Çevremizdeki her ölüm, hayatla bağımızı biraz daha azaltıyor. Yaşamını yitiren her yakınımızla biraz daha yaklaşıyoruz ötelere.
Çevremizdeki her ölüm, hayatla bağımızı biraz daha azaltıyor. Yaşamını yitiren her yakınımızla biraz daha yaklaşıyoruz ötelere. Yaş aldıkça yaşamla bağımız azalıyor. Yalnız kalıyoruz ve hayatın tadı kaçıyor giderek. Sevdiklerimiz gibi sevenlerimiz de azalıyor. Işıklarımız söndükçe gölgeler çoğalıyor, gördüklerimiz ve hissettiklerimiz azalıyor, daha derin düşüncelere dalıyoruz. Ve her ölüm bizi de biraz öldürüyor aslında.
2 yıl süren pandemi ardından yeryüzünü saran ekonomik dalgalanmalar, bitmeyen savaşlar… Seller, yangınlar, tsunamiler… Türlü kanser çeşitleri, çoğalan kalp krizleri, yetersiz kalan böbrekler… Ve bozulan psikolojiler, daralan ruhlar, dalga dalga yayılan şiddet… Hepsi bir olup adeta yavaşlatsa da rutinimizi ve bozsa da moralimizi daralmaya mahal yoktur. Zira bağlarımız zayıflasa da hayatı her an yeniden okumak, anlamak ve bir daha düşünmek elimizdedir.
Bir şeyi anlamak için onun içine girmek, yaşamak ve nüfuz etmek gerekir. Anlam vermediğimiz şeyden korkar, uzaklaşır ve düşman oluruz. Tanıdığımız, anlam yüklediğimiz şey de bizim olur, bizden bir parça olur. Varlığı ve eşyayı anlamak için düşünmek ve beş duyumuzu aktif biçimde hareket ettirmek gerekir. Lakin bu yetmez çoğu zaman. Hayatın en karmaşık gerçeği olan ölümü anlamamız, eşya ve olayların görünür kısmını tanımamızı sağlayan aklın ve beş duyunun ötesinde keşifler yapmayı gerektirir.
GERÇEĞİN PERDESİ
En kuşatıcı hakikatimiz olan ölümü düşünmek; somut gerçeğin perdesini kaldırmamızı ve görünen üzerinden görünmeze doğru yol almamızı sağlar. Ölüm üzerine düşünmek manayı keşfedip yeniden inşa etmemize yardımcı olur. Ancak ne kadar ileri olursa olsun soyut zihinsel potansiyelimiz bu keşifler için yetersiz kalır.
Duygusal zekâ ve özellikle kalp zekâsı potansiyellerimizin devreye girmesi şarttır. Aristo’nun gerçek zekânın kaynağı olarak tarif ettiği kalp, düşünmek için devreye girmediğinde sonlu olan maddeyi aşamıyoruz. Geçici olan bedeni aşamadığımızda ise sonsuza yelken açan ruh değerleriyle buluşamıyoruz. Böylece ruhumuz, ölümlü olan bedenimize hapsoluyor, zedeleniyor ve yara alıyor. Maddenin dışındaki gerçek güzelden uzaklaşıyor.
Varlığı doğumla, ölümü yoklukla sınırlı tutanlar için büyük resmi görmek ve hayatın bu olağan akışına katlanmak gerçekten zordur. Büyük resmi görmek, maddenin arkasındaki manaya inmeyi yahut yükselmeyi gerektirir. Bu ciddi bir düşünsel uğraş eylemidir, arayıştır, sorgulamadır, meraktır ve değişmeyi peşinen istemektir. Bu arayış ruhumuzun ihtiyaç duyduğu sonsuzluğa aşina olmamızı, gerçek sevgiye ve güzelin bilgisine ulaşmamızı sağlar.
14,5 milyar yaşında olduğu tahmin edilen kâinatta her ne varsa aslında aynı bulamaçtan geliyor. Evrende yer alan galaksi sistemlerinin birbirini koruyan düzeninden maddenin en küçük yapı taşı olan atomun etrafındaki negatif yüklü elektronlar ile pozitif yüklü protonların oluşturduğu bütünlüğe kadar her şey bir denge halindedir. Hayatın dengesi de ölümdür. Ölüm olmadan hayatın, hayat olmadan ölümün anlamına vakıf olamayız. Zira ikisi de birlikte vardır ve bir bütünün iki tamamlayanıdır.
SONLU HAYATTA SONSUZU DÜŞÜNMEK
Sonlunun yanında sonsuzu da düşünmek ruh dengemiz için zorunludur. Aksi halde belirli vadesi olan beden ile sonsuz olan ruh arasında uyumsuzluk başlar, birlik bozulur, denge sarsılır. Beden ile ruhun uyumsuzluğu ise hastalığa yol açar. Sonlu hayatın içinde sonsuzu düşünmek ve hayal etmek anlam arayışını hızlandırır. Aksi halde ölüm hayat sahnesinden düşer ki modern dünya insanının en büyük çıkmazıdır bu. İnsan sonlu dünyanın imkânlarıyla sonsuz olana yönelerek anlam arayışında mesafe alabilir, gerçek mutluluğa ve sevgiye erişebilir. Bu ise dış dünyadan sıyrılarak kalbin merkezinde yer alan ilahi güce ulaşmakla olabilir. Esasen insan olmanın gereği de budur.
Aklın hayrete ve çıkmaza girdiği yerde irfanın ve hikmetin devreye girmesi, insanın uyumunu sürekli kılar. Soyut düşünmenin ve bilmenin yeterli olmadığı, anlamın zenginleştirdiği bir yaşam, oturmuş bir psikolojik denge ve sürdürülebilir bir ruh sağlığı için çok önemlidir.
Buradan hareketle dünya ve madde ile sınırlı bir soyut düşünmenin gerekli ama yeterli olmadığı açıktır. Ölenleri ve ölümü düşünmek bize çok yönlü bir düşünsel derinlik sağlayacaktır. Bu, sadece zihinsel bir etkinlik süreci değil kalbin de işin içine girdiği varoluşsal bir irfan derinliğidir. Bu derin düşünce insanı maddeye takılmaktan kurtarır manaya doğru dönüştürür.
Külli bir bakışın sonucu olan ve hakikate yönelmemizi sağlayan bu düşünme yolculuğu, bugün giderek daha fazla ihtiyaç duyduğumuz vicdan ve ahlakı da aklın yanına koymamızı sağlayacaktır.