Meslek veya iş birliği içinde bulunan kimseler, camia.
Dünya kelimesi TDK sözlüğünde şu anlamlara geliyor: “Üzerinde yaşadığımız toprak ve denizler, yeryüzü. Dış, çevre, ortam. İnançları bir olan ülke veya insanlar topluluğu
Meslek veya iş birliği içinde bulunan kimseler, camia. Herkes. Duygu, düşünce ve hayal âlemi.” Diyanet Ansiklopedisindeyse: “Dünya kelimesi, “yakın olmak” manasına gelen dünüv kökünden türemiş “en yakın” anlamındaki edna kelimesinin müennesidir. Kur’an’da ahiret ve ahiret hayatının karşılığı olmak üzere çok defa, “yakın hayat” anlamındaki el-hayâtü’d-dünya tamlamasında hayat kelimesinin sıfatı olarak, bazen de belirli (mârife) şekliyle isim olarak kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “dnv” md.)
Hadislerde ise belirsiz (nekre) olarak da geçer. Bu yakın hayatın ardından gelecek olan hayata, “sonraki hayat” anlamında âhiret adı verilmiştir. Dünya kelimesinin “alçaklık, kötülük” manasındaki denâet kökünden geldiği de ileri sürülmüştür (İA, III, 669). Kur’an’da yer ve yeryüzü için arz kelimesi kullanılmış, şu anda yaşanılan hayata “el-hayâtü’d-dünyâ, âcile (عاجلة), ûlâ”; sonraki hayata “ukbâ, dârü’l-karâr” gibi isim ve sıfatlar da verilmiştir. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’de arz coğrafî, dünya ise dinî ve ahlâkî bir terim olarak yer almış; dünya kötülenir veya hafife alınırken kozmik varlığı değil burada sürdürülen ve ahiret kaygısını geri planda bırakan hayat tarzı kastedilmiştir. Dünya sahih hadislerde de bu anlamda kullanılmıştır. (Wensinck, el-Muʿcem, “dnv” md.) Yeryüzü ile burada yaşanan hayat arasında yakın bir ilişki bulunduğundan zamanla dünya kelimesi sıfat olma özelliğini kaybederek yerkürenin ismi haline gelmiş ve “ay altı varlık alanı, bu âlem, güneş sistemindeki gezegenlerden biri, yer küresi” şeklinde tarif edilmiştir. (Ebü’l-Bekā, s.185; Tehânevî, Keşşâf, “dnv” md.). Bu anlamda dünya denilince daha çok yer küresi (arz) akla gelir.
Bakara 201. Ayette; “Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver” diye dua etmemiz tavsiye ediliyor. Araf 156. Ayet ise: “Bize bu dünyada da ahirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım” denilmektedir. Azabıma dilediğimi uğratırım ifadesiyle ruhlar âleminde verilen sözün bu dünyada yerine getirilmemesi nedeniyle azaba uğratılacağına vurgu yapılmaktadır. “Rahmetinin her şeyi kuşattığı” ayeti kerimede de vurgulanmaktadır. Dikkat edilmelidir ki rahmet, merhamet ve şefkati her şeyin üstünde olan Rabbimiz asla azap edici değildir. Kulun-bireyin tercihiyle böylesi akıbetlerin biz insanlara hatırlatıldığını unutmamalıyız.
