Ramazan özel – IV: İslam'da yöneticilerin kaçınması gereken kötü vasıflar

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Oruçlarımızı tuttuk, ibadetlerimizi yaptık. Allah kabul etsin. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Ramazan'ın son iki günü… Çarşamba günü Bayram. Şimdiden Bayramınızı tebrik ederim.

Bugün geçen Pazartesi’den kalan bir yazının devamını yazacağım. Ramazan’a Özel dördüncü yazımın konusu İslâm’da yöneticilerin kaçınması gereken kötü vasıflar. Geçen yazıda iyi vasıfları anlatmıştık. İslam bir siyaset teorisi içermez, bir iktisat teorisi içermediği gibi. Ancak bir dinden beklendiği gibi toplumun, bireylerin, yöneten ve yönetilenlerin sahip olması gereken ahlaki normları bildirir. Buna göre bir yöneticinin sahip olması gereken iyi vasıfları olduğu gibi kaçınması gereken kötü vasıfları da bulunmaktadır.  Bu vasıflar, aynı zamanda, bir yönetici adayı için liyakat kriteri görülmelidir. Geçen Pazartesi yazımda bir yöneticinin sahip olması gereken iyi vasıfları şöyle sıralamıştım: Adalet, müsavat, vahdet ve itidal. Bu hafta ise yöneticilerin kaçınması gereken hasletlerden bahsedeceğim. Bilmeliyiz ki, temel dini hükümler, bütün insanların kabul edebileceği ve insanın fıtratına uygun hükümler içerir. Bu yüzden yeni seçilmiş Belediye Başkanlarımızın da bu kötü hasletlerden kaçınacağını ümit ederim. 

YÖNETİCİLERİN KAÇINMASI GEREKEN HASLETLER

İslâm Dininde temel kaynaklarda yöneticilerin aşağıdaki özelliklerden kaçınması gerektiği bildirilir: Kibir, tefrika, taaddi ve israf. Dilerseniz her bir kavramın kısaca tanımını ve şimdi ne anlama geldiklerini ifade edelim:

1.Kibir: TDV İslâm Ansiklopedisinde ilgili başlıkta Mustafa Çağrıcı Hoca “kibri” şöyle tanımlamış: 

“Sözlükte ‘büyüklük’ anlamına gelen kibir (kibr), tevazuun karşıtı olarak ‘kişinin kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması’ demektir; ancak kelimenin daha çok birinci anlamda kullanıldığı, büyüklenme ve böbürlenme şeklindeki davranışların ise bu huyların dışa yansımasından ibaret olduğu belirtilir. … Âyetlerin bazısında tekebbür ve istikbar, kendisinin Âdem’den daha üstün olduğunu ileri süren İblîs’in büyüklenme duygusuna kapılarak Âdem’e secde etmesini isteyen ilâhî buyruğa karşı çıkışını anlatır (el-Bakara 2/34; el-A‘râf 7/12-13; Sâd 38/74). Diğer âyetlerde ise aynı kavramlar inkârcıların Allah’ın âyetleri, kitabı ve dini, Peygamber ve onun tebliğleriyle müslüman topluluk karşısındaki aşağılayıcı ve reddedici tutumlarını, kendini beğenmişliklerini ifade eder. Önceki peygamberlerin tebliğ faaliyetlerinin açıklandığı âyetlerde onların da benzer tepkilerle karşılaştığı anlatılarak bu tutumun her devirdeki inkârcıların ortak tavrı olup bunun bir ahlâk hastalığı sayıldığı belirtilir. Bazı âyetlerde istikbâr, inkârcılar arasından özellikle varlıklı ve aristokrat kesimin yoksul ve zayıf çoğunluğa karşı takındığı aşağılayıcı ve baskıcı tutumu ifade etmek üzere kullanılır ve bu sosyal problemle ilgili olarak çeşitli peygamberlerin kavimlerinden örnekler verilir.” 

Kibir Kur’an Kıssaları içinde Nemrut ve Firavun kıssalarının konusudur.  Herkesin bildiği gibi Nemrut ve Firavun kendi iktidarlarının verdiği güce güvenerek büyüklenmiş, kibre düşmüş, Allah’a meydan okumuşlardır. Kibir Mustafa Hoca’nın dediği gibi her şeyden önce Şeytan’ın vasfıdır. Kazandığı seçimlerle, oturduğu koltukla, yönettiği para ve güçle kendini bir şey sanan, esas gücü aldığı halkı küçümseyen, hiçbir hukuki ve ahlâki kuralla bağlı olmadığını düşünen yöneticiler kibirli yöneticilerdir ve bu özellikleriyle önce Şeytan’ın sonra da Nemrut ve Firavun’un günümüzdeki izdüşümleridir. Bu yüzden iyi bir yöneticinin kibirden sakınması gerekir. Kendisini hiç kimseden üstün görmemeli ve özellikle kendini halkından üstün olarak hiç görmemelidir. Makam ne kadar yükselirse tevazu da o kadar artmalıdır.  

