Şehir ve insan birbirini büyütür. Biri olmadan diğeri olmaz. İnsan-şehir ilişkisi, insan bedeni gibidir. Bedenin ayakta durması için ruha ihtiyacı vardır. Ruhun varlığı da bedene ihtiyaç duyar. Biri olmadan diğerinin varlığından bahsedilemez.
İnsan, maddeye hikmet vererek, varlıklar âlemindeki mevcudiyetini ispatlayarak şehre sahip olmuştur. Her eşya, her madde insanla birlikte anlam kazanmıştır. Aklın ve iradenin mevcudiyeti, bedenin duruşunu, hareketini ve eylemlerini tanzim eder. Bu durum, aklın sorumluluk alanlarını, sorgulayıcı tavırlarını, üretken ve doğurgan durumlarını öne çıkararak maddenin hizmete girmesini sağlamıştır.
Madde (toprak, taş, kireç, kerpiç, ağaç, dal, yaprak gibi) bağa, bahçeye, avluya, çadıra, çardağa, eve, otağa, köşke ve saraya dönüşmek suretiyle şehrin varlığını insana hissettirmiştir. İnsan, bütün bunları kullanabilme, üretebilme ve anlam katabilme özelliklerini çuldan savana, çuvaldan heybeye, kilimden halıya, giyimden kuşama bütünüyle üretebilme kabiliyeti ile şehrin şekillenmesini sağlamıştır. Her örgünün, her dokunun düne ait unsurlarını geleceğe aktarma gayreti, kuşakların daha çok çalışmalarına, sistemleşmesine, kaide ve kuralların oluşmasına kapılar açmıştır.
Bir sevgiliye bakar gibi, şiir yazar gibi, nihavent şarkılar söyler gibi tutuklu kalırdım şehre her baktığımda. Her gün ve gece, bıkıp usanmadan kollarına yaslanır, saçlarını okşardım şehrimin. Beni alıp götürürdü bilmediğim diyarlara. Gündüzü billur gibiydi. Gecesi misk-ü amber gibi büyülerdi. Şehri hangi ucundan, hangi yönünden seyrederseniz seyredin, kendisini avuçlarına bırakacak, yüreğinizi onaracak değerlerin bütünü olarak gözükür. Elbette bakmayı da bilmek icap eder. Gecesi başka, gündüzü başka; yazı başka, kışı başkadır. Her mevsim yeni doğuşlara, yeni müjdelere kapılar açar. Yolcunun kapıları açmanın usulünü bilmesi gerekir. Aksi takdirde kapı açılmayacaktır.
Nur Suresi 61. ayeti kerimede şöyle buyruluyor: “… Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak selam verin. İşte Allah, düşünesiniz diye ayetleri size böyle açıklar”. Ahmed b. Hanbel’in naklettiği bir hadisi şerifte: “Sehl b. Sa’d es-Saîdîʼden (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Mümin kendisiyle ülfet edilendir. İnsanlarla ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyende hayır yoktur’”. Bu hadisi şerif, müminin insanlar arasında sevilen, uyumlu ve sosyal bir birey olması gerektiğini ifade ediyor. Kuşkusuz, muhabbet duymadığımız birileriyle beraber olmak, vakit geçirmek insana azap gibi gelir. Birlikte iş yapmak, yol yürümek ve sohbet etmek hayra kapılar açmaz. Mümin insan, mümin insanlarla beraber olmaktan hoşnut olur. Ruhların anlaştığı ve kaynaştığı insanlar çevrelerinde fark edilirler. Yüzyıllardır akıp giden bir çeşmeye benzer tarih ve tarihin içindekiler.
Geçen yıl Bağcılar Belediye Başkanlık Sahnesi'nde besmele çektiğimiz “Şehir ve İnsan” konuşmaları devam ediyor. Belediye başkanı Abdullah Özdemir ve ekibine müteşekkiriz. Her ay bir konukla insandan insana ve insandan şehre doğru aldığımız yol üzerindeki işaret taşlarına dikkat çekiyoruz. Geçen sezonda Prof. Dr. Hüsrev Subaşı, Prof. Dr. Murat Salim Tokaç, Türk Tasavvuf Sanatçısı Feyzullah Çelebi konuklarımızdı. “Şehir ve İnsan”ın yeni dönemin ilk konuğu kıymetli Eğitimci Yazar Vehbi Vakkasoğlu ve Feyzullah Çelebi ile beraberdik. Kahveyi bahane ederek bir araya geldiğimiz dostlarımızla bu defa şehrin insana dokunuşunu, insanın insanla beslenmesini, kültürden sanata, şiirden edebiyata, inançtan medeniyete doğru yolculuklar yapıyoruz.
Meselemiz kendimizi keşfetmektir. Kendini bilmenin ehemmiyeti üzerinden öz suyumuzu, hamurumuzu, şahsiyet ve karakterimizin inşasında katkıları olan ilimden irfana ustalarımızın kıymetini bilmek gerektiğine inandık. İnsanın, yaratılış sırrını kaybetmeden, fıtratını bozmadan, dünya telaşı içerisinde boğulmadan, nefsin tuzaklarına düşmeden, ebedi yurda nasıl hazırlık yapması gerektiğini bilmelidir. Öncü üstatların, ilim sahiplerinin, hikmet ehlinin değeri yaşarken bilinmelidir. Öldükten sonra ah vah etmenin bir anlamı yoktur. Vefalı olmanın, büyüklerin hal ve hatırını sormanın, ihtiyaçlarını görmenin, ilim ve fazilet sahiplerinin sofrasında bulunmanın insanı yetiştireceğine, olgunlaştıracağına inandık. Bizler bunun büyük faydasını gördük. Bizler bunu “Din nasihattir” buyruğu çerçevesinde değerlendirdik.
