Cumartesi günü bugün için Kürt sorunu, HDP ve diğer partilerin siyasi duruşlarına iktisadi bir yorum getireceğimi söylemiştim.
Cumartesi günü bugün için Kürt sorunu, HDP ve diğer partilerin siyasi duruşlarına iktisadi bir yorum getireceğimi söylemiştim. Bundan sonra bir müddet şöyle bir yazı planına uyacağım: Pazartesi günü seçim sath-ı mailinde siyasi gelişmeleri inceleyen yazılar yazarken kalkınma ve büyüme yazı dizimi Cumartesi gününe ayıracağım.
SEÇİME GİDERKEN GENEL DURUM
Seçimler yaklaşıyor. Bundan tam bir sene önce Hükümetin seçmen nezdindeki yeri sallantıda gibiydi. Dolar kurunun hızla yükselmesi KKM hesabının ihdası ile durdurulmuş, buna mukabil pandemi sürecinden kalan firma borçları, yüksek işsizlik can yakmaktaydı. Üstüne üstlük enflasyon canavarı da 20 yıl sonra yeniden başını kaldırmıştı. Vatandaşlar genel anlamda Hükümetten ve ekonomik durumdan şikayetçiydi ve bundan da muhalefet gayet memnundu. Muhalif medyada öyle bir hava oluşmuştu ki, seçimlerin çantada keklik olduğuna emin olunmuştu, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayları yarıştırılıyordu, 20 yıllık AK Parti iktidarının sanki sonuna gelinmişti. Bu atmosferde meşhur “altılı masa” toplanmaya başladı. Evet, siyasette ekonomik problemler muhalefet için bir imkân yaratır ancak imkânlar eğer kullanılırsa sonuç doğurur. Bir yıl önce oluşmuş olan havada muhalefeti oluşturan partilerin vatandaşın en can yakan problemlerine ortak çözüm önerilerini sür’atle getirmeleri, bunu en anlaşılır ve basit bir dille anlatmaları, doğru seçilmiş sloganları sürekli tekrar etmeleri, belli bir program ve adayla önerilerini ete kemiğe büründürmeleri gerekiyordu. Siyaset tam da budur. Yani ekonomik durum ve Hükümetin politikaları muhalefete gollük pas şeklindeydi. Muhalefetin yapması gereken de bu pası değerlendirip doksandan gol atmaktı. Bunun için ortak bir program etrafında kampanya planlanıp gerçekleştirilmeli, yani siyaset yapılmalıydı. Ancak bırakın gol atmayı, top taca bile çıkmadı. Muhalefet topu kaptırdı ve İktidar hızla kontratağa çıktı.
Şu anda durumu özetleyeyim: Birçok kamuoyu araştırmasının ortalaması bize AK Parti’nin yüzde 30-35 bandında, CHP’nin yüzde 20-25 bandında, İYİ Parti’nin yüzde 10-15 bandında, HDP’nin yüzde 10-15 bandında ve MHP’nin yüzde 5-10 bandında seyrettiğini bildirmektedir. Yani Cumhur İttifakı yüzde 35-45 arası, Millet İttifakı yüzde 30-40 arası oy oranındadırlar. Görünen köy kılavuz istemez; Cumhur İttifakı Millet İttifakından en az 5 puan öndedir. Meclis aritmetiğinin (HDP dahil) muhalefetin çoğunlukta olacağı bir tablo üretmesi büyük ihtimaldir. Cumhurbaşkanlığı Seçiminde Birinci Tur’dan sonuç çıkmayacaktır ve İkinci Tur’da kilit parti HDP’dir.
