KAHİRE GÖRÜŞMELERİNDEN ÖNCE BİR DEĞERLENDİRME

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Bu yazı pazar günü kaleme alınıyor ve okuyucusu ile pazartesi günü buluşuyor. Bu hafta buluştuğunda okuyucunun gündemi Türkiye'deki yerel seçimlerin sonuçları olacak.

Kimsenin, doğal olarak, dünyada neler oluyor diye merak etmeyeceği bir gün. Yine de dünya dönüyor ve dünyanın bir kısmı paskalya günlerinde kakao krizinden bahsederken bir kısmı -yine bu yazı kaleme alındığı gün yani pazar günü- gerçekleşmesi beklenen Kahire görüşmelerinden çıkacak sonucu bekliyor.

Bilindiği üzere ateşkes ve rehinelerin salınması ile ilgili koşulları görüşmek üzere İsrail ve Hamas Kahire’de arabulucuların da bulunacağı bir ortamda bir araya gelecekler. İsrail sağının kalesi, ethosunun yıkılmaz bekçisi olmak üzerinden siyasi ve jeopolitik başarısızlıklarını örtmeye çalışan Netanyahu ve hükümeti için kritik bir karar gibi görünse de, bir “ilk” karar değil. Hamas ile daha önce de geçici ateşkes ve rehine-mahpus takası yapılmış, yani “Amalek” filan gibi adlarla yok edilmesi meşrulaştırılan örgütle anlaşılmak durumunda kalınmıştı. O zamanki anlaşma çok mütevazi koşullar üzerinden yükselse de Hamas lehine siyasi ve sembolik kazanımlarla doluydu. En önemlisi Hamas’ın Filistin direnişi söz konusu olduğunda direnişin temel aktörü olduğu iması anlaşmaya ve sonrasındaki gelişmelere içkindi. Dolayısıyla anlaşma Netanyahu ve Netanyahugiller adına yeni bir yenilgiyi temsil ediyor, Arap/İslam dünyasında Hamas’ın Filistin direnişini domine etmesinden memnuniyetsizler olsa da örgütün konumunu güçlendiriyordu. Tüm bu nedenlerle Netanyahu, anlaşma bitirildiğinde “Filistin’in Hamassızlaştırılması” planına geri döndü ve bir daha böyle bir anlaşmaya gerek kalmayacağını eylem ve söylemleriyle belli etti. Geçtiğimiz ateşkesten bugüne bu süre zarfında İsrail’in Gazze’yi dümdüz ettiği, yokluk ve yoksunluk üzerinden BM raportörlerinin dikkat çektiği üzere soykırım sınırlarında dolaşan sivillere yönelik baskı ve savaş suçu uyguladığı, Hamas’ın önemli kadrolarının sadece Gazze’de değil sınır ötesinde de avlandığı, hatta bu avlama işinin giderek Hizbullah kadrolarını hedef alacak şekilde genişletildiği bir süreç geçirildi. Yine de son geldiğimiz noktada bu kadar militarize bir stratejiden sonra hala İsrail Hamas ile masaya oturmak zorunda kalıyor.

İsrail’in yenilgileri

Pazar günü ne sonuç çıkarsa çıksın, bu zorunluluk hali bile Netanyahu ve İsrail için yeni bir yenilgi demek. Bu tür görüşmelerin neleri kapsayacağını üç aşağı beş yukarı tahmin ediyoruz elbette ama tam koşullar açıklanmadan anlaşma ya da görüşmeden kim ne kazandı bunu çıkarsamak zor. Görüşme aşamasında dahi Hamas’ın siyasi olarak kazanç sağlayan taraf olduğunu söyledik. Eğer bir anlaşma çıkarsa, anlaşmada Gazze’ye yardım ve Filistinli tutukluların salınması ile ilgili maddeler olursa Hamas’ın Filistin direnişini konsolide etmek ve Filistin direnişi adına konuşma noktasında eli çok güçlenir. Hamas’ın tek başına, çöl ortasında kapasite inşa etmediğini de biliyoruz dolayısıyla Hamas’ı desteleyen aktörlerin de Filistin davası üzerinden eli güçlenir. Yani ilk anlaşmadan kazançlı çıkan tüm taraflar bu anlaşmadan da katlanarak kazançlı çıkarlar. Batı Şeria’da seçimi Hamas ve İslami Cihat tarafından onaylanmayan yeni bir hükümet var ve hükümet daha işe başlar başlamaz -ve belki de sahadaki gerçeklerin bir yansıması olarak- Gazze meselesinden önce Batı Şeria ekonomisinin çöküşünden bahsetti. Nüfusun yüzde 90’a yakının işinden gücünden olduğu günler geçiriliyor ama Gazze’de insanlar neredeyse toplama kampı koşullarında yaşarken Batı Şeria’daki otoritenin kendini ekonomi veya siyasi yaşam üzerinden var etmesi çok zor. Knesset’teki Arap partilerin sessizliğe bürünmesi de bundan. Gazze orada durdukça Gazze dışı bir gündem, direniş dışı bir varlık alanı Filistin siyaseti için var olmayacak. Bu nedenle görüşmelere katılma konusunda, belki masayı bir şekilde deviren taraf olma planıyla, Netanyahu’nun olumlu bir sinyal vermek zorunda kalması iki şeyi gösteriyor. İlki, İsrail’in üzerindeki baskının arttığı gerçeği, ikincisi İsrail’in artık yenilgileri saymaktan vazgeçtiği gerçeği.

