Anadil, yabancı dil, eğitim dili derken bunlara sosyal medya dili, iletişim dili, siyâset dili, hukuk dili eklendi.
Anadil, yabancı dil, eğitim dili derken bunlara sosyal medya dili, iletişim dili, siyâset dili, hukuk dili eklendi. Kimisi sözlü, kimisi yazılı, kimisi de görsel olarak karşımıza çıkıyor. Bunların hepsini, lisan dediğimiz ve insana mahsus olan dillerle konuşuyoruz. Uluslararası dillerden, kabile dillerine kadar tahmini 6 bin lisanın var olduğu tahmin ediliyor. Her dilin binlerce yıl içinde oluşmuş bir özgün ve sınırsız olmayan ses varlığı ve mûsıkîsi var. Bu dillerin bazıları yazılı ve bir alfabe vâsıtasıyla sözlü kültürleri içinde varlıklarını sürdürüyor. Bâzıları da yok olma tehlikesi ve tehdidi altındadır. Her yok olan dille birlikte binlerce yıl birikim kaybolup gidiyor.
Oysa bambaşka bir dil vardır ki, o dil biz insanlara mahsus değildir. Canlı ve cansız ne varsa, bu dili kendince kullanır; kendince konuşur ve anlar. Bu dilin ses varlığı sâbit ve kısıtlı değildir. Esen rüzgârdan kıyıya vuran dalgaya, açan çiçekten sararan yaprağa, öten kuştan ağ yapan örümceğe, yavrusunu kokusundan tanıyan koyundan, balıkçılara fırtınayı haber veren ufuktaki buluta kadar sayısız varlık, kendi dilleriyle konuşur.
Bu dil anadil gibi, yaşayarak, görerek, tecrübe ederek öğrenilir. Sınıfta, okulda, kursta öğrenilmez. Bu dilde küfür, hakaret, tâciz, hadsizlik, terbiyesizlik yoktur. Bu dil, en güzel sözlerin yeşerdiği bahçeden derlenen sözcüklerle, imâlarla, ünlemlerle, nidâlarla ve nevâlarla konuşulur. Bu dil, insanın dışında "tabiat dili"dir. Her mahluk kendi dilini konuşur ve konuşulan her dili anlar; anlaşmazlık yoktur. Bu dil insanda en şerefli hâline ulaşır ve adı, "gönül dili" olur.
Gönül dili ile anlatmak, anlamak
Dil öğrenimindeki ve kullanımındaki dört beceri (dinleme, konuşma, okuma, yazma) gönül dilinde de vardır. Gönül kulağı ile dinleriz, ne kadar dikkat kesilsek de "can kulağı" ile duyamadıklarımızı. Gönül gözüyle görürüz göz kapaklarımız kapalı, etraf zifiri karanlık olsa da. Gönül anlatır dilden dökülemeyeni ve kalemin yazamadığını. Gönülden veririz en değerlimizi.
Vücûdumuzda nerede olduğu bilinmese de gönlün varlığından şüphe etmez hiç kimse. O gönlü ve vücûdu Veren'in varlığını inkâr edenler olsa da, yârin rüzgârla gelen kokusu ve o kokunun hissettirdikleri gönülde anlam kazanır.
Gönlün cinsiyeti
Dünyevî becerilerin üstünde bir yeri olan gönlün cinsiyeti de, cinsiyetlerin üstündedir. Bu, cinsiyetle ilgili ne varsa, bunları yok saymadan, ama hepsini aşarak herkesi ve her şeyi anlayan ve herkese ve her şeye kendini anlatan bir seviyenin şartıdır. Her varlık, kendisi olarak ve kendisini inkâr etmeden, gönül dilinin sözlüğüne katılır. Gönül, kişiye yaratış ve yaratılışı kendi mesâbesinde tecrübe etmenin zemini olur. Gönül dili konuşan çift, bir diğeriyle berâber bir diğerini aramanın, anlamanın ve anlatmanın dilini konuşur.
Gönlün kapısı
Gönlün nerede olduğu belli değildir ama kapısı bellidir. Gönül kulağı, gönül dudağı, gönül burnu, gönül teni demeyiz ama "gönül gözü" deriz. Bunda, insan vücûdunda en yukarıda olan algı organının göz olmasının etkisi vardır. Diğer duyular göz gibi kolay kapanan bir kapağa sâhip değildir. O yüzden gönlün kapısı gözdür. Gönle girmemesi gerekenler için çok kalın bir kapıdır göz kapaklarımız.
Gözünü ne zaman kapayacağını bilenler, neyi nerede konuşacağını bilen edep sâhipleri gibi, gönlünü temiz tutmayı başarabilenlerdir. Gönlünü temiz tutabilenler, gönlün dilini konuşabilirler. Gönlünü temiz tutanlar, gönül dilini konuşanları anlayabilirler. Bu konuşmada, söz olmayabilir, ses olmayabilir. Bâzen bir anlık bakışma ile kütüphâneleri dolduracak sözler alınıp verilir.
İnsan vücûduna beş duyu ile girebilenlerin sınırı vardır ve gidecekleri yerler sınırlıdır. Hatta bazıları vücûdumuzda çok kısa süre kalır. Oysa gönlün kapısından girenlerin dalacağı suların dibi yoktur. O suların derinliğini gönlün sâhibi de bilmez; günbegün derinleşir. O derinliklere dalarken, gönül bilinci yoksa, vurgun kaçınılmazdır. Şeytan, kişiyi o vurguna kadar bırakmaz. Vurgun yiyince de bir daha kişiyle işi olmaz. Vurgun sınırı aşılınca gönül gözü hakikâte şâhid olur; ölümsüzlüğü müşahade eder.
Şeytanın pişmanlığı
Bir ârifle göz göze gelmek, göz göze olmak kişinin kendi gönlünün şifrelerini çözdürür; kişiye kendini gösterir. Şeytan, o şifrelere yabancıdır, anlayamaz onları. Değil anlamak, farkına bile varamaz. Körün ışığı, sağırın sesi bilmemesi gibidir şeytanin bu hâli. Kişi, şeytanı bilir ama onun kapsamında değildir. Zira kişi kendine has bir dokunulmazlık ve bağışıklık kazanmıştır. Şeytan, âhirete kadar kendine verilen sürenin, gönül dili konuştuğu sürece, o kişi özelinde dolduğunu anlar ve eli ayağı, dili dudağı bağlanır, sesi soluğu kesilir.
Şeytanın sızamayacağı konuşma, gönül dilini bilenler arasında olur. Onların her sözü, her bakışı, her duyuşu ve her dokunuşu muhabbet olur. Ve şeytan bu sınırı aşıp muhabbet zevkine erişemeyince, mel’ûn olmasına sebep olan isyânının, onu nelerden mahrum ettiğini anlayıp en büyük pişmanlığını yaşar.