Adalet kavramını tanımlarken her şeyi yerli yerine koymak şeklinde izah ederiz.
Adalet kavramını tanımlarken her şeyi yerli yerine koymak şeklinde izah ederiz. Çünkü eşya da tabiatı gereği yerini bulmalıdır insan da hak ettiği yerde olmalıdır. Dikkat edilirse sadece insana bir adalet tanımı getirmiyoruz. İnsan âlemin içinde eşyasıyla, doğasıyla her şeyi ile adaleti yerli yerince tanımlayabilmeli. Adalet ancak böyle gerçekleşir. Günümüzde iklimin bozulduğundan, kuraklıktan, sellerden bahsediyor ama buna rağmen hala hırsla binalar yapmaya ormanları, ağaçları katletmeye devam ediyoruz. Metropoller inşa etmek uğruna nerdeyse orman bırakılmadı. İnşa edilen megakent ormanları var artık. Bir zamanlar yerinde kendiliğinden çıkan ağaçların yerlerinde betondan yeller esiyor. Başka yerlere ağaçları taşıyoruz ve kendimizi avutmak için yeşillikler, ormancıklar inşa ediyoruz. Adaleti dahi insan kendini avutacak şekilde kandırabiliyor.
Kalp ve akıl birlikteliği
İyilik zamanında yapılır. Doktor reçeteyi verirken izah yapar. İlacın ne zaman alınacağını söyler ve özellikle de tembih eder. İlaçları belirli saatte alırsan tesir eder faydasını görürsün der. İlacı kafamıza göre alamayız. Unutup da sonra aldığımız ilaçların tesiri de ancak o kadar olur. Zamanında söylenen sözün faydası olur. Sevdiğini sevdiğine zamanında söylemezsen o anı kaçırırsan bir daha fırsat eline geçmez, kıvranır durursun. Yeri geldiğinde kızgınlığını da usul dairesinde hakkın yerini bulması için söyleyeceksin. Ama nefsin için değil her attığın adımı Hak için yaptığına emin olmalısın. Bunun için de kalp ve akıl sağlığın yerinde olarak düşünecek ve gönlünden de işaret alacaksın. Sadece kalple düşünmek olmaz sadece akıl ile hareket etmek de olmaz. Bir denge ve yerli yerindelik esasıyla hareket etmeliyiz. Bir düşünsek ya, gezegenlerden biri bir milim yerinden oynasa ne olurdu.
İhmal edilmemeli
Siyasiler veya siyaset arenasında olup bitenlere bazen biz siviller akıl vermekte zorlanıyoruz. Aslında çoğu zaman zorlanıyoruz. Birçok bileşenin bir araya geldiği siyaset dünyasında işler farklı işleyebiliyor. Bizim dışarıdan ihmal, vurdumduymazlık diye tabir ettiğimiz şeyler zamanı gelince ortaya çıkıyor ki, yeri ve zamanı gelmediği için hamle yapmanın bütün taşları devireceğinden kaçınıldığına. Hayatımızda da zamanında yapılan işler zamanında edilen müdahaleler gibi can kurtarıcıdır. Bir ara yaparız diye aksatılan sonraya bırakılan işler ihmal edilmiş demektir. Bu durumda domino taşı gibi bir etkiye maruz kalırız. Hem ruhumuz zehirlenir hem de ilişkiler yıpranır. Siyaset arenasında hesaplar başka türlü olabilir ancak evliliğimizde, çocuklarımızla olan ilişkilerde ve hatta iş hayatında olaylara zamanında el atmak gerekir.