Yunus 63 ve 64. ayetlerdeyse; “Onlar ki, iman etmişler ve takvaya ermişlerdir, işte onlara hem bu dünya hayatında hem de ahirette müjdeler olsun! Allah’ın sözlerinde değişme olmaz; (öyleyse) en büyük kazanç budur” denilerek dünya ve ahiret hayatının nasıl dengede tutmamız gerektiği öğretilmektedir. Nahl 122. Ayeti Kerimede ise; “Biz İbrahim’e bu dünyada iyilik verdik; kuşkusuz o, ahirette de salihlerden olacaktır.” Hanif dini mensuplarının devamı olan İslam’la şereflenmiş bulunan Müslümanlar topluluğunun kuralları bir bir açıklanmaktadır. Yine Bakara 29. Ayeti kerimede: “Allah dünyadaki şeylerin hepsini sizin için yarattı” denilmek suretiyle her şeyin sahibi olan insanın asaletine, yaratılış sırrına, emanete sahip çıkması gerektiğine ve kulluk şuurunun ihmal edilmemesine dikkatlerimiz çekilmektedir. Ayeti kerimeler ve Hadisi şerifler öylesine bizleri aydınlatmaktadır ki mümin ve Müslümanlar topluluklarına atfen bahsedilen bu hususlar “dünya ahiretin tarlasıdır” denilmek suretiyle birbirinin tamamlayıcısı olduğu vurgulanmıştır. Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsa (as)’ın dünya ahiret mutluluğunu kazanmaları bizlere Kuranımızda haber verilmektedir. Ali İmran 45. Ayette; “Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir, dünyada da ahirette de itibarlı ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır.” Bakara 130,131 ve 132. Ayetlerde; “Kendine cahilce kötülük edenden başka kim İbrahim’in getirdiği dini reddeder? Oysa biz, gerçekten onu dünyada seçkin kıldık; şüphesiz ki o, ahirette de iyiler arasında yer alacaktır. Çünkü rabbi ona, “Bana teslim ol” buyurmuş; o da, “Âlemlerin rabbine teslim oldum” demişti. İbrahim de bu dini oğullarına vasiyet etti, Yakup da. “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse yalnız O’na teslim olmuş müminler olarak can verin” (dediler).”
Vahyin geldiği toplumun diliyle onlara hitap eden ayeti kerimeler, günün genel durumuna da işaret etmektedir. Dünya hırsının, telaşının, zulmün, adaletsizliğin, haksız kazancın üstünlüğün maddeyle sağlandığı kapitalizmin yargılandığını görmekteyiz. Maddeciliğin ayaklar altına alınarak bütün insanlık âleminin kendilerini idrak etmeleri istenilmiştir. Böylelikle yayılmaya başlayan hak din İslam’ın insanlığın nefes alabileceği, kardeşlik akdini kurabileceği, adaleti sağlayabileceği, hırstan, dünyaya tapınmaktan ancak ve ancak Allaha kul ve Habibine ümmet olmak suretiyle kurtulunacağı anlatılmaktadır. Mukaddime’nin yazarı İbn-i Haldun’da Cahiliye Arap dünyasının o dönemlerde doğuştan çıkarcı ve maddeci olduğunu vurgulamaktadır. İslamiyet’in getirdiği usul ise, dünyanın peşinden koşulmaması üzerinedir. Bu dünyayı ihmal etmek, ötelemek, yok saymak anlamında değil, bilakis dünyanın oyuncağı olmamak ve ahiret inancı üzerine ruhun yüceltilmesi istenilmektedir. Kuran ayetlerini dikkatle okuduğumuzda görüyoruz ki dünya hayatı aldatıcıdır. Oyun ve eğlencelerden ibarettir. Dünyanın çekiciliği, parlaklığı, reklamlarla süslenmesi bizleri aldatmamalıdır. Dünya hayatının üç günlük gececi bir hayat olduğu ve asıl hayatın ahiret yurduna hazırlanmak olduğu sıklıkla bizlere hatırlatılmaktadır. Ne var ki tam bir teslimiyet sahibi olamayınca ibadetlerimizin, ahlakımızın, hal ve hareketlerimizin gaflete dönüştüğünü biliyor ve yaşıyoruz. Gaflete düşmekten Allaha sığınmalı tefekkürün farzıyetini aklımızdan çıkarmamalıyız. Buhari ve Müslim’de bahsedilen iki hadisi aklımızda bulunduralım; Peygamberimiz Hz. Muhammed (as) buyuruyorlar; “Uhud dağı kadar altınım olsa üç günden fazla saklamazdım”. “Dünya malı çekici ve tatlıdır” diye de hatırlatılmaktadır. Her mümin ve Müslümanın gününü nasıl geçirdiğini yatmadan tefekkür etmelidir.
İmamı Gazali (r. aleyh) İhya-ı Ulumiddin” adlı eserinde dikkatlerimizi çeken üç türlü insan topluluğundan bahsediyor:
Birincisi; Ahirete iltifat etmeksizin yalnızca dünya için koşturanlar-çabalayanlar. Hüccetül İslam İmamı Gazali dünya insanlığının çoğunun bu sınıfa girdiğine vurgu yapıyor. Vur patlasın çal oynasın cinsinden bir hayatı yaşıyor. Tefekkür etmiyor.
