Evvelemirde kalem yaratılmış. Kaleme yemin edilmiş ve yaz denilmiş; o da yazılması gerekenleri Allah’ın tecellisiyle yazmış. “Kısaltmak, kesmek, yontmak” gibi anlamlara gelir. “Yontularak bir miktar kesilmek suretiyle yazı yazmaya elverişli hale getirilen araç” demektir.

Mevcudatın, kâinatın yaratılışından kıyamete kadar meydana gelecek bütün nesne ve olayları kaydeden ilâhî kalem olarak da tanımlanabilir. Konuyla ilgili olarak Kur’an’da Kalem ve Lokman surelerinde iki ayet göze çarpar. Genel itibariyle şöyle anlaşılır: Allah’ın (cc) ilminin sonsuzluğuna işaret edilirken, yeryüzündeki ağaçların tamamı kalem, denizlerin de yedi katı daha arttırılarak mürekkep olması halinde bile Rabbimizin ilminin yazmakla tükenmeyeceği ifade edilir.

Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davut ve Müsnet’te kaydına rastladığımız hadisi şeriflerde de Rasulüllah (sav) bu konudan bahsetmiştir. Miraca çıktıklarında da Meleklere ait kalemlerin çıkardığı sesleri yine Buhari ve Müslim nakleder. Allah’ın emriyle kalemin yazdıklarının asla değişmeyeceği, bütün insanlar bir araya gelseler bile değiştirmeye güç yetiremeyecekleri, fayda ya da zarar veremeyecekleri ifade edilir. Yine uykudayken uyanıncaya, çocuklar ergenliğe erişinceye, deliler aklı başına gelinceye, musibete uğrayanlar musibetten kurtuluncaya kadar kalemin kaldırıldığı ve onlar hakkında günah yazılmayacağı ifade edilmiştir.

Söz buraya gelmişken şunu da ilave edelim: Hadisi şeriflerde insanların kullandığı kalemden de söz edilir ve yine Hz. Peygamber’in vahyi Cebrail’den, Cebrail’in Mikail’den, Mikail’in İsrafil’den, İsrafil’in levhi mahfuzdan, levhi mahfuzun da kalemden aldığını belirten bir rivayete de rastlanır. Sözü en başa getirerek bir çözümlemeye ihtiyaç duyduğum için bu girişi yaptım. Söz, ses ve kalem birbirinden ayrı şeyler midir? Kaleme yaz denildiğinde sesin, ifadenin, kelamın, nefesin varlığını da kavramış olmuyor muyuz? Elbette bunlar birbirinin içine girmiş, birbirinden ayrılmayan hususlardır.

Her bir hususiyetin ilahi bir yönünün bulunduğunu da kavramış oluyoruz. Rabbimiz, kendisinde bulunan hususiyetlerin ve sıfatların bazılarını kullarına da ikram etmiştir. İnsanın da sese, nefese, kaleme ve söze sahip olduğunu ve bu sebeple eşyayı, varlıkların yaratılış sırrını kavramada, kullanmada, değiştirip dönüştürmede, yeniden imal etme çabalarında ayrıcalıklı bir konuma oturduğunu görüyoruz. Resim, musiki ve şiirin de bu pencereden bakıldığında birbirini tamamlayan unsurlar olduğunu söyleyebiliriz. Bu üç sanat alanında birbirinden ayrılmıyor.

Aslında buraya hendeseyi, matematiği, geometriyi, kimya ve simya ilmini de ilave etmek pekâlâ mümkündür. Birçok kez yazdığımı hatırlarım; şiiri resimden, resmi musikiden, musikiyi şiirden ayıramazsınız. Ayırırsanız sanat kendiliğinden incinir, eksik olduğunu, yaralı olduğunu haliyle söyler. Bunu usta sanatkârların gördüğünde şüphe yoktur. Estetik yönden eksiklik göze çarpar. Sözü, ‘Müzik İstanbul’a getirmek için bu girişe ihtiyaç duydum. Büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan bir şehrin elbette resmi de, şiiri de, musikisi de, romanı da, edebiyatı da, dili de mevcuttur. Fetih, müminlerin ve Müslimlerin ifadesidir. Fetih hareketi, toprağın, tarihin, sanatın ve mevcut olan eşyanın iman etme hadisesidir. Müslümanlar kıtaları dolaşırken fethe çıkmışlardır.

Onların ordularıyla ulaştıkları her yer, imanını tazeleyerek kıyamete değin Müslüman yurdu olası anlamını taşır. Bizans’a birçok kez fethe çıkan İslam orduları, İstanbul’u işgal etmemiş, fethetmişlerdir. İstanbul sınırsız Anadolu’dur; yalnızca günümüzdeki adının geçtiği şehir değildir. İstanbul, sınırsız Anadolu’dur. Esenler Belediyesi (Tevfik Göksu’nun ev sahipliğiyle) 996 sayfalık ‘Müzik İstanbul’ kitabını okuyucuya ulaştırmayı görev bilmiş. Büyük alkış ve teşekkürü hak ediyor.