Tedbir almak esastır
Yeri geldiğinde ve zamanında tedbir almak esastır. Nasılsa Allah’ın dediği oluyor diye yan gelip yatamayız. Sorumluluktan kaçmak için bahaneler üretemeyiz. Tedbir kuldan takdir Allah’tandır diye boşuna söylenmemiştir. Allah veya evren adına ne diyecekseniz deyin fizik kuralları her yerde var. Görünen âlemde henüz gözlerimizle göremediğimiz âlemde kurallar işliyor. İnsana akıl boşuna verilmedi. Düşünsün, anlasın, bulsun diye her yerde olan kurallar sorumluluğumuzu daha da artırmaktadır. Her alanda ve anda tedbir almak zamanında gereğini yapmak ve herkesin kendi üzerine düşen sorumluluğu olduğu bilinciyle hareket etmesi gerekiyor. Sorumluluk sahibi kişilerin etrafında çöreklenen sorumsuzlara da göz açtırmamak ve anında neşteri vurmak iletişim açısından en sağlıklısıdır vesselam.
DÜNYA MÜZİK GÜNÜ
Dünya Müzik Günü, Fransız müzik ve dans yönetmeni Maurice Fleuret tarafından tasarlanıp 1981 yılında uygulanmaya başlamış. Dünya Müzik Günü önerisi ile iki konunun geliştirilmesi amaçlanmış. Benim de başından sonuna kadar desteklediğim bu iki önerinin özellikle şehir hayatını renklendiren sanatçıların her yerde görünmesi, müziğin kulaklarımıza ulaşması ve toplum sağlığı açısından değerli buluyorum. Birinci öneri amatör ve profesyonel müzisyenlerin sokak performanslarını cesaretlendirmek, diğeri ücretsiz konserlerle her yerde herkes için müzik kavramını yaygınlaştırmak. İngiltere’ye gittiğimde görmüştüm. Oxford’un bir caddesinde müzisyenlerin performanslarını sergilemelerine yer verilmişti. Profesyonel olan sanatçıların muhteşem müziklerini dinlemek popüler olanın ötesinde farklı müzik gruplarına ve farklı müzik anlayışlarıyla tanışmaya vesile oluyordu. Hatta bu müzisyenler para toplayabildikleri gibi varsa CD’lerini de satabiliyorlardı. Ülkemizde de özellikle kendi kültürümüzün güzel örneklerini metrolarda, kalabalık sokaklarda, yollarda kulağımıza çalınması günün koşturmasında insana hayatın güzel yanlarını hissettirmesi bakımından güzel olurdu. Çok yaygın olmasa da bu anlamda İstanbul’un belirli noktalarında müzik sesleriyle karşılaşabiliyoruz. Sokakta yapılan müziğin bizde bir anlamda fakir, yolda kalmış, para toplayan tabiri caizse dilencilik yapan birileri algısı da var. Bu algının kırılması ve nitelikli müziğin eğitimde başta olmak üzere herkesin kulaklarına ulaşması dileğimizdir.
SİZE MUTLULUKLAR DİLİYORUM!
Arkamdan konuşanlar, sırtımdan hançerleyenler; gelin size de dünyamda yer var. Ama aynı kompartmanda değil. En arkada kendi yalnızlığınızda beni izleyeceksiniz. Gökteki aya ne güzelmiş derken, aynı duyguları paylaşmayacağız. Aynı gökyüzüne baksak da hep buruk bir sızı ile yanımda kalacaksınız. Beni her gördüğünüzde bakışlarınızı kaçıracak, kendinizle yüzleşmekten korkarak oradan gitmemi isteyeceksiniz. Yok! öyle kolay olmayacak. Her an nefesimi ensenizde hissedeceksiniz. Çünkü bedel ödenmeden bu dünyadan gidilmediğini öğrenmeniz için bunları yaşayacaksınız. İntikam mı!? O da değil. Hiç öyle bir şeyin peşinde değilim. Ama hayatın akışı bu. Ne yapabilirim! Kim ne yaparsa bedelini ödeyeceği bir yer burası. Perişan olmanızı da beklemeyeceğim. Ben yoluma devam edeceğim. Ama siz orada kalacaksınız. O dar çerçevede sıkışacaksınız. Başka çareniz yok çünkü aklınızı devreden çıkardığınızdan beri başınıza gelenlerden kendiniz sorumlusunuz. Benim arkamı döndüğüme bakmayın. Her şeyi duyuyorum, görüyorum çünkü hissediyorum. Size selamet dilerken dahi kendime olan güvenim tam. Yalnız da değilim nasıl olabilirim ki? Gerçekten tüm hücrelerine kadar sevilen ve seven bir insan nasıl yalnız olabilir? Her gece başımı gökyüzüne uzatırken içimde kuş cıvıltıları uykumda her yerdeyim. Kâh Kâbe’de, kâh boğazı denizin üzerinden seyrederken kâh Süleymaniye’nin kubbesinde. En güzeli de her an ve her zaman sevdiklerimin gönlündeyim. Size mutluluklar diliyorum!
