BÖLGE DİNAMİKLERİ EKSENİNDE SURİYE SORUNU

Vehbi BAYSAN 08 Ağu 2016

Vehbi BAYSAN
Tüm Yazıları
Rusya'nın ikinci yılını tamamlamak üzere olan Suriye'ye doğrudan askeri müdahalesi, özellikle Putin için bir başlangıcından itibaren bir 'prestij' projesiydi.

Rusya’nın ikinci yılını tamamlamak üzere olan Suriye’ye doğrudan askeri müdahalesi, özellikle Putin için bir başlangıcından itibaren bir ‘prestij’ projesiydi. Bu sayede, uluslararası alanda Rusya’nın yanıt veremediği pek çok ciddi olay artık konuşulmaz oldu. Ukrayna’da olan bitenler, Kırım meselesi, düşürülen Malezya uçağı... Gibi olaylar geçici bir süre için dahi olsa artık tarihin karanlıklarına gömüldü.

Rusya’nın Suriye’ye doğrudan askeri müdahalesi bölge ülkelerine gayet ciddi, bir o kadar da güçlü mesajlar veriyordu: Amerika’ya artık güvenmeyin, bize güvenin! 11 Eylül 2012’de Libya’nın Bingazi şehrinde Hillary Clinton’ın ifadesiyle ‘el-Kaide türü aşırı dinci bir örgütün saldırısıyla’ öldürülen konsolosu Chris Stevens olayından beri ABD, Ortadoğu planlarını terk etti, müdahalelerini en aza indirgedi. Bu arada Chris’in Arapça bildiğini ve başlangıcından beri Libyalı devrimcilerin yanında yer alıp onlara yardımcı olduğunu da burada belirtelim.

Ancak, Ortadoğu’da asıl sorun, bölge ülkelerinin kendi meselelerini kendilerinin çözebilme yeteneklerini geliştirmeleri, yada şimdiye kadar geliştirememiş olmaları ile alakalı. Aslında, tarihsel olarak bu ülkelerin kendi kendilerine yeter seviyeye gelmiş olmaları gerekirdi. Ne Amerika’ya ne de Rusya’ya bağımlı olmalıydılar, kendi başlarına hareket edebilme yeteneklerini geliştirmiş olmaları çıkarlarına daha uygun olurdu. Bu durum, son yıllarda Ortadoğu’da “Self-reliance” başlığı altında entelektüeller arasında en popüler ve çok konuşulan konulardan biri.

Ama bunu pratiğe dökmenin sonuçlarını kestirmek hiç de kolay değil, zira, dışarıdan bakıldığında bir ‘birlik’miş gibi görünen Arap dünyası içindeki rekabet ve fikir ayrılıkları sanılandan çok daha fazla. Üstelik, birbirlerine olan güven muhtemelen en düşük seviyede. Arap ülkelerinin Suriye konusunda hala ‘fikren’ ittifak edememiş olmaları, birlikte hareket edebilecekleri elle tutulabilir bir strateji geliştirememiş olmaları bu ayrılıkların en bariz göstergesi. Konunun uzmanlarına göre yakın gelecekte de çözümlenecek gibi görünmüyor.

Kağıt üzerinde Ortadoğu’daki en büyük kırılma Suudi Arabistan’ın başını çektiği Sünni blok ile İran’ın liderlik ettiği Şii dünyası rekabetinden kaynaklı görünüyor. Oysa bu teze biraz temkinli yaklaşınca, rekabetin dini yada mezhepsel olmasından öte, öncelikle ekonomik, sonrasında siyasi olduğu görülüyor. Yani İran, her şeyden önce Suudi krallığı için ‘ekonomik’ bir rakip. Sıradan bir rakip değil elbet, krallığın can damarını kesebilecek hatta ekonomik bir çöküşe götürebilecek güce sahip. Dolayısıyla İran’ın mümkün olduğunca uzun süre ekonomik rekabetten, hatta bölge ‘denklemlerinden’ ve ‘stratejik oluşumlarından’ tümüyle uzak tutulması bu durumda elzem. Hatırlanacak olursa, ABD’nin İran ile (içeriği hala tam olarak bilinemeyen) anlaşmasının ardından, İran petrolünün piyasaya gireceği beklentisi dahi spekülatif olarak yükseltilmiş olan petrol fiyatlarının düşmesine ve neticede Suudi Arabistan ekonomisinde tamiri güç yaralar açtığına şahit olduk. Hatta, IMF böyle giderse Suudi Arabistan ekonomisinin beş yıl içinde iflas edebileceğini ilan etti.

Bunun üzerine Suudi Arabistan petrole dayalı ekonomiyi artık terk edeceğini  ve yirmi yıl içinde ekonomisini farklı üretim araçları ile yapılandıracağını açıkladı. Birbirlerine ciddi zararlar verebilecek bu iki ülkenin bölgesel sorunlar söz konusu olduğunda ortak müştereklerde buluşması elbette beklenemez. Hatta gözlerini o kadar karartmışlar ki, sorun çözmek yerine, birbirlerine ‘çelme takma’ uğruna sorunların daha da karmaşıklaşmasına yol açtıkları dahi söylenebilir.

Suriye’de beş yıldan beri sorunların katlanarak artması ve sonunda bu aşamaya gelmesinde bölgesel rekabetin ve kimi zaman önemsenmeyecek kadar küçük çıkarların oynadığı rol büyük. Sonuç olarak, Suriye’de yüzbinlerce insan öldü ve ölmeye devam ediyor; milyonlarca insan mülteci konumuna düştü, düşmeye devam ediyor ve yine milyonlarca insan Arapça tabiriyle ‘nazihin’ yani yerlerinden yurtlarından edilmiş konumuna düştü ve düşmeye devam ediyor.

Suriyeliler için felaket bulutlarının ne zaman dağılacağı, vatanlarına ne zaman geri dönebilecekleri hala belirli değil, ufukta cılız da olsa bir ışık görülmüyor. İç savaş bugün sona erse, ülkenin yeniden imarı için milyarlarca dolara ve yıllar sürecek bir planlamaya gereksinim var. Yakılan, yıkılan köy, kasaba ve şehirlerin yeniden yapılanmasının finansmanının nasıl ve nereden sağlanacağı belirsizliğini koruyor. Tamamıyla bozulan alt yapının inşası mali olarak karşılanabilse de, aynı derecede bozulan toplumsal yapının yerine oturması bir kaç kuşak sürecek gibi.