Eskiden mahallelerde, daha sonra apartmanlarda ortalığı karıştıran nereden, kimden çıktığı belli olmayan haberler yayılırdı.

Eskiden mahallelerde, daha sonra apartmanlarda ortalığı karıştıran nereden, kimden çıktığı belli olmayan haberler yayılırdı. Mesela; mahalleye bir delinin taşındığı söylenir, ama hiç kimse onu bir kere bile görmemiştir. Yarı komplo teorisi yarı paranoyak belirtiler içeren bazı laflar ortalıkta dolaşır ve merak uyandırırdı. Bir de bu söylentileri fırsat bilip fitne yayanlar vardı. Mahallenin elektrikçi dükkânına dadanmış, oradan çıkmadığı söylenen dul bir kadın olurdu. Mahalle bakkalının kurtlu mal sattığını söyleyip başka bakkala yönlendiren yaşlı teyzeler filan olurdu. O zaman sosyal medya böyleydi. Biz buna fısıltı gazetesi derdik. Ama bunun kaynağı aşağı yukarı belli olurdu. Şimdi sosyal medyanın interlandı genişledi. Dünyayı kapladı. Bir ülkede kaos mu çıkartacaksın. En iyi fitneci sosyal medya. Yalan yayacaksın, iftira, çamur atacaksın. İnsanların zihnini bulandıracaksın. Bunların hepsi artık örgütlü ve sistematik bir şekilde algoritmalar belirlenerek yapılıyor. 2010’larda vatandaş gazeteciliği ile birlikte ortaya çıkan; gördüğün bir olayı, yanlışı fotoğraflayarak haber merkezlerine göndermekle başlayan bu süreç artık önü arkası alınamayacak hale geldi. Bütün olay böyle masumane başladı. Keşke sosyalleşme mahallede kalsaydı. En azından pembe çorap giyeni de biliyorduk kafasına siyah bere geçireni de. Şimdi kim kimdir, kim kim değildir; anlamak mümkün değil!

Şu an eğitimdeyiz

Okullardaki teorik bilgileri bu olağanüstü durumları yaşadığımız günlerde sahada hayatın içinde tatbik zamanıdır. Bilgileri beynimize doldurduk; ezberledik, yaladık yuttuk. Öyle olmaz efendiler! Şimdi din dersinin tatbikatını dualara sığınarak yapacağız. Elverişli olanlar sahada olacak; yardımlaşma birlik ruhu sosyal bilgilerdeki derslerde öğrendiklerini içselleştirecek. Matematik, fen derslerinde öğrendiklerimizi depremle, yıkıntılarla karşılaştırıp kafamızda bir teori geliştireceğiz. Yeni kentler kurmanın hesaplarını ve coğrafyanın uygun olup olmadığını tespit ederek planlayacağız. Beden eğitimi derslerinin uygulamasını paketleme yaparak, kolileri taşıyarak yapacağız. Resim ve müzik derslerimizin tatbikatını ise çocukların travmalarını atlatmaları için kullanacağız. Bir sürü meslek lisesi, yüksekokul öğrencileri hepsi kendi alanlarında yapabilecekleri her şeyi düşünüp planlayacaklar ve hocaları ile birlikte şu önümüzdeki günleri bölgeyi yeniden nasıl inşa edebilecekleri konusunda düşünüp harekete geçecekler. Eğitimdeyiz şu an hepimiz. Köydeki bacılarımız, eli keser tutan, odun kıran dedelerimiz, kardeşlerine oyuncaklarını gönderen çocuklarımız hepimiz hizmet ederek bu ikinci dönemi atlatacağız. Sonra gönül rahatlığıyla teorik eğitimimize dönebiliriz. Bu konuda da malum şebeke çalışıyor. Onu da gördük, tespit ettik.

Manipülasyona atlamak

Sosyal şebekenin hazırladığı tag’lara hemen atlanıyor. Devlet aklının neyi nasıl düşündüğünü bizim tam olarak bilmemize imkân yok. Her şeyi de bilme merakını insanlara yardıma yönlendirebilsek keşke. Merakımızı bu yönde harcasak! Felaketin daha üzerinden bir gün geçmeden başlayan, ucu dışarıda olan ve içimizdeki piyonları tarafından ortaya atılan malum bazı sosyal medya zibidileri ile olaylar tırmandırılıyor. Hangi sivil toplum falan başkanı kim nerede ne yapmış, hangisi daha çok çalışmış. Allah aşkına derdimiz bu mu bizim şu anda? Öte yandan zihnimiz komplo teorileri ile ele geçirilmeye çalışılıyor. Korkuyu yayan, endişe ve tedirginlik zerk eden her tür söylenti sosyal şebekeler marifetiyle toplum paniğe yönlendiriliyor. Hiç birine inanmıyoruz. Sosyal şebeke bir sirk meydanı gibidir, her türlü hokkabaz oynatılıyor.