DR. ÖĞR. ÜYESİ DİLARA USLU
İKİNCİ MEŞRUTİYET’TEN CUMHURİYET’E TÜRK KADINI
II. Meşrutiyet dönemi daha önceki dönemlere nispeten kadınların sesinin daha gür çıktığı bir dönemdir. Daha önceleri kadın haklarını erkek aydınlar savunurken, bu döneme gelindiğinde kadınlar da kendi gelecekleri hakkında daha çok söz söylemeye başlamışlardır. Kitapların yanı sıra dönemin süreli yayınlarında kadınlara dair yazılar yayınlanmış, hatta kadın dergileri boy göstermeye başlamıştır. Ev Hocası, Kadın, Kadınlar Dünyası, Kadınlık, Hanımlar Alemi gibi dergiler bu dönemde yayımlanmış ilk kadın dergileri arasında yer almaktadır.
Kızların eğitimi hususunda ilkokul seviyesi olan İbtidailer, Ortaöğretim derecesinde eğitim veren Rüşdiyelerin sayılarının artışı, II. Abdülhamit döneminde gerçekleşmiştir. Lise seviyesindeki İdadiler ise kızlar için ilk olarak 1880 senesinde İstanbul’da II. Abdülhamit döneminde açılmıştır. İlk olarak 1870’te açılan Darülmuallimat’ın kuruluş amacı ise kız okullarına öğretmen yetiştirmektir. Buradan mezun olan öğretmenler Osmanlı’nın ilk kadın memurları olmuşlardır. Kız Sanayi Mektepleri ise, kadınların el becerilerini geliştirerek bunlardan ekonomik kazanç sağlamayı amaçlayan eğitim kurumlarıdır. Günümüz kız meslek liselerinin öncüleri olarak kabul edilen bu okullar özellikle II. Abdülhamit döneminde hiçbir geliri olmayan kimsesiz kızları üretici pozisyonuna geçirerek, kendi ayakları üzerinde durabilmelerine yardımcı olmayı amaçlamıştır.
Darülfünun’da kadınlar için Serbest Konferanslar adı altında derslerin açılması ile kadınların üniversite eğitimi için ilk adım atılmış olur ve Osmanlı Devleti’nde ilk kadın üniversitesi olan İnas Darülfünunu 12 Eylül 1914’te açılır. Bundan iki ay sonra 11 Kasım 1914’te ise Osmanlı Devleti Cihan Harbi’ne girecektir. Siyasi ve askeri olarak oldukça yoğun olduğu bir dönemin içerisinde faaliyetlerine devam etmiş ve 1917 senesinde İnas Darülfünunu ilk mezunlarını vermiştir. Ziya Gökalp, Köprülüzade Mehmet Fuat ve Rıza Tevfik gibi alanlarında dönemin önemli hocaları arasında yer alan hocalardan ders alarak mezun olmuşlardır. Mezunlara Maarif Nazırı Şükrü Bey ve eşi tarafından birer altın kalem hediye edilmiş, kalemlere hat sanatıyla “İnas Darülfünûnu’nun ilk mezunelerine yadigar” ibaresi yazdırılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın askeri kısmını Osmanlı adına sona erdiren Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de imzalanmasından sonra ise Türk tarihinde yeni bir sürecin adımlarının atılacağı dönem başlayacaktır. Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulması ile başlayan ve Anadolu’da ard arda cemiyetlerin kurulduğu dönemin yaşanacağı Milli Mücadele dönemiyle birlikte Türk kadını mücadeledeki yerini alacak ve elinden ne geliyorsa yapmaktan geri durmayacaktır. Anadolu’da kurulmuş olan bu cemiyetler asker- sivil, kadın - erkek demeden herkesin taşın altına elini koyduğu günlerdir. Bu dönemde farklı yerlerde kurulan Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin hanımlar şubesi olduğu gibi kadınların kurduğu cemiyetler de varlık göstermiştir. 5 Kasım 1919'da Sivas'ta Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti adıyla kurulmuş olan cemiyet, kadınların bu dönemde kurduğu cemiyetlerden biridir. Kurucuları dönemin Sivas Valisi Reşit Pasa'nın eşi Melek Hanım ve arkadaşlarıdır. Cemiyetin kuruluş amacı açıklanırken tüm İslâm kadınlarının, derneğin doğal üyesi olduğu kabul edilmiştir. Ordu için para ve kıyafet yardımı için kampanyalar düzenlemiş, zaman zaman da İtilaf devletlerinin temsilcilerine protesto telgrafları çekerek haksız işgallere karşı seslerini çıkarmışlardır.
