BU KADAR CEHALET ANCAK DEMOKRASİYLE OLUR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Başlıktaki cümleyi yanlış yazdığımı düşünebilirsiniz. Haklılık payınız var. Bu cümle daha çok, "bu kadar cehâlet eğitimle olur" diye kullanılır. Ama eğitim de demokratik bir hak olduğu için, demokrasinin insanı cehâlete sürükleyebileceği gibi bir çıkarım yapılabilir. Elbette, liberal bir bakış açısıyla, her insanın "câhil kalma hakkı" olduğunu da bir kenara not edelim. Ancak mesele liberal açıdan bakıldığında görüldüğü kadar mâsum değil.

Zeki, bilgili insan denilince ilk akla gelen isim olan Albert Einstein’ın cehâlet ile ilgili şu sözü de ünlüdür: “Cehâlet ne güzel, her şeyi biliyorsun.” Einstein bu ironik ifâdedeki hükme varana kadar kim bilir ne bilmişlikler, ne ukalalıklarla karşılaşmıştır!

Demokrasinin siyâsal anlamda kaçınılmaz karşılığı olan “oy”, bâzı kişilerin Einstein’ın bu ironik cümlesindeki yakınmaya sebep olan “aşırı özgüven”e götürebilir. Eğitim seviyemizin, hayat tecrübemizin hiçbir önemi olmadan, tek şart olarak sâdece on sekiz yaşını tamamladığımız için “pozitif (sonradan kazanılmış) bir hak olarak kazandığımız “oy”, yâni “seçme hakkı”, kimilerinin elinde âdeta bir terör örgütünün elindeki nükleer silaha benzer bir tehdit hâline gelebilir. Demokratik hak olan oy verme hakkı, cehâlet ile birleşince karşımıza cüretkâr, saldırgan ve iddialı bir tavır çıkabiliyor. Maalesef bu tavır, gözle görülemeyecek kadar küçük olan zararlı bir mikrobun yayılması gibi çok çabuk yayılabilir ve bizi kuşatabiliyor.

Câhil anlamaz ama anlatır

Câhil insanların en belirgin özelliklerinin başında “anlama” değil “anlatma” vardır. Bir başka deyişle dinlemek değil konuşmak telâşı içindedirler. Zâten dinleme gibi bir vasıfları olsa, câhil olduklarını, her şeyi bilmediklerini, bâzı şeyleri öğrenmeleri gerektiğini fark ederlerdi. Ve o zaman bildiklerini zannettikleri şeylerin, bilmedikleriyle kıyaslanamayacak kadar az olduğunu, hatta bildikleri şeylerin bâzılarının da yanlış olduğunu görürlerdi ama bunu yapamıyorlar. Bu yüzden câhillerle tartışmak ve uzlaşmak mümkün değildir. En iyimser ifâde ile “Allah nasip etmiyor” diyelim. İmam-ı Âzam’ın şu sözünü hatırlamamak mümkün değil: “Câhillerle yaptığım hiçbir tartışmayı kazanamadım.”

Bu çelişkinin sebebi, demokrasiden aldığı gücü yanlış yorumladığından dolayı, yıllarını bir konuda uzmanlığa vermiş, birçok alanda çalışmalar yapmış kişilerle tek ortak özelliği “oy vermek” olduğu için kendini bu kişilerle aynı bilgi seviyesinde zannetme hastalığıdır. Bunu psikoloji veya psikiyatri literatüründe nasıl bir adı var bilmiyorum ama bu kişiler hiçbir kaynak veya referans gösterme zahmetine girmeden, -miş’li cümleler kurarak etraflarındakileri gırtlağa kadar bilgiye batırabiliyorlar. Ola ki, bir itiraz veya karşı fikirle karşılaştıklarında ise “sana mı soracağım?” ya da “senden mi öğreneceğim?” deyip son hamle saldırganlık kartını oynuyorlar.

Yine Einstein demiş ki, “Büyük ruhlar, sıradan beyinler tarafından her zaman muhalefet görür. Sıradan bir beyin, geleneksel önyargıları körü körüne boyun eğmeden reddeden ve düşüncelerini cesurca ve dürüstçe ifâde eden insanları anlayabilecek kapasiteye sâhip değildir.”

Sıradan beyinlere sâhip olmak suç değildir, tıpkı bilmemenin ayıp olmadığı gibi. Ama yeni öğrendiği şeyi, âdeta vahiy almışçasına sâdece kendinin bildiğini zannetmek, gerçekten bilen için çok trajikomiktir. Bunun en mâsum örneğini sosyal medyadaki kısa videolarda görebiliriz. Üniversite okumak için beş altı ay önce İstanbul’a gelen bir gencin, “İstanbul’da kimsenin bilmediği yerler” deyip mesela Kapalıçarşı’daki Şark Kahvesi’ni anlatan video çekmesi ne kadar paçoz bir tavırsa, bilginin kişiye âit ve mahsus olduğunu zannetmek de o kadar can sıkıcı olabiliyor. Onların okuduğu kitap, “Yok böyle bir kitap”tır. Onların seyrettiği film, “Yok böyle bir film”dir. Amaçları o kitap veya film değil, sâdece kendilerini merkeze koyduklarının ifâdesindeki malzemedir.