BMGK kararı ve uluslararası baskı

İsrail’in üzerindeki baskıdan bahsettiğimizde dudakların alaycı bir tebessümle kıvrıldığını görür gibi oluyorum ama bu görüşmeleri biraz zorlayan hususun da BM Güvenlik Konseyi’nin nihayet Gazze’de ateşkes çağrısı yapan bir kararı kabul etmesi olduğu unutulmamalı. Bu karar, Gazze’nin durumunu takip edenler için çok geç kalmış bir karar. Nihayetinde Ramazan ayı başlamadan dillendirilen insani ateşkes fikri, Ramazan’ın bitmesine bir ay kala ağır aksak çıktı. Ama yine de Güvenlik Konseyi’nin bu neticeye ulaşması ve ABD’nin kendi ateşkes önerisi veto edildikten sonra Konsey gündemine gelen ateşkes önerisi içeren teklife karşı veto gücünü kullanmama kararı vermesi önemli. ABD, son kararda, bilindiği üzere çekimser kaldı ve Netanyahu’nun tepkisini çekti. Son karar daha önce ABD’nin Konsey gündemine getirdiği karardan farklılık içeriyor, çünkü ABD’nin Rusya ve Çin’in vetosu ile reddedilen kararı ateşkes, yardım ve rehinelerin serbest bırakılmasını birbiriyle ilişkilendiriyordu. Eğer o karar kabul edilmiş olsaydı İsrail’in kayıplarının görünürlüğü gölgelenebilirdi. Uluslararası toplumda birileri buna izin vermedi zira Rusya ve Çin, İsrail’in kayıplarının ABD’nin kaybı gibi göründüğünün farkında ve bunun gölgelenmesini filan istemiyor. Gazze’de İsrail militarizminin geldiği boyut da İsrail’in kendini savunma hakkı konusunda kafaları karıştırıyor.

ABD, İsrail’in kayıpta gözükmeyeceği bir çözüm arıyor

Daha önce ateşkesin uluslararası toplum (BM ve ilgili kurumları) tarafından kati bir biçimde zikredilmemesinin iki temel sebebi vardı. İlki Ortadoğu büyük güçler arası mücadelenin bir sahası ve Rusya ile Çin bu sahada ABD’nin henüz bir çözüm bulamamasından memnuniyet duyuyor olmalılar. Aslında ben Washington’un güçler dengesini yerine oturtmak için arka kapı formülleri üzerinde çalıştığını düşünenlerdenim. Blinken sayısız kere bölgeye sadece bölge aktörlerinin öfkeli yakınmalarını dinlemek için gitmiyor olmalı. Ama iki sorun var. Öncelikle bölgede herkes, İsrail’in tüm yenilgileri nedeniyle bir yüke dönüştüğünü kabul ediyor. ABD’ye göre ise üstelik çok çeşitli nedenlerle (iç politik etkenler filan da devrede) kurtarılması gereken bir yük. İsrail, Hamas dışında Suriye’de orayı burayı vurarak ve önemli isimlerin kafasını alarak sadece yük değil hala işleyen bir dengeleyici olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Biraz beyhude, çokça tehlikeli bir çaba. İçinde İsrail’in de var olduğu ama merkezinde olmadığı bir dengeleme nasıl kurgulanacak ve bu kurguda otonomi gibi riskler nasıl önlenecek, Washington bunu soruyor kendine. Ayrıca bu tabloda İsrail’in kaybediyormuş, kayıp içerisindeymiş gibi görünmemesi lazım. Gazze’nin dümdüz edilmesi, hatta işgal edilmesi, modern İsrail’in kimliğine içkin “vaat edilmiş/hak edilmiş topraklar, güvenlik işgal ve önleyici saldırıyla sağlanabilir ve tüm yaptıklarımıza rağmen uluslararası toplum için sorun oluşturmayız” yalanını tatmin edebilir göründüğünden ABD, İsrail’in Gazze’yi bir an önce bitirmesi için Tel Aviv’e gerekli desteği vermeye devam ediyor (Güvenlik Konseyi kararları bağlayıcı değil dedikten sonra yeni mühimmat ve silah satış onayını verdiler). Tabi, İsrail, bu desteğe rağmen bugün işi bitirebilmiş değil dahası işgal ve ganimet üzerinden güvenlik sağlanması hayali kabusa dönüştü, çok fazla kan döküldü, çok kötü kan döküldü ve İsrail toplumu nefret öznesine dönüşmüş olarak bu bölgede yaşamak zorunda. Böyle bir güvenlik anlayışı olamaz, bu çıktıdan sadece korku ve güvensizlik ürer. Ayrıca İsrail’in önleyici savaş yapma kapasitesi de bölgesel dengeler gözettiğimizde çok sorunlu.

