Aslında AK Parti sıradan bir parti değil. Evet, görünüşte bir parti var, yönetimi ve teşkilatı var.
Aslında AK Parti sıradan bir parti değil. Evet, görünüşte bir parti var, yönetimi ve teşkilatı var. Başlangıcından beri ideolojik olarak gayet geniş meşrepli bir yapısı var. Ne de olsa bir kitle partisi görünümünde. Toplumsal taban ve siyasi çatıda, zaman ve zemine göre 180 derece değişebilen ortakları da var. Başlangıçta küreselci ve muhafazakâr demokrat iken, sonra çözümcü ve ultra liberal demokrat olabiliyor. Sonra rüzgârlar terse dönünce Turancı, Avrasyacı ve otoriterlik yanlısı rahatlıkla olabiliyor. Bu şekliyle ANAP ve DYP gibi merkez sağ partileri andırıyor.
Öte yandan AK Parti’nin tabanı bir cemaat örgütlenmesine sahip. Bütün Türkiye’yi şehir şehir, mahalle mahalle saran bir ağ ile AK Parti seçmenleri Türkiye’nin en büyük cemaatini oluşturmaktalar. Düşünün AK Parti’nin 27 küsur milyon oyu var bunların 11,5 milyonu AK Parti üyesi. Yani seçmeninin yuvarlak hesapla yüzde 40’ı parti üyesi. Bu, aynı zamanda, 60 milyon seçmenin yüzde 19’una tekabül ediyor. AK Parti cemaatine üye olmayan ama AK Partiyle siyasi ittifak içinde bulunan dini cemaat ve hemşeri derneklerinin üyeleriyle bu taban tüm Türkiye’de yüzde 30’a kadar çıkabilir. Yani her koşulda AK Parti’ye destek veren yüzde 30’luk bir kitle var toplumda. Muhalefetin işi bu bağlamda gayet çetin görünmekte.
AK Parti cemaati iktidar olmanın verdiği güçle kendi üyelerine maddi ve manevi ayrıcalıklar da sağlayan, onları farklı çıkar birliktelikleriyle sisteme bağlı kalmalarını sağlayan bir yapı. Bu taban için ailelerinin, mahallelerinin, bağlı oldukları hemşehri derneklerinin ve dini cemaatlerin de üstünde bir öncelik ve kimlik unsuru haline gelmiş AK Partili olmak. Bu üyelerin büyük çoğunluğu kasaba ve köylerden şehirlere sökün etmiş, şehir hayatında normalde tutunamayacak ve aç kalacak niteliksiz insanlarımız. Ama parti üyesi olmanın sağladığı birlikte olma duygusu, şehirde yok olmadan taşradaki hayatı yaşayabilme mutluluğu, duruma göre bazen çok az bazen de çok büyük miktarda maddi çıkar elde etme imkânı bu insanları bir arada tutan bir bileşim. Diyebilirim ki, AK Partili olmak bir (Hâşâ) iman meselesi olarak telakki ediliyor. Bütün bu kültü, cemaat ruhunu da temsil eden bir kişi var: Reis…
Tabanı bir yana bırakırsak AK Parti yönetim ve teşkilâtı ile iyice zayıflamış durumda. Parti içinde farklı sesler yok, kimse kendi fikirleriyle Parti’de yanlış gördüklerini seslendiremiyor. Parti olmanın gerektirdiği kurumsal kimlik de gayet aşınmış durumda. Yirmi yılı aşan iktidarın sonunda devlet ile parti bütünleşmiş vaziyette. Doğal olarak da Meclis grubu da sessiz, itaatkâr bir yapıda. Bu anlamda, demokrasilerde doğal olan parti içi fikirlerin yarışması, yeni lider adaylarının çıkması da pek mevzu bahis değil. Yani aslında AK Parti siyaset üreten bir yapı olmaktan çıkmış, kendi tepesinde bulunan devletin üst düzey yönetimindeki bir avuç seçkin azınlığın politikalarını kabul ve onaylama aracı haline gelmiştir. Medeni ülkelerde böyle bir parti yapısı görmeniz pek mümkün değildir. Örneğin İngiliz Muhafazakâr Partisi, sırf parti ilkelerine ve geçmişine uymayan davranışları olduğu için bir seçim kazanma makinesi olan seçilmiş Başbakan Boris Johnson’ı yerinden indirebiliyor, yerine getirdiği Liz Truss’ı da 45 günde emekliye sevk edebiliyor. Sonunda seçimi kaybetme pahasına bir Hindu olan Rishi Sunak’ı Başbakan ilan ediyor. Bu Türkiye’de, özellikle AK Parti’de düşünülemez bile.