Böyle kişilerden oluşan bir topluluğa hatta bir toplama her şeyi yaptırmanız mümkündür. Yeter ki kendinizi gizlemeyi becerin ve onları yönlendirdiğinizi hissettirmeyin. Kerâmeti kendinden menkul sözde evliyâlar gibi, hemen sizin güdümünüze girerler. Bir de “düşünce ve ifâde özgürlüğü” gibi hipnotik ifâdeler kullanıp, “yeter ki iste, yaparsın”, “çok istersen her şey mümkün” gibi birkaç kişisel gelişim zırvasını dillendirirseniz, bu insanlara yaptıramayacağınız hiçbir şey yoktur.

Câhil câhili her yerde bulur

Bu insanlar hiçbir şey yapmayıp hiçbir şey bilmeden konuşmayı çok sevdikleri için, kendileri gibi insanları da çok severler. Sevdikleri o kişiler mesela bir siyâsetçi ise, her lafa gülen bilinçsiz stand-up seyircisi gibi, çok iyi birer alkışlayıcı ve “seçmen” olurlar. Aslında seçtikleri bir şey ya da bir kişi yoktur. Zaafları bilindiği için sevecekleri vasıflarla donatılıp önlerine konulan herhangi bir siyâsetçiyi desteklerler. Yeter ki boş konuşsun, atıp tutsun veya lafı gevelesin. Hiçbiri işe yaramazsa, verdiği vaadleri unutsun. Onun art arda kurduğu beş cümleden mantıksal bir seyir olup olmadığına bakmazlar.

Yalandan da olsa…

Bu durum olsa olsa Pinhani adlı müzik grubunun meşhur şarkısının sözlerindeki gibi “Yalandan da olsa ne güzel o akşam bana” cümlesinde ifâde bulan “aptal âşıklık” söz konusu olduğunda hoş görülebilir. Aşkın gözü kör, kulağı sağırdır. Aşkta mantık, sebep-sonuç ilişkisi, tutarlılık aranmaz. Zâten âşık olunca bencillik yerini diğergamlığa bırakır. Keşke cehâlet sâdece âşıkken yaşanan bir hâl olsa.

Ama maalesef câhillik bir hâl değil, bir tavır ve davranış şekline dönüşüyor. Câhil insanlar çok konuşup dinlemedikleri için ve konuşmalarında mantık ve tutarlılık silsilesi olmadığı için düşünce ve dünyâya bakışlarında da bunlar yoktur. Ağzına ne geldiyse söylemek gibi, o an veya kısa vâdede ne istiyorsa olsun gibi bir ferâsetsizlikleri vardır.

Demokrasinin sâdece belli bir yaşta oldukları için onlara verdiği oy hakkını bile kısa vâdeli mâddî hırsları için kullanırlar. Futbol konusunda tek tecrübesi haftada bir kez halı sahada maç yapmak olmasına rağmen, hayâtını bu işe vermiş babası yaşındaki teknik direktörü millî takım kadrosu üzerinden eleştirenleri “futbol fanatizmi” sınırları içinde mâsum görebiliriz. Ama mesela ister genel ister yerel seçimler olsun, her seçimi bir “zam isteme fırsatı” olarak görenlerin cehâletleri ancak demokrasi vesilesiyle ortaya çıkacak bir ahmaklıktır.

Bunun sebebi kendi konuşmalarında hiçbir samimiyet ve bilgi arka plânı olmadığı için, bilgi ve samimiyet olmadan ama onların duymak istedikleri söyleyen herkese inanmalarıdır. Bu konuda aldatılmaları önemli değildir, çünkü onları tatmin eden sâdece kulaklarından sevdikleri herhangi bir sözün girmesidir. Aslında bu câhillerin yaptığı şey, sakız çiğneyerek karın doyuracağını zannetmektir. Sakızın şekeri bitince atıp bir yenisi çiğnemeye devam ederler.   

Demokrasinin bir yan etkisi olan bu cehâlet, muhalefete iktidârın bir alternatifi olarak bakmaz. Kaynağını demokrasiden alan ama demokrasiyi âdeta sülük gibi emerek sömüren bu cehâlet için muhalefet, icraat yapmayan, iktidara alternatif olma iddiası taşımayan ama sâdece konuşan ve iktidârı cezalandırmak için kullanılan bir araçtır.