Hepimiz birimiz; birimiz hepimiz için

Yapılan her türlü sosyal medya haberi hayra yönlendirmediği sürece o haberi görmemek, önemsememek lazım. Dünya bu kıyamete sessiz kalmamışken; doksanın üzerindeki ülke arama kurtarma ekipleri bölgeye gelmişken, bizler bizi bölmek parçalamak isteyenlere kucak açmamalıyız. Sosyal medyada birilerinin ağızları ile fareli köyün kavalcısının peşine takılanlar fareler gibi olmamalıyız. Her birimiz, diğer birimiz için el ele vermeli. Bir garip nene ayağındaki mesini gönderiyor. Üstüne bir de not iliştiriyor. Dedemiz yıllarca biriktirdiği hac parasını, kimi umre parasını, hatta kefen parasını bağışlıyor. Bosna’daki çocuklar stant kurup çay satıyor. Parasını Türkiye’ye gönderiyorlar. Böyle yüzlerce gönlümüzü fetheden olaylara şahitlik ediyoruz. Bizler çalışacağız ve el ele verip tekrar o bölgeyi ihya edeceğiz ve yolumuza şebeklere aldırış etmeden devam edeceğiz. Böyle zor zamanlarda daha da duyarlı, bilinçli, birbirimize sarılarak ve kenetlenerek, tek vücut halinde, tek yürek halinde, birbirimize sahip çıkacağız. İnsanlığımız, vicdanımız, vatanseverliğimiz budur bizim. Ayrıca egemen güçlerin trolleri olan, sosyal medya şebekeleri, asayiş güçlerimizin dikkatindedir vesselam.

YARIN MİRAÇ KANDİLİ

Allah hepimize şu yaşadıklarımızı idrak ettirsin. Bizleri birlik ve beraberlikten ayırmasın, depremde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza rahmet nasip etsin. Mübarek üç aylarda yaşadığımız bu kıyametin izlerini hep birlikte, kardeşlerimize maddi manevi sarılarak atlatmayı nasip etsin. Devlet ve milleti farklı iki ayrı sınıfa ayıran anlayıştan bizi korusun.

Bu duygu ve temennilerle hazırladığımız sayfamızı sizlerle buluşturduk. Artı ve Eksi bölümümüzde özellikle eksi hanesine hiçbir şey yazmadım. Geçtiğimiz zor zamanların içindeki hikmeti görmeye odaklanalım. Yapılan yanlışların üzerini örtüyor değiliz. Görüyoruz ama dillendirerek ne kalbimi ne sayfamı ne de sizlerin zihinlerinizi bulandırmak istemiyorum. Bu duygularla Allah bizi korusun ve Ramazan ayına ulaştırsın. Hayırlı kandiller..

YENİDEN DOĞMAK

Yorulsak da, çabalamaya söz verdik. Kenara itilsek de gücenmeden kendi yolumuzu çizeceğimize söz verdik. Üstümüze her türlü yalan, iftira atılsa da silkelenip kendimize gelmeye söz verdik. Haksızlıklardan, kıvırmalardan hatta manipülasyonlardan nefes alamasak da söz verdik yeniden nefes almaya. Paçalarımızdan aşağıya çekmeye çalışsalar da dimdik ayakta kalmaya söz verdik. Yandı bitti kül oldu deseler de küllerimizden yeniden doğmaya söz verdik. Kararlı durdukça üstümüze üstümüze gelenlere gülümseyeceğimize söz verdik. Bir anda her şey üzerimize yıkılsa da, yeniden doğrulacağımıza söz verdik. Söz verdik biz Rahmeti Rahmana, umut kesmeyeceğimize. Işığı en karanlık anda üzerimize doğuran ve anamızdan doğmuş gibi her an bizi pürü pak, rahmet yağmurlarıyla yıkayan Yaradan’a söz verdik. Söz verdik Rabbimize umudun libasını kuşanmaya. Söz verdik güvercin kanadında barışı dalgalandırmaya. Doğuşumuz sanadır Allah’ım, döndürme bizi sözümüzden.

HALİMİZİ BEYAN

Benim sırrım muma açılsa gölgemden bin kere sakınırım.

Gönlümün gamını gölgeme söylesem, mumun hasediyle karşılaşırım.

Ne mektup yazmaya iradem vardır ne de sırrımı arz edebilirim.

Fûzûlî, Leylâ vü Mecnûn 2312. 2313. 2314. Beyitler...

