Kelam (Nûn) sahipleri yazdıklarından sorumludur elbette. Kalem Suresi, Mekke döneminde inmiş olup 52 ayetten oluşur.
Bu sure, adını ilk ayette geçen “kalem” kelimesinden alır ve “Nûn” ismiyle de anılır. Kalem Suresi’nin başında geçen “Nûn” harfi, Allah ile Peygamberi arasında bir sır olarak kabul edilir. Bu surede, Hz. Muhammed'in peygamberliğinin ispatı ve müminler ile kâfirlerin akıbetlerinden bahsedilir.
İlk ayetinde, “Nûn. Kaleme ve kalem ehlinin satır satır yazdıklarına yemin olsun ki” deniliyor. Allah’ın ilk yarattığı şeyin kalem olduğu ve kaleme yazması için emir verdiği rivayet edilir. İslam’ın okumaya, yazmaya ve ilme verdiği öneme dikkatlerimizi çekiyor. Kalem, İslam’da ve özellikle Kalem Suresi’nde önemli bir yere sahiptir. Kalem, bilgi ve ilmin sembolüdür. İslam’da okumaya ve yazmaya büyük önem verilir. Biz burada kalem sahibi olmakla, ilahi bir ikramın sahibi de olmuş oluyoruz. Böyle olunca kaleme ve yazdıklarına dikkat etmek, neden ve niçin yazdığını bilmek ve yazdıklarından günü geldiğinde hesaba çekileceğini aklından çıkarmamak gerekir.
“Nûn” harfi, Kalem Suresi’nin başında yer alıyor ve Allah ile Peygamberi arasında bir sır olarak kabul edilmektedir. “Mukattaa”, “kesmek, bir şeyi bütününden ayırmak” mânasına gelen kat’ kökünden türemiş bir sıfattır. Harfler kelimeyi oluştururken okundukları gibi değil, kendi isimleriyle telaffuz edildiklerinden “bağımsız ve ayrı harfler” anlamında “hurûf-ı mukattaa” diye anılmaktadır. Yirmi dokuz surenin ilk ayeti (harfleri) böyle başlamaktadır. Mukattaa denilen bu başlangıç usulünün, Rabbimizle peygamberimiz (as) arasında birer şifre olduğu kabul edilir. Nasıl anlam yüklenirse yüklenilsin “Allahu a’lem bimuradih - en iyisini Allah bilir” anlamı verilmektedir. Nûn harfinin anlamı tam olarak bilinmemekle birlikte Arapçada “hokka” ve bazı tefsirlerde kalemle ilişkilendirilir. Kalemle mürekkep yan yana getirmekle zahir ve batın ilmi dikkatimizi çeker. Fatır Suresi’nin 28. ayetinde; “Allah’tan en çok korkanlar âlimlerdir” buyruğunu unutmamak icap eder. Kalem ve Nûn harfi, ilahi bilginin ve kaderin yazıldığına da işaret eder denilebilir.
Kelam sahipleri kelimelerini kullanırken neleri göz önünde bulundurmalıdır denilirse: Dosdoğru olmayı ve herkes için adaletin gerektiğini göz ardı etmemelidir. Kendi nefsi için istediğini okuyucuları için de istemelidir. Yazdıklarının doğru olduğundan emin olmalıdır ki kul hakkına riayet etmiş olsun. Bir kulu incitmesin, kırmasın, küstürmesin; bilakis ona esenlik ve istikamet yolunu göstermiş olsun. Bilgilerini sürekli tazelemelidir. Yeni okumalarla eksikliklerini giderme gayretinde olmalı ve hikmete ulaşma çabası içinde bulunmalıdır. Bir bilgi-haber geldiğinde, duyduğunda onu araştırmalı, sahihliğinden emin olmadan yazmamalıdır. Yazdıklarını yaşayan biri olmalıdır ki yazdıkları okuyucuya tesir etsin. Yapmadıklarını ve yaşamadıklarını ne söylemeye ne de yazmaya kişinin hakkı yoktur. Güzel ahlak sahibi olmalıdır. Dedikoduya sebep olacak, vesveseye düşürecek ifadelerden kaçınılmalıdır. Bu hallerden kalem sahibi - ilim sahipleri uzak durmalıdır. Her kul bunlara dikkat etmelidir.
