Cuma günü rahatsızlandığımdan dolayı yazamadım. Merak etmeyin, Covid 19 bize uğramadı.

Cuma günü rahatsızlandığımdan dolayı yazamadım. Merak etmeyin, Covid 19 bize uğramadı. Güzel ve keyifli konularda yazmak istiyordum ki, Perşembe günü ile birlikte bütün dünyada gündem alt üst oldu. Rusya Ukrayna’ya operasyon başlattı ve şu an (26 Şubat 2022 Cumartesi saat 17:27) itibariyle yıldırım harbiyle bu ülkeyi teslim almak üzere. TV’lerde uzun bir süredir biz iktisatçıların işgal ettiği koltuklar yeniden emekli paşalara devredildi. Bugün sizlerle genel bir durum değerlendirmesi yaparak, bu işlerin arkasındaki ekonomi politiği anlatmak istiyorum.

SAVAŞ ÖNCESİ TAHMİNLERİM

Perşembe günkü operasyon fiilen başlamadan önce benim jeopolitik ve iktisadi durum hakkındaki kanaatim şu idi: ABD Başkan Biden seçildiğinden beri temel stratejisini NATO’nun yeniden aktif hale getirilmesi ve Rusya’yı hedefe koymak şeklinde belirlemiş gibi gözüküyordu. Bu tercih, aslında, ABD’nin kendi iç meseleleriyle çelişkili gibi gözükse de herkesin genel izlenimi bu yöndeydi. Rusya da, içinde bulunduğu ekonomik sıkışıklıklar nedeniyle, gemileri kolay kolay yakacağa benzemiyordu. Ben bu durumun ABD ve Rusya’nın bir Karagöz Hacivat oyunu olduğu kanaatindeydim ve durumun masa başında Ukrayna’nın paylaşılması ile sonlanacağını düşünüyordum. Bana göre ABD askeri bir müdahale yapacak güçte değildi, buna mukabil Rusya da ekonomik ambargoyu göze alamazdı. Donbas bölgesi ve civarındaki bazı toprakları Kırım’la birleştirerek Rusya’ya verirler, geri kalan Ukrayna’yı da AB üyesi olarak tanırlar diye düşünüyordum. Öyle, “barış, insan hakları ve toprak bütünlüğü” gibi romantik kavramlarla jeo-politiğin kurallarının alâkasının olmadığını da biliyordum. Savaş çıkarsa Ukrayna’nın daha dişli olacağını, Rus ordusunu belli mevzilerde durdurabileceğini de tahmin ediyordum. Bazı yönlerden yanıldım.

MEVCUT DURUM – BATININ ÇÖKÜŞÜ

Rusya kimsenin beklemediği kadar hızlı bir şekilde, adeta Wehrmacht’ın (Nazi dönemi Alman Ordusu) 21’inci yüzyıl versiyonu gibi, yıldırım harbiyle iki günde Ukrayna’yı paketledi. Şu anda, Ukrayna ordusu tarafından başkent Kiev şehri etrafındaki dar bir halkada umutsuz bir savunma sürdürülmektedir. Çoktan ölmüş olan ama öldüğünün farkında olmayan AB yöneticileri panik halindeler. Dillerinde “demokrasi, barış ve insan hakları” var, akıllarında ise “Rusya Avrupa’ya saldırırsa durduracak gücümüz var mı?” sorusu bulunmakta… ABD çeşitli yaptırımların sözünü ediyor, hatta Ukrayna’ya (dalga geçercesine) bilmem kaç milyon dolarlık askeri yardım yapacaklarını taahhüt ediyorlar, ama fiiliyatta hiçbir şey görülmemekte. Ha, özür dilerim, Rusya Avrupa Komisyonundan ihraç edildi, Eurovision yarışmasından menedildi, Şampiyonlar Ligi finali de Paris’e alındı! Bunlar Rusya’nın çok da umurunda değildir.

ABD’nin askeri bir müdahale gücünün olmadığı çok netti. Ne AB ve ne de ABD’nin Ukrayna’yı umursadığını görebiliyorduk. Ama Rusya’nın gemileri yakabileceği, Ukrayna ordusunun bu kadar hazırlıksız yakalanacağı ve Rus ordusunun bu kadar hızlı ilerleyebileceğini tahmin etmemiştik. Yanıldığımız nokta bu oldu. Mevcut durum aslında AB’nin kendi varlığını koruyabilecek bir yapı olmadığını, büyük servetlerine rağmen hayatiyetlerini kaybetmiş, lidersiz, hedefsiz ve savunmasız bir devletler kulübü olduğunu çok açık bir şekilde gösterdi. ABD’nin Atlantik hattını pekiştirme stratejisi içinse önünde daha hesaplı bir yol açıldı. Bu durumda Türkiye ne yaptı? İlber Hoca’nın dediği gibi “mahalle kavgasını yatıştırmaya çalışan oturaklı teyzeler gibi” mümkün olduğunca tarafsız kaldık. Doğru olan da buydu zaten. Mevcut durumda üç muhtemel senaryo geçerli olabilir.