Anadolu’nun her tarafında haksız işgallere tepki mahiyetinde düzenlenen mitinglerin baş konuşmacılarının kadınlar olduğu görülmektedir. Halide Edib Hanım, Meliha Hanım ve Saime Hanım gibi münevver kadınlar, seslerini duyurmak için ön saflarda yer almışlardır. Anadolu’nun müstahkem mevkilerinden biri olan Kastamonu merkezinde oturan kadınlar ise, vatanın her tarafında olduğu gibi ilk iş olarak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Şubesi’ni kurmuşlardır. Daha sonra bu cemiyetin üyeleri, Milli Mücadele tarihimizde bir ilk olan ve Türk kadın tarihi açısından da önemli bir yer teşkil eden bir olaya imza atmışlardır. İşgalleri protesto etmek amacıyla, Kız Öğretmen Okulu’nun bahçesinde 10 Aralık 1919’da bir miting düzenlediler. Yaklaşık üç bin kadının katıldığı bu mitingde Kastamonulu hanımlar, Mondros Mütarekesi’nden beri yapılan haksızlıkları, zulümleri, işgalleri protesto ettiler. Türk yurdunun işgalcilerden arındırılmasının bir insan hakları gerekliliği olduğunu, bu sebeple de işgalcilerin ülkeyi derhal boşaltması gerektiğini vurguladılar.
Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale cephesinde kendisini gösteren, zor zamanlarda birlik olma ruhu Milli Mücadele’ye sirayet etmiş, bir yandan mitinglerde Halide Edib ve Meliha Hanım gibi hitabeti güçlü olanlar konuşmalarıyla vatan sevdasını üst seviyede tutmayı başarmışlar diğer yandan da Tayyar Rahime, Nezahat Onbaşı, Halime Çavuş gibi birçok Türk kadını cephede savaşarak bu ülkenin kurtuluşuna hizmet etmişlerdir. Aslında Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş sürecinde önceki devletin mirasının sonraki devlete taşınmasında taşın altına herkes elini koymasını bilmiştir.