2.Tefrika: Tefrika ayrımcılık ve bölücülük anlamına gelir. TDV İslâm Ansiklopedisinde ilgili başlıkta Tuncay Başoğlu Hoca “tefrikayla” ilgili şunları yazmış: 

“İnsanlar yaratılışları gereği birlikte yaşamaya muhtaçtır. Hayatın zorluklarının aşılması, huzur ve güvenliğin sağlanması ancak toplu halde barış içinde yaşamakla mümkündür. İslâmiyet insanlar arasındaki farklılıkları tanışma ve dostluğa vesile olarak görür; tek üstünlük ölçüsünün yalnız Allah’a karşı duyulan derin saygı (takvâ) olduğunu bildirir (er-Rûm 30/22; el-Hucurât 49/13). Kur’an’da, ‘Takvâ ve iyilik üzerine yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın’ buyurulur (el-Mâide 5/2); hak dinden uzaklaşılması, müslümanların birliğinin parçalanması veya buna alet olunması şiddetle kınanır (et-Tevbe 9/107-108). Diğer bir âyette toplumun fırkalara ayrılıp birbirine düşürülmesi Allah’ın gönderdiği azap çeşitleri arasında sayılırken (el-En‘âm 6/65) bir hadiste de, “Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır” buyurulur (Müsned, IV, 375). Ailede, toplumda, sosyal ve ekonomik kuruluşlarda tefrikadan sakındırılırken Allah’a, resulüne ve müslüman yöneticiye itaat edilmesi, ihtilâf çıkması durumunda Allah’ın hükümlerine başvurulması emredilir (en-Nisâ 4/59, 65, 69).”

Yukarıda Tuncay Başoğlu Hoca’nın bildirdiğine göre bir toplumun ayakta durabilmesi için o toplumun temel bazı ortak değerler ve normlar etrafında bir araya gelmesi ve bu ortak değerleri mümkün olduğunca koruması gerektiği bildirilmektedir. Eğer ortak değerler değil farklılıklar öne çıkarılır ve bu farklılıklar etrafında toplumun farklı topluluklara bölünmesinin yolu açılırsa o toplumun ayakta durabilmesi mümkün olmaz. Bu yüzden Müslümanların yöneticilerine (yani mevcut hukuk düzeni ve devlet nizamına) itaat etmesi gerekirken, yöneticilerin (yani hukuk düzeni ve devlet nizamının) de insanlar arasında dinî, ırkî, cinsî veya siyasî ayrım yapmaması gerekir. Eğer yönetici “bana oy verenler ve vermeyenler” gibi ayrım yaparsa, devlet kurum ve kuralları adamına göre işletilirse o zaman toplumun her bireyinin eşit olduğu söylenemez. İyi bir yönetici vatandaşlar arasında ayırım yapmaz, etrafında imtiyazlı ve torpilli kimseler olmaz, devletin kaynaklarını adaletli bir şekilde toplumun tamamına eşit olarak dağıtır. Bu yüzden iyi bir yönetici tefrikadan, ayrımcılıktan, imtiyaz ve torpil dağıtmadan uzak durmalıdır. 

3.Taaddi: TDV İslâm Ansiklopedisinde ilgili başlıkta İbrahim Çelik Hoca “taaddiyi” şöyle tanımlamış: 

“Sözlükte ‘hızlı koşmak, sınırı aşmak, tecavüz etmek’ anlamındaki adv kökünden türeyen taaddî terim olarak, advin ‘hedefine ulaştığı halde hızını kesemeyen kimsenin daha ileri noktalara gitmesi’ mânasından hareketle ölçüyü ve sınırı aşmayı, taşkınlık yapmayı, haklılık sınırını geçmeyi, başkalarına saldırmayı ifade eder. Dargınlık ve anlaşmazlığın kin, nefret ve silâhlı çatışmaya vardırılmasına adâvet ve udvân, bu tutum içinde olana adüv denir (Râgıb el İsfahânî, el-Müfredât, “ʿadv” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ʿadv” md.).” 

İslam’da haddi ve sınırı aşmak ve taşkınlık yapmak her şeyden önce Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmek, Allah’ın sınırlarını aşmak anlamına gelir. İkinci olarak insanları toplum içinde aşırıya kaçması, kendisine çizilen hudut ve sınırların dışına çıkmaya çalışması ve taşkınlık içine girmesi anlamına gelir. İnsanların toplumsal kurallara uyması devlet gücüyle sağlanır, pekiyi devlet gücüne hakim olanları kim kontrol edecektir? İşte bir yöneticiye görev verilirken dikkat edilmesi, onun kendisi için çizilen görev tanımının dışına çıkmayacak, görevini kötüye kullanmayacak, kendisini seçen halkın karşısında haddini bilecek bir insan olmasına dikkat edilmesi gerekir. 

4.İsraf: TDV İslâm Ansiklopedisinde ilgili başlıkta Cengiz Kallek Hoca “israfı” şöyle tanımlamış: 

“Sözlükte ‘haddi aşma, hata, cehalet, gaflet’ gibi anlamlara gelen seref kökünden türetilmiş olan isrâf genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşrû olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder (Lisânü’l-ʿArab, ‘srf’ md.). İsrafla seref arasında ayırıma giderek birincisine ‘haddi aşmada ifrat’, ikincisine ‘tefrit’ anlamını verenler olmakla birlikte genellikle her ikisi de aşırı inanç, tutum ve davranışlar için kullanılmaktadır. İsrafçı kişiye müsrif denir. Gazzâlî’nin açıklamalarına göre dinin, âdetlerin ve insanlığın gerekli kıldığı yerlere gerekli gördüğü ölçüde harcamak cömertlik, bu ölçülerin altına düşmek cimrilik, bunların üstünde harcamada bulunmak ise israftır (İḥyâʾ, III, 259-260).”

Belediye ve Merkezi Hükümet olsun, bir yöneticinin en önemli hasletinin müsrif olmaması ve muktesit olması gerektiğidir. Çünkü yöneticinin harcadığı para kendi parası değildir, milletin parasıdır. İslâm insanların kendi paralarını harcarken bile sınırlara dikkat etmelerini tavsiye ederken, başkasının parasını har vurup harman savurmayı hiçbir şekilde kabul etmez. Bir yönetici israftan kaçınmalıdır, yönettiği kaynakları en uygun ve etkin şekilde kullanmalıdır, her şeyden önce gösterişten kaçınmalı ve itibardan tasarruf etmelidir.