İsrail’in demokrasiyiz ve savunmadayız öz-yanılsaması

Esas değişimlerden biri de İsrail’in haklılığı üzerinden yaşanan kafa karışıklığının Gazze’deki kanla beraber hafif hafif yıkanmaya başlaması. Zira İsrail’in haklılığı, ganimetin hak oluşu, işgalin hak oluşu gibi garabet bir yerden bakmıyorsanız savunma hakkı ve demokratik olma gibi iki varsayımdan kaynaklanıyordu. Adalet Divanı’nın daha önce konuyu ele alırken İsrail’in soykırım suçu işlediğine dair şüpheye hak vermekle beraber savunma hakkını kısıtlama yönünde bir adım atmaktan çekindiğini görmüştük. BMGK’nin yukarıda andığımız kararının akabinde Adalet Divanı’nın İsrail’in Gazze’ye insani yardımı mümkün kılma sorumluluğunu sertçe hatırlatması son derece önemli. Artık Gazze’deki operasyonun savunma hakkından savunmanın insansızlaştırma üzerinde kurulduğu bir tür suça doğru evrildiği kanısının uluslararası toplumda oluştuğunu gösteriyor. Öte yandan İsrail, her açıdan yenilgi ve yüke dönüşmüş bir aktör olarak, kendisini yenik, yük haline gelmiş neredeyse soykırımcı bir aktöre dönüşmüş hükümetini değiştiremiyor. Knesset’de partiler güvenlikçi ve işgalci politikaları onaylıyorlar. Lapid, ana muhalefet lideri olarak seçim meçim diyor ama iş yasa çıkartarak Netanyahu’nun güvenlikçi politikalarını ya da rehinelerin unutuluşunu değiştirmeye gelince Lapid’in gücünün yeterli olmadığı da görünüyor. Arap partileri, suskun. Sokaklar uzun bir süredir bağırdıkları kadar, belki daha çok bağırıyorlar ama mesele Netanyahu’nun kafasını götürmekten daha karmaşık ve başka bir İsrail’in (işgal ve militarizme dayanmayan bir İsrail’in) zorlanması meselesi olduğu için, toplum buna hazır görünmüyor. Korku, öfke, ganimete dayalı konformizm başka bir İsrail mümkün hayaline tercih ediliyor. O nedenle Netanyahu’yu götürecek gerçek bir demokratik hamle yapmak ve işi en azından bu kadar kan ve nefret ortaya saçılmadan tamamlamak mümkün olmadı. Bugünden sonra sadece Netanyahusuzluk ile ilişkili olmayan daha radikal bir yeni düşüncenin İsrail’de yeşermesi gerekiyor ama topraklar çorak görünüyor. Uluslararası baskı toprakları yeşertmeye tabi ki muktedir değil, ama toplumun gözlerinin açılması için bu topraklar çorak, kanla sulamak da işe yaramayacak demenin etkili yollarından biri İsrail’in Gazze’yi işgal etse ve Rafah’ı bitirse bile kazanamayacağını, haksız olduğunu söylemek. Ağır, ağır bu sesin uluslararası toplumda daha çok çıktığını görüyoruz.