Bazen duygu ve düşüncelerimizi ifadeden imtina ederiz. Ne söylesek bir yüreği incitecek, bir yarayı açacak gibi hissederiz. Öfke anında hüküm vermekten men edilen kadı gibi bizler de duygu ve düşüncelerimizi ifadeden men edilmişizdir böyle zamanlarda. Gönlümüzden aldığımız her fetva, bizi hassasiyet sahibi, ahlaklı ve her daim güzel olanı terennüm etmeye davet ettiği halde gösterdiğimiz hassasiyetler önümüze dikiliverir. Ve maalesef, bazen imtina ederiz ağlayan birine omuz olmaktan!

Güzel birkaç kelam edip bir yaraya şifa olabilirim belki dersiniz. Alırsınız elinize kalemi kağıdı, yazarsınız muttasılan... Ve bir zaman sonra yazdıklarınız bildikleriniz karşısında mahcubiyet hisseder. Vicdanınız yaşamadığınız bir şey üzerine ahkam kesmekle itham eder. Derin bir yeise gark olduktan sonra tefekkür tutar elinizden ve kurtarır gayyanızdan. Söz artık tefekkürdedir. Gayet vakur bir eda ile -Herkesin aynı sınav kağıdıyla muhatap olmaması ilahi adaleti sorgulatmamalı!- der. Düşündürür uzun uzun söyledikleriyle... Ve ardından yine derin bir sükût kuşatır dört bir yanımızı...

“Ne beyân-ı hâle cüret, ne figâne tâkâtim var.”

Enderunlu Vasıf

Ve evet, bazı zamanlar vardır, ne kaleme ne de söze gelen... Cesaretin halimizi beyan edebilecek güçte olmadığı bir müsibeti müşahede ettik. Çoğumuz figân etmeye ya takat bulamadık ya da derdin dermanla teşrik-i mesaisini düşünüp figan etmeyi bir şükürsüzlük nazarıyla bertaraf ettik.

Yaşadığımız afetten sonra duygu dünyamız tabiatıyle her zamankinden daha hassaslaştı. Ne yazsak ne söylesek rahatsızlık duyup, bir kalbin tabii atışına mani olacak bir hamlede bulunacağımız zannıyla susmayı tercih ettik çoğumuz. Korktuk, mürekkebimiz temiz bir gözyaşını kirletir de hesabı nasıl veririz diye...

Elimizden gelenler ise pek mahduttu bu süreçte. Yaptığımız yardımlar dahi içimize su serpmeye yetmedi çoğu zaman. Bazen sitem ettik tüm olup bitenlerden ötürü ve bazen isyana sürüklendi kelimelerimiz. Ardından uyandık tüm şikâyetlerimizden. Sonra öfke karşıladı hepimizi tabiatına mugayir bir eda ile, müşfikçe... Hemen öfkenin kollarında teselli imkanı aradık. Harice tüm kabahati yüklemek, saymak ve bazen de sövmek doğrusu bir konfor alanı oluşturmakla eşdeğerdi. Ancak nedendir bilinmez bundan da rahatsızlık duyduk. İçimizdeki bir ses, mesuliyet sahibi olduğumuzu hatırlattı yeniden.

Menzile uzanan yola devrilen devasa ağaçlar, hepimizin dudağını uçuklattı. Günler sürdü bazı şeylerin vehamet derecesini anlamak. Neyse ki artık devrilen ağaçların ne denli büyük olduğunu, yolun ne derece hasar gördüğünü anlatmayı bırakıp menzile kavuşma hayaliyle güzel işlerin peşine düştük yeniden. Herkes birbirine kardeş; her yardım, muhtaca uzanan el oldu. Ve böylece tekrar başladı insanın mesuliyetinin idraki...

İnsan, bilmediği hususlarda başka ihtimallere ve başka izahlara dair ne kadar alan açarsa kendi sesini o kadar gür duyacak. Etrafımızda gönlümüze ağır gelen nice usulsüz işler, insan tabiatına yakıştıramadığımız suistimaller var. Böyle bir dünyada karanlıklar adına konuşmak teselli etmemeli. Mumu yakan olamıyorsak bile mumu yakma cehdine sahip olanları karanlığın rengiyle korkutup incitmeyelim!

“Madem Allah sabredenle beraberdir,

öyle bir anlamalı ki sabrı, sabır şükür olsun! “

Sait Başer

Elbette ki, tedbirsiz bir tevekküle inanmıyoruz. Taşıdığımız kanaatlerin gönül süzgecimizden geçip aklımızla çelişmemesi ve sabrımıza şükrün eşlik etmesi dileğiyle... Aziz milletimizin sağduyusu ve feraseti her zaman olduğu gibi yine elimizden tuttu ve tutacak. Buna inanıyoruz!

“Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”

Hicr, 56

AVUSTURYA DA BEKLİYOR

Almanya’dan sonra Avusturya’da da depremzede vatandaşlarımızın yakınlarının yanına gidebilmesi için imza toplandı. Sosyal Demokrat Parti Viyana Favoriten ilçe belediye üyesi Muhammed Yüksek’in çabaları neticesinde geçen hafta sonuna kadar 1195 imza toplanarak 13 Şubat günü parlamentoya başvurma imkânı elde edildi. Avusturya’da yaklaşık olarak 360 bin Türk vatandaşı yaşıyor. Almanya 3 aylık vize vereceğini açıkladı. Bunun yanında yine Alman hükümeti gelecek olan depremzedeler için barınma ve tedavi çalışma grubu oluşturdu. Almanya’ya göre Türk nüfusu çok daha az olan Avusturya’nın da isteyen depremzedelere bu yolu açmasını umuyoruz.

ARTI EKSİ

İnsanlık tek yürek oldu

Washington’dan yapılan açıklamalar bir yandan DSÖ’nün: “Türkiye’yi vuran deprem 100 yıldır Avrupa’da görülen en büyük doğal afet” demesi ve birçok kuruluşun Türkiye’deki ve Suriye’deki afetin bütün dünyayı etkilediğinin altını çizmesi olayın boyutunu ortaya koyuyor. On gündür sanki dünya durdu ve dünya da bizimle nefes alıp veriyor. Depremin hemen arkasından yabancı ülkelerin kurtarma ekiplerinin anında Türkiye’ye gelmeleri ve giderlerken arkalarında bıraktığı iz bizleri de duygulandırdı. Yunanlı ekipten birinin sosyal medyadan “Güçlü kal komşu. Biz seni böyle bildik” demesi beni tam kalbimden vurdu. Azerbaycanlı okul müdürünün kürsüden öğrencilerine birlik, beraberlik ve yardım çağrısını yaparken ki coşkulu hali bizleri de hüzne boğdu. Iraklı Türkmen ninenin parasını Türkiye’ye göndermesini ancak millet bilinciyle açıklayabilirim. Türkiye’mizde köylü bir ablamızın düvesini satıp depremzedelere bağışlaması ardından kendisine hediye edilen yeni düveyi de aynı şekilde yine bağışlaması işte bu irfanın neticesidir. Şehirlerimizden çocuklarımızın gönderdikleri oyuncaklara, montlara mektup iliştirmeleri hatta ceplerine gofret koymaları asırların oluşturduğu kollektif ruhun dışa vurumudur! Bir vatandaşımızın blok flütü ile saatlerce internetten Kurtlar Vadisi dizisinin müziği cendereyi çalması ile depremzedelere para toplaması başka bir gayretin, inancın sonucudur. Gerçekten bambaşka bir milletiz. Allah hepsinden razı olsun.

İLETİŞİM PSİKOLOJİSİ

Deprem bölgesinde canlı yayın yapan muhabirlerin psikolojisi de ister istemez yara alıyor. İnsanız ve o durumda ne yapacağımızı da şaşırabiliriz. Ancak gazetecilik mesleğinin doğrudan insanla olması psikoloji eğitiminin önemini de beraberinde getiriyor. Özellikle iletişim psikolojisi insanın olaylar karşısındaki duygu durumlarını inceleyen bir bilim olması nedeniyle medya iletişim bölümlerinde yer almalı. Ancak bunu teorik olarak vermek tek başına çok fazla bir şey ifade etmez. Similasyon, etkinlik, drama grup çalışmaları ile içselleştirilmesi gerekiyor. Bu da yetmez sahaya göndereceğiniz muhabirin kendisiyle de iletişimi sağlıklı olmalı. Deprem yıkıntıları arasında bir genç kız, kardeşinin sesini duyduğunu muhabire söylediği halde muhabir ‘ah vah’ deyip sonra yanında uzaklaşıyor. Ne yaptığını bilmeyen bir muhabir. Olaya hâkim değil. Biz de ekranları başında böylece kalakalıyoruz. Bu afette TV kanalların birçoğu sınavdan çaktı. Böyle bir durumda ilkeli ve insanı ön plana alan bir yayıncılık esas alırsınız. Zaten ekran karşısında psikolojik olarak çökmüş insanları bir de bu tarz iletişimsizlik örnekleriyle bir kez daha çökertiyorsunuz. Anti parantez; iletişim psikolojisi eğitimleri yaşam boyu ya da meslek süresince edinilmesi gereken eğitimler arasında yer almak zorundadır.