ARAP BAHARI BİR KADER MİYDİ?

Vehbi BAYSAN 07 Nis 2016

Vehbi BAYSAN
Tüm Yazıları
Aralık 2010 yılında Tunus'ta bir seyyar satıcı zabıtaların kötü muamelesini protesto için kendini yaktı ve sonraki süreçte Ortadoğu coğrafyasında tüm taşlar yerinden oynadı.

ARAP BAHARI BİR KADER MİYDİ?

 

Aralık 2010 yılında Tunus’ta bir seyyar satıcı zabıtaların kötü muamelesini protesto için kendini yaktı ve sonraki süreçte Ortadoğu coğrafyasında tüm taşlar yerinden oynadı. Aslında, Tunus’ta tüm Ortadoğu coğrafyasına genelleyebileceğimiz sıradan bir gündü o gün - güvenlik güçleri ‘günlük sporlarını’ icra ediyorlar, halka patronun kim olduğunu hatırlatıyorlardı. Bu yaptıklarının birbiri ardına olayları tetikleyeceğini, rejimleri değiştireceğini, Arap coğrafyasını geri dönülmesi olanaksız tarihi bir dönüm noktasına sürükleyeceğini bilemezlerdi elbette.

 

Aslında, olayların böylesine evrileceğini hiç kimse, bölgede yaşayanlar dahi önceden tahmin edememişti. Muhtemelen bunda şaşılacak fazla bir şey yok, çünkü, uzun süren soğuk savaşın yetiştirdiği uluslararası uzmanlar dahi Sovyetlerin dağılacağını önceden tahmin edememişti.

 

Arap coğrafyasıyla ilgili geçmişte pek çok senaryo vardı, işte en öne çıkan bazıları:

 

1- Filistin-İsrail Savaşı: 1967’de İsrail’in ‘pre-emptive’ saldırısıyla Filistin ve Arap topraklarını işgal etmesi sonucunda Filistinlilerin daha örgütlü bir direnişlerini tırmandırması bu teoriyi güçlendirmişti. 1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü Arap dünyasında ‘Abu Ammar’ lakabıyla tanınan Yaser Arafat liderliğinde yıllarca Filistin halkının tek resmi temsilcisi olarak eylemlerde bulundu. Ancak bu eylemler savaşa dönüşmedi, üstelik beklenenin aksine etki yaratarak Filistinlileri uluslararası alanda ‘terörist’ konumuna getirdi ve bu durum doksanlı yıllara kadar devam etti. Bu teori gerçekleşmedi..

 

2- Arap- İsrail Savaşı: Filistinlilerin bu işi tek başına halledemeyeceğine hükmeden uzmanlar, Arapların güçlerini birleştirip İsrail’e karşı topyekün bir saldırıya girişeceği üzerine odaklandılar yıllarca. Zira, 1967 İsrail saldırılarında Mısır, Sina yarımadasını; Ürdün, Batı Şeria’yı; Suriye, Golan Tepelerini; Lübnan, güney bölgesindeki topraklarını kaybetti. Bu toprakların bir kısmı anlaşmalarla iade edilmiş olsa da önemli bir kısmı hala İsrail’in işgali altında ve uluslararası literatürde ‘occupied territory/işgal altındaki topraklar’ olarak geçmektedir. Buna göre, özellikle topraklarını kaybeden ülkeler önderliğinde bir Arap ordusu tesis edilecekti. Arap Ligi’nin Ortadoğu’da bu alanda birleştirici olması dahi düşünülmüştü. Ancak bu teori de gerçekleşmedi..

 

3- Su Savaşları: Ortadoğu’da gerçek bir savaşın çok daha somut bir etmen üzerinden gerçekleşeceği düşünüldü bir süre. Su gerçekten çok kıt. Yeraltı sularının oldukça derinlere inilerek kullanıma sunulması hayli maliyetli. Su projelerinin en büyüğü otuz milyar doları aşan bütçeyle Libya’da ‘Nehr Sınai’ adıyla devam etmekteydi, ancak Kaddafi’nin devrilmesi ve ülkenin iç savaşa sürüklenmesiyle projenin akıbeti meçhul. Son zamanların en büyük projelerinden biri Ürdün’ün güneyindeki Disi yeraltı suyunu başkent Amman’a doğru taşıma projesi ve hala devam ediyor. Bir diğer örnek de, İsrail yıllardır Golan Tepelerini işgal altında tutuyor. O bölge Suriye’nin başkenti Şam’a o kadar yakındır ki, bulutsuz bir günde Qunaitara taraflarına baktığınızda şehri kocaman dürbünüyle izleyen İsrail askerlerini görebilirsiniz. Jeo-stratejik öneminden ziyade o bölge, zirvesi yılın on ayı karla kaplı Cebel Şeyh/Şeyh Dağı sayesinde bölgenin su deposudur. Su sorun olmaya devam etmekle birlikte genel bir savaşa yol açmadı..

 

4- İslami örgütler Tiran rejimlere alternatif: Yetmişli yıllarda daha da güçlenen İslami akımların Ortadoğu’daki dikta rejimlerinin alternatifi olacağı söylentileri, bu akımların seksenli yıllarda seçimler yoluyla parlamentolara girmesi ile daha da yüksek sesle dile getirilir oldu. Daha organize, militer mücadeleden ziyade siyasi hayata daha entegre bu yapılar rejimlere özellikle doksanlı yıllardan itibaren soğuk terler döktürdüler. Ancak, beklenen gerçekleşmedi ve bu örgütler Ortadoğu’da lider kadrolara geçemediler.

 

En belli başlılarını sıraladığımız senaryoların daha niceleri üzerinde yıllarca konuşuldu. Ve, Arap Baharı dediğimiz ‘değişim rüzgarları’, hiç beklenmedik bir şekilde, hiç beklenmedik bir ülkeden gelerek hiç beklenmedik sonuçlarla Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye başladı. 1916 tarihli Sykes-Picot’tan farklı olarak değişimi Arap gençliği kendi gücüyle başarıyor, hem de tüm komplo teorilerine inat!..