Her akıl sahibi insanın, dünyanın türlü hallerini yaşarken “Kamil İnsan” olma yolunu bulmalıdır. Bu yol idrak açılmasıyla sağlanabilir. Var edilmiş olmanın, dünyaya gelmiş bulunmanın hikmetini kavramak mecburiyeti vardır. Unutmayalım ki sevdiğimiz şahsiyetler de birer insandı. Onların da acıları, hüzünleri, yoksullukları, dertleri, hastalıkları vardı. Lakin gayret ederek, kendilerini tanıma ve idrak etme yolunda karınca gibi çalışıp durdular. Bir an olsun gaflete düşmekten uzak durmanın yolunu öğrendiler. Şehir ve insan arasındaki beraberlik, insan fıtratının bir sonucudur.
Şehirlerin oluşmasına sebep olan insanın kendini geliştirmesi, ailelerin çoğalması, ihtiyaçların ona göre şekillenmesi, yiyecek ve içeceklerin temini, doğanın şartlarına karşı durma, yağmurdan, kıştan, çevredeki tehlikelerden korunma gibi hususiyetler göz ardı edilemez. İnsanın sosyal bir varlık olması, bütün bu ve benzeri durumlara karşı birlikte hareket etme, birbirini koruyup kollama gibi hususiyetleri de beraberinde getirir. Sosyal varlık olmak; aynı zamanda birbirine sahip çıkmayı, ortak dil, din, yurt, bilgi, teknik, kültür, sanat, estetik, ekonomi, koruma, güvenlik, emniyet ve özgürlük gibi meselelerle ilgilenmeyi de gerekli kılmaktadır.
Şehir ve insan ilişkilerinde şu hususiyetlerin öne çıktığını ifade edebiliriz: Şehirler, kültürel etkinliklerin ve sanat faaliyetlerinin merkezi olarak insanları bir araya getirir, eğitir ve öğretir. Şehir meydanları, çarşılar, camiler, külliyeler, okullar, hastaneler ve postaneler bu açıdan oldukça kıymetli ve anlamlıdır. Tiyatro sahneleri, konserler, müzeler ve sanat galerileri gibi mekânlar, şehirde yaşayan insanların kültürel açıdan zenginleşmesine katkıda bulunur.
Şehirler, ticaretin ve ekonominin kalbidir. İnsanlar, şehirlerde iş bulur, iş kurar ve ekonomik faaliyetlerde bulunur. Ulusal ve uluslararası ekonomik hareketliliği sağlar. Bu hareketlilikler şehirlerin ve ülkenin kalkınmasını ve insanların refah seviyesini artırır. Toplu halde yaşamanın getirdiği bu mecburiyetler, şehirlinin bütün ihtiyaçlarını giderebileceği ortamların oluşturulmasına vesile olur. Şehirler, insanların bir araya gelerek sosyal bağlar kurdukları ve topluluk oluşturdukları yerlerdir. Camiler, külliyeler, medreseler (mektepler-okullar), kafeler, restoranlar, parklar ve diğer sosyal mekânlar, fuarlar insanların etkileşimde bulunmalarını sağlar. Şehirlerin meydanları insan kalabalıklarının birbirini gördüğü, tanıdığı, kaynaştığı ve siyasi mitinglerin, toplantıların, kıyam edişlerin, karşı duruşların toplumu bir araya getirdiği mekânlardır. Toplum bireylerini bir yandan bilgilendirirken, bir başka yandan da eğitir.
Şehirler, sağlık, eğitim, ulaşım, su, elektrik ve doğalgaz gibi temel hizmetlerin sunulduğu yerlerdir. Altyapı hizmetleri insanların bir arada yaşamasını sağlar, birlik ve beraberliği kolaylaştırır. Şehirlerin mimarisi ve planlaması, insanların günlük hayatlarını doğrudan etkiler. Yerel hizmetlerin planlamasıyla şehrin düzeni, temizliği, binaların konumu, yeşil alanların ve millet bahçeleri ve kütüphanelerinin, yolların ve parkların dinlenme ve sosyal alanlarının oluşturulması insanların hayat kalitesini artırır. Şehirler aynı zamanda insanın kimliğini ve aidiyet duygusunu şekillendirir. İnsanlar, yaşadıkları şehirle, ülkeyle ve milletle özdeşleşir ve o şehrin, o toplumun bir parçası haline gelir. Ülküde, ülkede, vatanda, bayrakta, dinde, dilde, sevinçte, hüzünde, savaşta ve barışta birliği sağlar. Unutulmamalıdır ki şehirler, insanı ve toplumu aynı inanç, aynı ülkü ve aynı örf ve adetler çerçevesinde birleştirir. İnsan hayatı, şehirlerin canlı ve dinamik yapısını oluşturur. “Şehir ve İnsan” birbirinden ayrılmayan din ve dil gibi, ruh ve beden gibidir. Vesselam.