​TAHAMMÜL

Mehmet Arif DEMİR
Tüm Yazıları
Dostoyevski; "insan olmak bile bize güç geliyor" tespitini yaparken muhtemelen yaşadığı topraklarda var olan kaostan ve bu kaosun şirazesini kaydırdığı toplumdan/insanlardan bahsetmekteydi.

Dostoyevski; “insan olmak bile bize güç geliyor” tespitini yaparken muhtemelen yaşadığı topraklarda var olan kaostan ve bu kaosun şirazesini kaydırdığı toplumdan/insanlardan bahsetmekteydi.

Aristo ile devam edelim; “insan sosyal bir hayvandır” der, mantık ilminin babası, yani bir topluluğa dahil olduğunuz anda sizi kuşatan sosyalitenin belli sınırlamaları ile de yüzleşiverirsiniz. “Hem toplum içinde bulunayım, hem de kafama göre yaşayayım”, “hiçbir kural tanımıyorum ben” diyemezsiniz.

Sizin gibi düşünen insanlarla bir arada olabileceğiniz gibi, tam zıttınız insanlarla da aynı sosyal ortamları paylaşmak zorunda kalabilirsiniz. Ve şartlar sizi orayı terk etmeye değil, kalıp işiniz neyse devam etmeye mecbur bırakabilir. İşte tahammül dediğimiz şey burada ortaya çıkıyor. İnsan olmanın, sosyal bir varlık olmanın temelinde paylaşım, anlayış, sabır ve tahammül gibi kavramlar var zaten.

Tribünlerin yarı yarıya ev sahibi-misafir seyirci tarafından doldurulduğu yıllardan, deplasmana seyirci götürmenin yasak olduğu yıllara nasıl geldik acaba? Tribünlerin en sevdiği tezahürat “bir baba hindi, hey Allah” iken “vur-kır-parçala, bu maçı kazan” günümüz tribünlerinin bir gerçeği değil mi? 

Yarışmanın, spor yapmanın, karşı karşıya gelmenin ve yenmekle yenilmek arasında gidip gelen sarkacın salınımlarını izlemenin keyfini bırakıp, tatmin hissini, rakibini mutlaka öldürmek, yok etmek üzerine bina etmenin kime ne faydası var. Rakibin olmayınca sen de olmayacaksın ki! Rakibin güçsüz düşerse sen de gerçek gücünü göremeyeceksin ki, limitlerini bilemeyeceksin ki! 

Fenerbahçe ne kadar güçlü olursa; onu yenmek isteyecek olan Galatasaray ondan daha iyi olmak için çaba gösterecek, Beşiktaş, Trabzon bundan geri mi kalacak? Toplam kaliteyi artırmanın en iyi yolu “fair” onurlu ve centilmen bir rekabet değil mi? Rekabet sırasında rakiplerine tahammül göstermezsen, sana anlayış göstermelerini nasıl bekleyebilirsin? Her şart altında ve her zaman sen galip gelemezsin ki!

(Spordan, futboldan konuştuğumuza göre; bizim takımlarımız sınırlarımız içinde ne kadar çetin rekabet ederlerse o derecede hazır ve randımanlı olacaklardır Avrupa Kupalarında, milli maçlarımızda. Geçen yazılarımızda bir beyin fırtınası olarak önerdiğimiz “10 takımlı- dört devreli- lig projesi” ile amaçladığımız buydu. Az sayıda ama yüksek kalitede takımların daha sık karşı karşıya gelmeleri ile toplam kalitenin arttırılmasıydı hedefimiz. Biz tarihe not düşelim de gerisi “ağır abilerimizin” bileceği şey.)

Basketbol Kadınlar Ligi Final Serisi’nde yaşananlar, geçen haftaya damga vurdu adeta. “Ev sahibi” olmanın ne demek olduğundan habersiz ve art niyetli olduğu âşikar bir güruhun, en basit centilmenlik kurallarını bile bilmezden gelerek gösterdikleri tahammülsüzlük ve buna karşılık olarak; “tahammülsüzlüğü” meslek haline getirmiş, Olympos Dağı’ndan Dünya’ya sürgüne gönderilmenin hıncını biz fânilerden çıkarmak için gayret gösteren  “misafir” diğerinin sergilediği “orta oyunu” hepimizi üzdü.  3 Temmuz sürecinde, fırsattan istifade kişisel hesaplarını da araya sıkıştırmaya çalışan eski yöneticinin provokasyonuna gelmek için adeta fırsat kolluyormuş, beriki. (6222 çalışırsa Sarı Lacivert camia sürpriz bir gelişme yaşayabilir.)

Devekuşu Kabare yıllarından Merhum Zeki ALASYA’nın bir repliği ile bitirelim; “ Çat, çat, iki tokat, şaşırmış Serhat, beklerken şefkat, çat çat iki tokat, kadın kafadan sakat, gece dört olmuş saat…..”

İyi bir hafta sonu diliyorum.