MEVCUT DURUMDA ÜÇ SENARYO

Birinci senaryo, olayların tamamının bir Karagöz Hacivat oyunu olduğudur. Elbette ki, ABD ve Rus istihbaratları birlikte planlamadılar bu işi. Ancak sahada birbirlerini tartarak belli bir dengeye doğru ilerlemekteler. Ben bu durumu Serin Savaş olarak adlandırıyorum. ABD SSCB çöktükten bu yana dünyanın jandarmalığını yüklendi. 2021 yılı verilerine göre ABD’nin savunma bütçesinin milli gelire payı yüzde 3,7 ve vergi gelirlerine oranı ise yüzde 12,19’dur. 1990’dan bu yana 11 nükleer uçak gemisi okyanuslarda devriye gezmekte, dünyanın her tarafında askeri müdahalelerle âleme nizamat vermektedirler. ABD’nin bu mali yükü kaldıramadığı pandemi döneminde daha da öne çıkmaktadır. Öte yandan tek kutuplu dünya işlememiş, dünyada küresel terör ve suç ekonomisi almış başını gitmiştir. ABD emperyalizminin bir kaldıracı olarak planlanan küreselleşme süreci, başta bizatihi ABD olmak üzere, egemen devletleri tehdit eder hale gelmiştir. Küresel düzenin yeniden örgütlenmesi zorunludur. Hem ABD hem de Rusya Soğuk Savaş dönemini hasretle aramaktadırlar. Ukrayna Savaşı ABD’nin dünya sistemini kontrol etmek için ihtiyaç duyduğu yeni bir ortağı piyasaya çıkarmıştır: Rusya. Aslında yeni de değildir. Hem ABD hem Rusya birbirlerini tanımakta, nükleer savaş durumuna düşmeyecek kadar tecrübeli birer devlet olarak birbirlerinden emin olmaktadırlar. Yükselen siyasi gerginliğin arkasında bir iktisadi sistem farklılığı olmadığı için buna “serin savaş” adını vermeyi uygun gördüm. Lidersiz ve hedefsiz Avrupa ülkelerinin ABD’ye teslim olması için Rusya bir tehdit ve teşvik aracı olurken, Ukrayna benzeri eski Sovyet ülkeleri de bu olayla birlikte yeniden gerçeklerle yüz yüze gelecek ve Rusya’nın kanatları altına gireceklerdir. Her iki süper güç kendi kamplarını örgütleyecek, ticari, siyasi ve askeri kuralları netleştirecektir. İki kutup arasındaki ilişkiler de iki süper güç tarafından müzakere edilir. ABD bir blöf yaptı ve Ukrayna’nın yarısını almak istedi, Rusya blöfe rest çekti ve Ukrayna’nın tamamını aldı. Bu ABD için bir kayıp değildir, çünkü Ukrayna’yı verip AB’yi almış durumdadır. Ortadoğu ne olacak, ona zaman içinde karar verilecektir. Hemen belirteyim, bu senaryo Türkiye için en ehven-i şer senaryodur.

İkinci senaryo, “soğuk savaş” senaryosudur. ABD ciddi ekonomik yaptırımlar uygular ve Rus ekonomisini çökertmek için iktisadi ve teknolojik savaş uygularsa Rusya da doğal gaz vanalarını kapatır. İlk etapta AB ekonomisi çöker, sonra dünya bir nükleer savaş gerginliği etrafında askeri güvenlik politikalarına dayalı bir denge sürecine girer. Dünyada ticaret ağları kopar, internet ve sosyal medya imkânları sınırlandırılır, bütün dünyayı saran bir stagflasyon süreci patlar. Kötü bir senaryo, evet, ama daha kötüsü de var.

Üçüncü senaryo, üçüncü dünya savaşıdır. Kimin sözü hatırlamıyorum ama, çok doğru bir söz vardır: “Bir üçüncü dünya savaşı patlarsa, dördüncü dünya savaşı taşlar ve sopalarla yapılır!” Elbette ki böyle bir savaş nükleer silahların kullanılacağı ve medeniyetin ortadan kalkma ihtimalinin bulunduğu bir savaş olacaktır. Üçüncü senaryoyu hiçbirimiz istemeyiz.

TÜRKİYE’NİN DURUMU

Bir sonraki yazımda Türkiye’nin durumunu “serin savaş” senaryosu çerçevesinde ele alacağım. Çünkü benim kanaatime göre ABD ve Rusya bir “soğuk savaş” veya “üçüncü dünya savaşı” senaryolarına uymayacak kadar stratejik zekâya sahiptir. Rusya’nın Ukrayna’yı ne kadar çabuk teslim alacağına bağlı olarak Avrupa’daki güç alanları yeniden belirlenecektir. Esas paylaşım Ortadoğu üzerinde olur. İsrail Cumhurbaşkanı’nın Ankara seyahati bu bağlamda kritiktir. Türkiye Rusya’ya mı, ABD’ye mi yakın olacaktır, yoksa bu anlaşmada her iki blok arasında bir tarafsız bölge olarak mı kalacaktır? Türkiye’de siyaset millici güçleri mi, yoksa NATO destekçilerini mi öne çıkaracaktır? Gelişen şartlar Türk ekonomisine ne gibi riskler doğuracaktır? Bütün bu soruların cevapları Türkiye’nin bu bağımsız tavrını ne kadar sürdürebileceğine, ABD ve Rusya’nın hangi koşullarda anlaşacağına bağlı olarak belirlenecektir.

Türkiye’nin jeo-politik önemi artmaktadır, ancak bu önem yeni risklere de kapı açmaktadır. Maceraperest tutumlardan veya bir süper gücün kanatları altına sığınmaktan kaçınmamız politikamızın en önemli ilkeleri olmalıdır. Evet, biraz acımasız ve duygusuz bir yazı oldu, farkındayım. Ben de, hepimiz gibi, savaşların karşısındayım. Ama maalesef, acımasız ve duygusuz bir dünyada, her hükümetin ilk önce kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamak gibi bir yükümlülüğü vardır. Hükümetleri yönetenler, bar köşelerinde oturup kafa çekerken romantik “savaş karşıtı, barışçı, hümanist” diskurlar üretme lüksüne sahip değildir.