Ses ve tambur sanatçısı Hakan Dedeler kitabın girişinde şu ifadeleri kullanıyor: “Türk müziğinin başkenti İstanbul, gerek kendi müzik kültürümüze, gerekse dünya müzik kültürlerine dair büyük bir bilgi birikimine sahipti; bu konuda ne kadar kitap yazılsa az kalır.” Kitapta 8 farklı bölümde 35 makale derlenip toplanmış. Kitabın kaligrafi çalışmaları da özenle hazırlanmış. Esenler Belediye Başkanı M. Tevfik Göksu, İstanbul’da kültürel hareketliliğe önemli ivme kazandırmıştır. Çocuklardan gençlere, genç kızlardan annelere, delikanlılardan babalara yönelik yaptığı hizmetleri kıymetli buluyorum. Açtığı kütüphaneler, kültür ve gençlik merkezleri, atölye çalışmaları, kısa film festivalleri ve yayınladığı dikkat çekici “Şehir ve Düşünce” dergisi, “Litros Sanat” dijital gazetesi, radyo ve televizyon ile diğer belediyelerden daha aktif ve farklı bir tefekküre sahiptir.

Kitabın sunuş yazısında da Tevfik Göksu şöyle ifade ediyor: “Müzik, mahlûkatın varlık sahnesine çıkarken duyduğu/neşvenin adı, varoluşun temelindeki ahengin sesidir… Hayatın ve tabiatın özüyle örüntülü bu saf müzik ya da kadim ismiyle musiki, kalbin atışında, bir bebeğin gülüşünde, suyun akışında, canlıların alıp verdiği her nefesteki ‘H-u’ sesinde ve daha nicesinde kendiliğinden vardır. İcra edilen musiki, mevcudatın her zerresinde titreşen bu armoniyle bütünleşerek ruhun dili ve ifade vasıtası olarak değerlendirildiğinde gönle şifa, ruha gıda, kulağa zevk olur. Ruhtan neşet ettiği için ruha tesir eden ve insanın tinselliğini zenginleştiren bir kaynağa dönüşür. Ruhani melekeyle, mevcudatın derinliğinden derilerek ritme, melodiye ve ses rengine büründürülen, evrenin sonsuzluğundaki imkânlarla gök kubbeye hediye edilen müzik, ulvi olanla bağlantısı oranında insana sunulmuş en kıymetli hazinelerdendir… Toplumların kimliğinin anahtarı niteliğindeki müziğin, İstanbul atmosferinde kendine has bir seyri vardır ve ‘İstanbul Musikisi’ olarak adlandırabileceğimiz bu kavram, Osmanlı medeniyetini yansıtan önemli bir kültürel kod olmaktadır.”

İnsanlığın ortak mirası olan kültür ve medeniyetlerin dillerinden birisi kuşkusuz musikidir. İnsanların dili, dini, rengi, ırkı ne olursa olsun etkisi altına almıştır. Bizde musiki, sanat, şiir, resim gibi unsurlar, inancımızın beslediği kültür havzamızın en kıymetli hazinesidir. Ortak besleyici unsurdur. Geçmişin bilgeleri, filozofları, hikmet ehli de bu konuda tefekkür etmiş ve düşüncelerini dile getirmişlerdir. Ney'in, Tambur’un, Keman’ın, Kanun'un bizdeki yeri metafizik boyutu ile ilintilidir ve tekkelerdeki şiire eşlik eden edebiyatımızın gelişmesine, ilahi ve kasidelerle renklenen ve ruhun zikre bağlantısında sese dönüşürken makamların dokunuşlarının dün olduğu kadar bugün de ahenkleştiğini ifade edebiliriz. İbni Sina, musikiyi “Birbiriyle uyumlu olup olmadığı yönünden sesleri ve bu sesler arasındaki zaman sürelerini araştıran riyazi bir ilim” olarak tanımlar. Musiki, bizde zikrin ahenginin oluşmasına katkıda bulunur. Onun haricindeki müzikler ise, ruhtan ziyade nefse hitap eder. Bu alanda çabalayanların ve dinleyenlerin başını nefisten ve şeytanın oyun ve oyuncularından uzak tutamaz.

Tekke terbiyesi ve ahengi ise, bu açıdan oldukça kıymetlidir. Hem musikiyle meşke izin verilmiş hem de bedene değil ruhun inkişafına çaba gösterilmiştir. Kul bilir ki, dünya hayatı geçicidir ve geçici olanın peşinden koşmak akıl sahiplerinin yapacağı iş değildir. Kitap, bu alanda kıymetli bir çaba ve kaynaktır. Unutmayalım ki, Endülüs’ten Çin’e, Orta Afrika’dan Kafkaslara sınırsız Türk ve İslam coğrafyasının musikisi maddeye değil manaya işaret eder. El-Kindi, Farabi, İbni Arabi gibi hikmet ehli, musikimizin temellendirilmesinde önemli rol oynamışlardır. Hatip Zakiri Hasan Efendi, Kutbunnayi Osman Dede ve Buhurizade Mustafa Itri Efendi önemlidir. Tevfik Göksu ve ekibini bir kez daha tebrik ediyorum.