Üzülerek gördük; televizyon kanalları, yıkıcı ilk depremin hemen ardından süregiden yayınlarıyla 'bilgi güvenliği' noktasında bir kez daha sınıfta kaldı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu – RTÜK’e TV kanallarının yayınlarını denetim altına alarak müdahale edilmesi emrini verdi.
Talimatı veren, Uğur Dündar'ın, “Meslek hayatımda tanıdığım ‘basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğüne en saygılı’ başbakandı" ifadesini kullandığı Bülent Ecevit’ten başkası değil.
Yıl 1999, günlerden 23 Ağustos Salı…
Gölcük Depreminin altıncı günü, Başbakan ve DSP Genel Başkanı Ecevit, Bakanlar Kurulu toplantısında Devlet Bakanı Yüksel Yalova’ya, “Bazı gazete ve televizyonlar çok kötü yayınlar yapıyor. Halkı kışkırtan bu yayınların kısıtlanması gerekiyor. Bunlara bir çekidüzen verelim.” talimatını verdi. (*)
Matem günlerimizde bir kesimin sinir uçlarına dokunan paylaşımları ve açıklamaları ile eleştiri dozunu aştığı düşünülen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, DSP’de Ecevit’ten veto yemese o hükümetin bir üyesi olacaktı.
Tıpkı, bugün Kılıçdaroğlu’nun Koordinatör Başdanışmanı İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın o hükümetin Devlet Bakanı olduğu gibi.
Tıpkı, yıkıcı son depremin ilk günlerinde yaptığı açıklama ile dikkatleri üzerine çeken o hükümetin Bayındırlık ve İskan Bakanı olan bugünün İYİ Partili ismi Koray Aydın gibi…
Kendime sormadan edemedim, “Yaşadıklarımız 6lı masanın iktidarında olsaydı ne olurdu?”
Aklıma ilk gelenler bunlardı…
AFET HABERCİLİĞİ
Pandemi sürecinde bir uzmanlık alanı olarak bilim iletişimi kapsamında; bilim haberciliği ve bilim gazeteciliğini kaleme alarak, önemsenmediğinde ortaya çıkan özellikle televizyon yayınlarındaki yoğun misenformasyona (medya aracılığıyla gerçek bilginin eksik veya yanlı şekilde sunulması) dikkati çekmiştim.
Sözlerim, olmazsa olmaz bir başka uzmanlık alanı olan "afet haberciliği" için de geçerli.
Uzmanlar, "afet haberciliği"ne ilişkin, afete hazırlık sürecinde, afete müdahalede ya da zarar azaltma gibi konularda medyaya çok büyük görevler düştüğüne dikkati çeker:
"İnsan için önemli olan can güvenliği, zamanla yerini bilgi güvenliği kavramına bırakır. Daha doğrusu bilgi güvenliği, insan için can güvenliği kadar önemli bir kavram olur. Risk ve tehlike ortamında yaşayan insanlar, bunu hem can güvenliği hem de bilgi güvenliği noktasında hissederler."
Üzülerek gördük; televizyon kanalları, yıkıcı ilk depremin hemen ardından süregiden yayınlarıyla ‘bilgi güvenliği’ noktasında bir kez daha sınıfta kaldı.
Afet karşısında ortaya konan gayretleri çoğu zaman yok saymaları, ekran başındaki vatandaşa adeta saç baş yoldurmaları… Bilinçli, bilinçsiz, sorumsuz yayınlarıyla, psikolojisi zaten yerle bir olmuş toplumun, bam teli gibi gerilmesine zemin oluşturdular.
"1999 Gölcük depremi günleri"ni hatırlatmam biraz da bundan…
1999 DEPREMİNDE NELER OLMUŞTU?
O günün muhalefete yakın yayın organlarından farklı örnekler verildiğine şu günlerde hep birlikte tanık oluyoruz.
Peki ya günün iktidara yakın mecraları…
Mesela, Cumhuriyet gazetesi…
Arşivimden ayıkladığım Cumhuriyet kupürlerinden örneklerle 99 depremi…
“Günün hükümeti, depremin üzerinden “6 gün geçtikten sonra el koymak” için harekete geçti.”
“Bölgeye eşgüdümü yürütmek için 3 bakan görevlendirildi. Yalova’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan görev yapacak.”
“Günlerce OHAL uygulaması tartışıldı. Hükümet gerek görmedi.”
“Bayındırlık Bakanlığı 7 ilde yetkileri ele aldı, belediyelere kısıtlama geldi.”
Muhalefet Lideri Tansu Çiller, “Zaman siyaset yapma zamanı değil, haydi el ele verelim.” dedi.
Çiller bugünün aksine deprem bölgesinde geçirdiği zamanını elinden geleni yapmak için kullandı.
Kimi zaman konakladığı deprem çadırında depremzedeye, medya aracılığıyla topluma moral vererek doğru yönlendirmeler yaptı.
Günün Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanvekili Orhan Erinç, haberciliği "söylentileri aktarma" yöntemi olarak algılamaya başladıklarına vurgu yaparak eleştirdiği TV kanallarının Yeşilçam'ın bir dönemdeki melodramlarına taş çıkartacak bir anlayışla yayıncılık yaptıklarına, “izlenme oranı adına” halkı tedirgin eden söylentileri doğru haberlermiş gibi aktardıklarına vurgu yaptı.
Hükümet, “İbreti alem için” denilerek, Kanal 6 televizyonuna 7 gün süreyle kapatma cezası verdirdi.
Kararlar yine Cumhuriyet gazetesinde, “Depreme müdahalede geç kalan hükümet felaketi bütün boyutlarıyla irdeleyerek kamuoyuna duyuran medyadan intikam arayışına girdi.” ifadeleriyle yer aldı.
“Eski Harp Akademileri Komutanı Kemal Yavuz, yönetimin bittiği iddiasıyla seferberlik ilanı istedi, koordinasyonun başına da 1. Ordu Komutanının getirilmesini istedi.”
Sıklıkla, “Afet bakanlığı kurulması” dile getirildi.
“AKUT, ‘isyan çıkacak’ uyarısında bulundu.”
“Hükümet yardımların tek merkezde toplanmasına karar verdi. Yardımlara sıkı denetim geldi.”
“AKUT’un İstanbul’daki 4 bankada bulunan hesaplarına İstanbul Valiliği’nce el kondu. Başkan Nasuh Mahruki, ‘uygulamanın yanlış olduğunu’ söyledi.”
“Eğitim-Sen Genel Başkanı Kemal Bal, okullarının açılışının ertelenmesini istedi.”
Fatih Altaylı, “RTÜK’ün hükümeti kapatması gerektiğini” yazdı.
Altaylı, “Adının kesinlikle açıklanmaması şartıyla yardım kampanyasına katılan Tarkan’dan özür diledi.”
“Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet üyeleri telefonları kilitlendiği için ‘haberleşme sıkıntısı’ yaşadı.”
“Delillerin denize döküldüğü iddia edildi.”
…
Uzar gider..
Yorum yapmak çok da anlamlı olmayacaktır.
Hep söylerim ya; "Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür."
İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır ya da unutkanlık insan halidir.