İkinci kısım ise; Dünyayı bırakıp tamamen ahirete yönelten ve dünyaya iltifat etmeyenler yani dünyadan elini eteğini çekenler. Oysa dünyayı ihmal ederek ahiret tarlasını mamur hale getiremeyiz.
Üçüncüsü ise; “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, hemen ölecekmiş gibi ahiret için çabalayanlar”. Yani dünya ve ahiretin hakkını verenler. Peygamberlerin, nebilerin, ilim ve irfan ehlinin gurubu bu üçüncü sınıftır. Böyle olmak icap ediyor. Din ve dünya işlerinin birlikte götürülmesi gerekiyor. Allah’ın yeryüzündeki Halifesi olmak böyle olmayı gerektiriyor. Zahitlik, takva sahibi olma, dünyayı terk etme, İslam’ın anlayışı değildir. Tarlalarda, çarşı pazarlarda, günlük maişetin kazanılmasında verilen uğraşların her birinin aslında birer kulluk bilinci içerisinde yerine getirilmesi gerektiğidir. El işte olmalı gönül yarda bulunmalıdır. İş yaparken zihin, gönül ve kalp Allah tesbih ederek değerlendirilmelidir. Dünya işleri bizleri; beş vakit namazdan, niyazdan, zikirden, duadan, tevbeden, ibadetlerden, hakkı gözetmekten, adaletle davranmaktan, helal kazanmak için çırpınmaktan alı koymaması icap ediyor. Bir denge hayatı kurmamız gerekiyor. Tasavvufi hayat, nefsin terbiye edilmesidir. Tasavvufi hayat, dünyayı yaşarken ahiret yurdunun kapısında durduğumuz şuuru içinde zikrin ve fikrin devam ettirilmesidir. Peygamber (as) Mescitte (camide) bir Cuma hutbesini irat ederken Ashabı Kiramın hutbeyi bırakıp Pazar alış verişine gitmeleri üzerine Cuma suresi 9,10 ve 11. Ayeti kerimelerle şöyle uyarılıyor-uz; “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasip arayın. Allah’ı da daima çok anın ki kurtuluşa eresiniz. Ama onlar bir ticaret veya eğlence görünce ona yönelip seni ayakta bırakıverdiler. De ki: “Allah’ın nezdinde olan, eğlenceden de ticaretten de üstündür. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Müsnet ve Nesei’de geçen bir hadisi şerifte Peygamberimiz (as); “Bana dünyanızdan her şeyin en güzeli ve en temizi olan güzel koku bir de kadın sevdirildi; benim gözümün nuru ise namazdır” buyurmuşlardır. Dünyayı hepten bırakmak, ilgilenmemek doğru değildir. Fıtratımıza uygun olan bir yaratılışla dünya yaratılmıştır. Dünya ile aramızda ki ünsiyet; beslenmemiz, giyim ve kuşamlarımızla barınma içgüdülerimizdir. Dünyada olduğumuz için imtihan ediliyoruz. Yapıp ettiklerimizin bir karşılığı var. Yaratılışımızı bozmayacak, dünyanın da insana verilen bir emanet olduğunu bilecek, lakin gönlüne, kalbine, aklına sokmayacak bir disipline muhtaçlığımız vardır. Üç günlük oyalanma dünyasını iyi kullanmak icap ediyor. İhya ’da İmamı gazali şöyle diyor; “Bu dünya, daha fazlası tasavvur edilemeyecek kadar güzel, eksiksiz ve mükemmeldir.” İbni Arabi “Fütuhat” isimli eserinde ise; “Dünya ilahi güzelliği yansıtan bir ayna olması itibariyle fevkalade güzeldir.” El hâsıl Hak’tan başkasını yani ağyarı terk etmek tasavvufun ta kendisidir. Yol, mürşidin (yol göstericinin) emriyle salat ve selam ile meşgul olmaktır. Maide 35. Ayette; “Ey iman edenler, Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesile arayın” buyrulmaktadır. Dünya ve ahirette öncekilerle sonrakiler arasında Rasulüllahtan daha büyük ve daha yakın vesile yoktur. Çünkü Peygamberimiz Hz. Muhammed Allah’ın en büyük vesile kapısıdır. “Ebu’l Alemeyn”de Şeyh Muhammed Bin Vefa (ks.) şöyle ifade ediyor; “Sen Allah’ın kapısısın; Sensiz kimse oraya giremez” vesselam.