Her birey sorumluluğunu bilerek eylemde bulunmalıdır. Çünkü her fert yaptıklarından sorumludur. Kalem ve kelam sahibi, aynı zamanda ayar sahibidir. Sözüne ve yazdıklarına dikkat et ki gün gelip boynunu ipe sardırmasın. Yerli yabancı birçok kalem sahibi, insanlık için kelam kullanmakta, eserler yazmaktadır. Kuşkusuz her kalem kendi yazdıklarından, yaptıklarından da hesaba çekilecektir. Türk edebiyatının son yüzyılda toplumu etkileyen ve istikamet gösteren önemli kalemlere sahiptir elbette. Hep geçmiş bilgelerden bahsedecek değiliz elbette. Yahya Kemal’den Mehmet Akif’e, Necip Fazıl’dan Nurettin Topçu’ya, Cemil Meriç’ten Sezai Karakoç’a, Kemal Tahir’den Tarık Buğra’ya, Attila İlhan’dan Turgut Uyar'a yolu aydınlatıyorlar. Elbette Peyami Safa’dan Arif Nihat Asya’ya, Ahmet Kabaklı’dan Nuri Pakdil’e, Cahit Zarifoğlu’ndan Rasim Özdenören’e yol devam ediyor. Şule Yüksel Şenler’den D. Mehmet Doğan’a, Nazif Gürdoğan’dan Mevlana İdris’e, Hilmi Yavuz’dan Selim İleri’ye birçok kalemimiz yolumuzu aydınlatan isimlerden bazılarıdır. Onlarca yazmadığımız isimler bu yola katkılarda bulunmuş ve bulunmaktadır. Kendi coğrafyamız dışına göz attığımızda da; Lev Tolstoy, Fyodor Dostoyevski, Maksim Gorki, Nikolay Gogol, Franz Kafka, Molière, Honoré de Balzac, Eflatun, Homeros dikkatlerimizi çekiyor. André Gide, Anton Çehov, Albert Camus, Søren Kierkegaard, Bernard Shaw, Charles Dickens, Cicero, Charles Baudelaire, Émile Zola, Ernest Hemingway, Ezra Pound gibi isimler de öyledir. Buraya pek filozofları kaydetmedik. Başka bir bahse bırakmış olalım.
Kalem sahibi, sözünün eri olmalıdır. İlim sahibi olmalıdır. Sürekli olarak kendini yenilemeli, bilgiyle donatmalıdır. Bu işin temeli sürekli okumaktır. Çok yazmak değil, çok okumak ve az ama okkalı yazmaktır. Okuduklarından kendi değirmenine düşenleri öğütüp yeniden imal etme sanatıdır yazarlık. Günümüz yazarlığı yüzeyselleşmiştir. Basitleşmiş, okumadan yazdığını zannedenlerle doludur meydan. Zaman kalburu adamı eler, üstünde kalanlar geleceğe hükmeder. İzleri, eserleri olanlar asla unutulmaz. Asıl mesele sırra ulaşmak, keşfe devam etmektir. Keşif gözlemdir, tahlildir, terkiptir, tespittir, teşhistir. Yeniden söylemenin usulünü bilmektir. Bir an düşünelim, kişi cebindekileri kimseye söyler mi? Söylemez, çünkü o kişinin sırrıdır. Bak benim cebimde on bin akçem, kırk altınım var der mi? Demez. O kişinin özel sırrıdır.
Bugüne kadar asırlardır bir kültür ırmağından akıp gelen okuduğumuz yazarlar, eserler elbette insanlığın ortak hazinesidir. Her kalem sahibi okuduğu, anladığı, kavradığı ve gözlemlediği kadar nasibini alır. Nasiplendiği oranda büyür ve hikmete yürür. Unutulmamalıdır ki hikmet, kayıp bilgidir ve keşfi gerektirir. Yazar (elinde kalem tutan-yazma eylemi içinde bulunan), kendini tekrar eden değil, sürekli yenilenen ve yeni şeyler söyleyebilmek için durmaksızın okuyan kişilerdir. Hiçbir şey üretmeden, okumalar yapmadan, çağını tahlil etmeden, çağdaş kalemleri bilmeden ve onların eserlerini okumadan, bilge insanların hayatlarına dair vukufiyet sahibi olmadan, neler söylemişler, neler yazmışlar bunları okumadan yazarlık olmaz.
Kendini yazar ilan eden adam aldanır. Yalnızca kendini kandırır. Ben ne yapıyorum? Okuduklarımdan bana ne kaldı? Gözlemlerim beni nerelere götürüyor? Kendi keşfimi gerçekleştirmeden başka keşif yapabilir miyim? Kendimi bilmem ne anlama geliyor? Mesele kendini tanımaktır ve bilmektir. Yazarlık, sorumluluk ister. Yükünün ağır olduğunu ve yazdıklarının, konuştuklarının bir gün gelip senden davacı olacağını sakın aklından çıkartma. Rus edebiyatının önemli isimlerinden Ivan Turgenyev: “Bir şiir ya da bir hikâye yazdığımda bulunduğum şehirden bir başka şehre gidiyorum. Beş on gün orada kalıp döndüğümde yeni bir şiire, hikâyeye başlıyorum. Bu beni yeniliyor. Yeni yerler, yeni yüzler, yeni coğrafya, tarih, insana çok şey öğretiyor” diyor. Yazar bilmelidir ki kalem kale gibi emanettir. Kaleyi korumak kale sakinlerinin nasıl ki namusu ise kalemine sahip çıkmak da yazarın namusudur vesselam.