OY DAĞILIMINDA HDP’NİN KİLİT ROLÜ
Muhalefet eğer iktidarı seçimde yenmek istiyorsa ya HDP ile belli konularda anlaşması ya da HDP seçmenini (gerekirse HDP’ye rağmen) ikna etmesi gerekmektedir. Bu durumda CHP yüzde 25 + İYİ Parti yüzde 13 + HDP yüzde 12 (bunlar benim tahminimdir, DMD) toplamda yüzde 50’lik bir potansiyel ortaya çıkar. Ancak seçimlerde halkın takdiri buradaki basit toplama gibi olmayabilir. Muhalefetin siyasi problemi HDP ve İYİ Parti gibi ideolojileri birbirine büyük ölçüde zıt iki partinin iş birliğine bağımlı olmasıdır. Böyle bir iş birliği, eğer istenirse ve iyi yönetilse bile her iki partinin seçmeninden de fire verilmesine sebep olabilir. Aynı durum iktidar bloku için de geçerlidir. Fakat iktidarın oyun alanı daha geniştir. Oylarda önde olduğu için HDP’nin Cumhurbaşkanı seçimlerini ikinci turda boykot etmesi bile kazanmaları için yeterli olacaktır. O yüzden Cumhur İttifakı bir taraftan popülist politikalarla seçmenin teveccühünü kazanmaya çalışırken, diğer tarafta muhalefet cephesindeki HDP – İYİ Parti çatlağını genişletmeye çalışmaktadır. Eğer HDP dahil muhalefet bloku seçim zaferi kazanmak istiyorsa kendi aralarında iş birliğini sağlamak zorundadır. Burada Millet İttifakının daha girişken olması gerekiyor. Öte yandan HDP’nin de kendine çeki düzen vermesi ve siyaset tarzındaki radikal ideolojik tutumu yumuşatması gerekir. “HDP’nin ideolojik tutumu nedir?” diye sorarsanız, minimum federasyon maksimum bağımsızlık talep eden bir Kürt milliyetçiliği, PKK’nın ideolojik vesayeti karşısında sessiz kalış, Türkiye için kırmızı çizgi sayılabilecek sözde Ermeni Meselesi, Suriye ve Irak’ta emperyalist kuklası devlet oluşumları ve Mavi Vatan meselesinde milli politikalara karşı duruş, en son eş başkanlarının ağzından dökülen ifadelerle Atatürk düşmanlığı, bütün bunlara eklenen ne idüğü belirsiz liberal sol söylemler ve içi doldurulmamış bir demokrasi güzellemesi. Aslında temel sorun Kürt Sorununda düğümlenmektedir.
KÜRT SORUNU NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Bu soruyu cevaplamak aslında tam bir yazının konusu olur. Ancak burada bir özet geçeyim. HDP’nin ve organik bağı olduğunu hiçbir zaman reddetmediği PKK’nın ileri sürdüğü “Kürt Halkının ikinci sınıf vatandaş olduğu, kimlik değerlerinin tanınmadığı, dilinin öğretilmediği, siyasi baskılara maruz kaldığı” gibi önermeler esas itibariyle demagojik ve hayli abartılmış önermelerdir. Kürt asıllı vatandaşlarımızın da çoğunlukla bu görüşte olmadığını söyleyebiliriz. Esasen meselenin iki yönü vardır: Bölgedeki nispeten iktisadi geri kalmışlık ve terör örgütünün baskılarının yol açtığı siyasi anomali. Her iki durumda da devletin uzun yıllardır uyguladığı yanlış politikaların ciddi bir etkisi vardır. Öyle ya, iktisadi gelişmişlik kriterleri açısından bir ülkenin yarısı Avusturya ayarında diğer yarısı da Pakistan ayarındaysa bunda yanlış kalkınma stratejilerinin (veya bir strateji olmamasının) etkisi olmaz mı? Öte yandan bütün bölgede “Ali kıran baş kesen” misali yer altı ekonomisine yön veren, eğitimsiz bırakılmış gençleri devşiren, bu devşirilmiş gençleri rehin alarak bölge halkına şantaj yapan, uluslararası uyuşturucu şebekelerinin önemli bir ortağı olan bir terör