ve vahşidir. Günümüzdeki vahşetlerin, terörlerin planlayıcısı odur. Gazze (Filistin), elli yıldır işgal halinde ise, İsrail zulmünü sürdürüyorsa batının zalimliğinden dolayıdır. Doğu Türkistan'ın, Keşmir’in, Kırım'ın, Ukrayna’nın durumu da budur. Batı, insan olma özelliklerini yani aklını, idrakını, izanını ve vicdanını kaybetmiş, vahşi hayvanlara dönüşerek kendinden olmayana hayat hakkı tanımamaktadır. Lakin zulümle abad olunmaz. Zulüm gün gelir zalimin başının ezilmesine, gücünün yok edilmesine zemin hazırlar. Mazlumların ahı elbette yerde kalmaz. 


 


Köleleştirme, sömürgeleştirme bu çağda da devam ediyor. Köleleştirmeye yöneltilen insanlığın, tek tipleştirmeye, aklı ve idrakı terk ettirerek mekanikleştirilmeye, özellikle Türk-İslam halkları üzerinde uygulanan vahşetlerin böylesi bir boyutu söz konusudur. Sömürmeye, haksız kazanmaya, dünyanın çivisini sökmeye kalkışan Batı dünyası aslında kendi çivilerini, kendi köklerini kemirmektedir. Kendi sonunu hazırlamaktadır. Farklı renklerin, farklı dillerin ve farklı dinlerin mensuplarının bir arada insanca yaşayabileceği medeniyet, İslam medeniyetidir. Bizim medeniyetimizdir. Osmanlı Cihan Devleti bu alicenaplığı göstermiş nice eşsiz örneklerle doludur. Yeniden İslam’a yönelmenin, Kurana ve Sünneti Rasulüllaha dönüşlerin sebebi budur. İnsan, fıtratına uygun olanı özler ve sürekli kaybetti fıtratını arayıp bulmak ister. Elbette ki arayanlar bulanlardır. Rahmetle yâd ettiğimiz Cahit Zarifoğlu bu çağa olan düşüncesini ne güzel ifade etmiş:


“Ben bu çağdan nefret ettim


Etimle kemiğimle nefret ettim”.


 


Rahmetli Cemil Meriç, “Bir Dünyanın Eşiğinde” eserinde aynı duygularla aynı acıları, endişeleri hissederek şöyle ifade ediyor: “Çağdaş insan, kökleri kopmuş bir ağaç. Hem kendine yabancı, hem tabiata. İlim, maziyle ilgimizi keserken bizi kutsala bağlayan bütün köprüleri uçurdu. Kalıplaşmış inançların setleri yıkılınca azgın iştahalarla, hayvani içgüdüler şuura saldırdı. Maddeye baş eğdirirken, biz de maddeleştik.” Maddeleşen insan, insan olma hasletlerini kaybetmiş demektir. Yeniden öze dönmek için düştüğümüz yerden kalkmak icap eder. Buhari’de zikredilen bir Hadisi şerifte, “Mü'min, aynı delikten iki defa sokulmaz” buyruluyor. Yani, Mümin uyanık insandır iki defa aynı hatayı yapmaz.


 


Toplumlar, kendilerini gözden geçirmeye mecburdur. Toplum öncülerinin yaşayışları, üslupları, konuşmaları, halleri topluma yaptıkları hizmetlerinden daha asildir, daha kıymetli ve önemlidir. Elbette böylesi öncülük edenlerin hizmetleri de ihlasla, samimiyetle, bir emaneti yerine getirme anlayışı içinde dünyanın aldatıcı hallerinden uzak durmak suretiyle bunu gerekleştirmelidirler. Merhum İstiklal şairimiz Mehmet Akif'in ifadesiyle:


“Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu,


Gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer'den onu”. Bu bilinç, bu şuur; toplumun yöneticilerini ve toplum bireylerini aynı değirmende öğütür, öğütmelidir. Devletin amacı; içerde ve dışarda adaleti sağlamak, sınırları korumak, her ferdin aynı haklara sahip olduğunu, hiçbirinin diğerinden üstün olmadığını bilmek, inancına müdahale etmemektir. Adaletin her ferde uygulanışıyla bunu sağlamaktır. Çağın durumuna göre milletin ihtiyaçlarını gidermek, geleceği emanet edebileceği gençliği çağın durumuna göre eğitip, tarihinden, uygarlığından, dininden, dilinden, imanından, edep ve ahlakından, kültüründen zerrece saptırmamaktır. Bir medeniyetin mensubiyeti içinde olduğu öğretilmelidir. Dış dünyaya karşı vatanı, milleti korumak, Türk ve İslam coğrafyasının uhuvvetini, birliğini her şeyin üstünde tutmaktır. Sınırsız toprakların sahipleri olduğumuz öğretilmeli ve fetihlerle elde ettiğimiz bütün yurtların bizim sesimize, nefesimize, inancımıza, imanımıza, ezanımıza, ay yıldızlı bayrağımıza ve İstiklal Marşımıza muhtaç olduğu bilinmeli ve öğretilmelidir.  


 


Orhun Kitabelerinde bizlere şöyle söylenilmektedir: “Doğuda, Kadırkan Ormanının ötesine aşarak milleti böyle kondurduk ve böyle düzenledik. Batıda Kengu-Torman’a kadar Türk Milletini böyle kondurduk ve düzenledik”. Milletin anlayışına, inancına, yaşayışına müdahale asla kabul edilemez. Birliğin tesisi, kardeşliğin güçlenmesi eşit haklara, adil yönetilmeye muhtaçtır. Asli ihtiyaçlarını devletin karşılama mecburiyeti vardır. Bir devleti devlet yapan, büyük devlet olma umudunu yücelten ana unsur; toplumun-halkın ideallerini, medeniyet sevdasını inancından yani Kuran ve sünnetten ayrılmamak kaydı şartıyla umudunu, arzularını ve hayallerini kaybettirmemek, Kızıl Elma hedeflerini göstermektir.  


 


“Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” yurt edinme ülküsünü taze tutmaktır. Toplumlar umutlarıyla, hayalleriyle büyür ve gelişirler. Destanlarıyla yeni destanlara yelken açarlar. “Üstümüzde mavi gök, altımızda yağız yer bulundukça, ikisi arasında insanoğlu kılınmıştır. İnsanoğlunun üzerine ecdadımızın bıraktığı emanet, bize bırakılmış emanettir.” Tarih, uygarlık ve medeniyet anlayışımız; “Gökte nasıl bir Tanrı varsa, yeryüzünde de dünyayı idare eden bir tek hükümdarın olması icap eder” vesselam.