BATININ ISRARLI CİNSİYET EŞİTLİĞİ KAVRAMI
Almanya’dan bir haberimiz var. Christine Regitz, Almanca konuşulan dünyanın en büyük bilgisayar bilimi topluluğu olan Bilgisayar Bilimleri Derneği'nin başkanı. Sayfamıza Regitz’in Frankfurter Algemeine web sayfasında çıkan makalesini aldık. Makale, bilgisayar teknolojisinde çalışan Almanya’daki kadınların ortalama kırk beş yaşlarına geldiklerinde artık bu mesleği devam ettirmek istememeleri yönünde bir tercih kullandıklarına dair endişeleri dile getiriyor. Okullarda yapılan çalışmalarda ilk başlarda kız ve erkek öğrencilerin eşit ağırlıkta bilgisayar teknolojilerine ilgi duymalarına rağmen daha üst sınıflara çıkıldığında kadınların ilgisi azalıyor ve başka sektörlere kayacaklarını gösteren sinyaller veriyorlar. Bu durumu da klişeleşmiş kadın görevlerine bağlıyorlar. Makale ilerlerken kadınların daha çok bu mesleğe girmeleri için neler yapılması gerektiği konusunda satır aralarında ipuçları veriyor. Kadınların ileriki yaşlarda giydirilen sorumluluklarına olumsuz vurgu yapan makale kadınların bu cinsiyetçi yaptırımlardan kurtulmaları gerektiğinin de altını çiziyor. Batıda başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan ve benim de en baştan beri Cinsiyet Eşitliği kavramına mesafeli bakışım cinsiyetleri bir gün eşitleyecekleri endişemdi. Bugün geldiğimiz noktada yanılmadığımı gösteren travmalar yaşıyoruz. Kadına ve erkeğe biçilen roller birileri tarafından zoraki verilmiş şeyler değildir. Anneliğin getirdiği ve kadının doğasının sonucu oluşan rollerdir. Suyun akışını tersine çevirmek niye? Rıza sonucunda kadın başka bir sektöre duygusal olarak da sempati duyabilir. İlla ki kadını kamyon şoförü yapacağız, yok iş makinası operatörü olacak diye kadının ruhunu incitmenin ne anlamı var! Daha çok su götürür bu tartışma.
ARTI EKSİ
Artı
Alışveriş serbest tarla
Kırklareli’nde bir tarla. Tarlanın yanında kulübe içinde tartı ve bir de ödemeyi yapabilmeniz için bir kutu konulmuş. Tarladan istediğinizi alıyorsunuz ve listede belirtilen fiyata göre tartıyor parayı da o kutuya bırakıyorsunuz. Denetleyen yok, başınızda çalan çırpan olur mu diye bakan da yok. Allah’la baş başasınız. İnsanın en büyük denetçisi kendi vicdanıdır. Hukuk bir yere kadar ahlak yoksa hapishaneler dolar taşar. Mahkeme önlerinde kuyruklar adalet arayışı bitmez. O yüzden önce vicdan ahlakı.
Eksi
Overlok
Her gün üç öğün kapımızın önünden geçerken megafondan bağıra bağıra ortalığı ayağa kaldıran bir overlokçu kamyoneti var ki evlere şenlik. Tam dinleneceksiniz. TV’de bir şey izliyorsunuz. Telefondasınız. Megafondaki kayıttan “Overlokçu geldi. Halı kenarına overlok çekilir” diye defalarca son ses bağıran bir şey. Bu gürültü kirliliği değil de nedir? İtici ve rahatsız edici bir şekilde mahalleyi ayağa kaldırması halı kenarına overlok çektirme ihtiyacım olsa bile kesinlikle bu anlayışla çalışan bir kimseye iş vermem. Üstelik halı kenarlarına neden overlok çekilir onu da anlamış değilim.
MANDARELLA
Diyarbakır Üniversitesi veterinerlik fakültesinin geliştirdiği mandarella peynirini üretmek için Diyarbakırlı kadınlar kolları sıvadılar. İtalyanların ünlü peyniri mozarellaya rakip olacak olan bu peynir manda sütünden üretilecek. Diyarbakırlı kadınların projenin içinde olması ayrı bir gurur. Yerli üretim yerli girişim ile yakın zaman içinde uluslararası pazardaki raflarda yerini alacak olan mandarella peynirini keyifle alacağız. Bu haberde önemli olan nokta üretmek için bir fikir ortaya koymuş olan akademinin ve yerelin birlikteliğinin ne kadar anlamlı ve değerli olduğudur. Bu birlikteliğin genişlemesini ve Türkiye geneline yayılmasına ilham vermesini diliyoruz. Diğer bir noktada İtalyanların dünyaca ünlü peynirini çoğumuzun zaman zaman aklımızdan geçirmiş olduğumuz mozarelleya benzer bir yerli peynir ne olabilir sorusu sorulmuş olup üretime geçilmiş olmasını çok değerli buluyorum. Darısı parmesan peynirinin başına.