örgütü varsa, bu durumda “Devletin hiç ihmali yoktur!” diyebilir miyiz? Terör örgütü bu gücünü HDP’yi şekillendirmede ve siyasetini belirlemede kullanmaktadır. Yukarıda saydığım koşullar çarpık sanayileşme politikası, çağdaş eğitimin bölgede yaygınlaştırılmaması, zorunlu göç sonucunda şehirlere yığılmış insan kalabalıklarının şehre entegre edilememesi, bölgede düzen ve asayişin uzun yıllar sağlanamaması ve nihayet Kürtlerde millete ve devlete aidiyet duygusunun zayıflamasının doğal sonuçlarıdır. Bugün geldiğimiz noktada Kürtlerin ikinci sınıf vatandaş olarak tanımlanmaları doğru değildir, kimlik değerlerine saygı duyulmadığı söylenemez, dil ve dilin öğrenimi ve kullanımı üzerinde yasaklar kalkmıştır, sıradan vatandaş üzerinde de siyasi baskılar kalkmıştır. Ancak 1980’den bu yana oluşan sosyo-politik ortamda HDP ve öncellerinin kemikleşmiş bir taraftar kitlesi de oluşmuştur. HDP’nin sorunu da tam burada ortaya çıkmaktadır: Hem devlet hem de PKK arasında sıkışmış, her iki tarafın da baskısını üstünde hisseden bir parti kimliği. Aslında bu durumda bir parti kimliğinin oluşabilmesi de mümkün değildir. Bütün bunları dikkate alarak HDP kendini Kürt halkının temsilcisi bir sol parti olarak tanıtmaktadır.
HDP KİLİTSE BU KİLİDİ AÇACAK ANAHTAR NE?
Mevcut siyasi şartlarda HDP’nin kilit parti olduğundan yukarıda söz etmiştim. Seçimin sonucunu HDP seçmeni olan vatandaşlarımız belirleyecektir. Özellikle bölgede HDP’nin (ve tabiî ki PKK’nın) kendi seçmeni üzerinde ciddi bir yönlendirme gücü vardır. Ancak HDP’nin öncelikleri ile seçmeninin öncelikleri de farklılaşmaktadır. Muhalefetin bu kilidi açmasının iki anahtarı olabilir: Birincisi HDP ile belli konularda uzlaşabilmek ve ortak bir siyaset yürütebilmek; ikincisi de HDP’yi atlayarak doğrudan HDP seçmenini kazanmak.
Birinci olarak hâl-i hazırda HDP ile belli konularda uzlaşabilmek daha etkili ama daha zor bir seçenektir. Burada muhalefet hem iktidarın siyasi polemiklerine maruz kalmaktan hem de İYİ Partili seçmenlerin tepkisinden çekinmektedir. Öte yandan HDP de uzlaşma yanlısı bir görüntüyü söylem ve eylemleriyle göstermemektedir. Yani her iki tarafın da tavizler vermesi gerekmektedir ancak taviz vermeye de pek gönüllü gözükmemektedirler. Bu yüzden kilidin ikinci anahtarı öne çıkmaktadır: HDP’ye rağmen HDP seçmenini ikna etmek. HDP seçmeni için, özellikle bölgede yaşayanlar için, en önemli problem ciddi ekonomik sıkıntılardan kaynaklanmaktadır. Muhalefetin bütün Türkiye’ye olduğu gibi, HDP seçmenine de ekonomik sıkıntıların giderilmesini sağlayacak, vatandaşın derdine derman olacak bir ortak ekonomik programla çıkması, bunu hem İYİ Parti hem de HDP seçmeninin karşı çıkmayacağı bir aday ve kadroyla tanıtması, ortak bir kampanya ile yeri göğü inletmesi gerekmektedir. Pekiyi, böyle bir kampanya var mıdır? Yoktur. Seçimlere altı buçuk ay var, geçmiş bir sene kısır ve sönük tartışmalarla geçmiş ve daha elle tutulur bir iktidar alternatifi çıkarılamamış. Başta da dediğim gibi, iktisadi sorunlar siyasi sonuçlar için güzel bir atmosfer sağlar ama sonucu elde etmek için siyaset yapmanız gerekir. Muhalefetin bir an önce siyaset yapmaya başlaması gerekir yoksa “Atı alan Üsküdar’ı geçer!”. Bizden söylemesi…