Seçim sonuçları göstermektedir ki, AK Parti 2002’deki yüzde 35 oyuna geri dönmüştür. MHP’nin yüzde 10 oyuyla bile ancak yüzde 45’i bulmaktadır. Seçimi kazanmasının sebebi kendi etkinlik ve yetkinliği değil muhalefetin helva gibi olması, alternatif üretememesidir. Tabii bir de Reis’in yıllara rağmen tükenmeyen karizması… Bu duruma gelinmesinde en önemli etken de 2014’te fiilen 2018’de resmen başlayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemidir. Bu sistemde, her hal-ü kârda oyunu veren yüzde 30 gibi bir kemik seçmen ve Erdoğan gibi karizmatik bir liderle parti, parti olmaktan çıkmış ve sıradan bir derneğe dönüşmüştür.
Diyeceksiniz ki “Hocam! Sanki diğer partiler farklı mı? Onlar da parti hüviyetleri olmayan bir yapıda değil mi?” Evet, haklısınız. Başta CHP olmak üzere her bir parti belli bir yaşam tarzını temsil eden dernekler gibi. Merak etmeyin, bir sonraki yazı da CHP cemaati üzerine olacak. Ama bu yazı AK Parti cemaati üzerine…
SEÇİM SONRASI AK PARTİ HÜKÜMETİ
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi önceki gün açıklandı. Bu kabineyi değerlendirmemiz için henüz erken. Ama seçim öncesinde birçok yazımda dile getirdiğim doğrultuda, özellikle ekonomi ve dış politikada, yüz seksen derecelik bir u-dönüşüne hazırlıklı olun.
Seçim öncesi ne demiştik? Faiz düşürüp açıktan para basmaya, Türk parasını değersizleştirmeye ve çılgın gibi kredi dağıtmaya dayalı bu program pandemi sırası ve sonrasında oluşan ekonomik koşullarda seçim kazanmaya yönelik bir popülist programdı. Her popülist program gibi seçim kazanıldıktan sonra sonlanacaktı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na atanan Mehmet Şimşek, bu değişimin en güçlü habercisidir. Sayın Cumhurbaşkanı, her zaman siyasi esnekliğini takdir ettiğim pragmatist bir siyasetçidir. Seçim artık kazanılmıştır, Sayın Cumhurbaşkanı Beştepe’de onlarca yabancı devlet ve hükümet başkanı, ülkemizdeki Müslüman, Hristiyan ve Musevi din adamları önünde yemin edip göreve başlamıştır. 2024 seçimleri de, muhalefet böyle giderse büyük bir galibiyetle tamamlanacaktır. Bu durumda artık duvara dayanmış bir ekonomi ve popülist ekonomi politikaları ile gidilemeyeceğinin bilincindedir. Önümüzde çok sert bir istikrar programı ve dış politikada ciddi bir değişim hamlesi bulunmaktadır. Bu ne anlama gelir? Kısaca açıklayayım:
Hükümetin birinci önceliği negatife düşen net rezervlerdir. Merkez Bankası’nın rezervleri mevzu olunca ilk önce brüt rezerve bakılır. Bu rezervin en azından ülkenin bir yıl içinde ödemesi gereken dış borç kadar olması gerekir. Şu anda brüt rezervler kısa vadeli dış borcun yarısından daha azdır. Brüt rezervin içinde Merkez Bankası’nın kendi altın ve döviz rezervi, bankalardan gelen mevduat sahiplerine ait olan zorunlu karşılıklar ve (medeni ülkelerde pek geçerli olmayan) yabancı devlet, merkez bankaları ve finans kurumları ile yapılan swap anlaşmaları ile gelen borç para bulunmaktadır. Net rezervler brüt rezervlerden zorunlu karşılıkların çıkarılması ile elde edilir. Bugün, artık, net rezervler negatiftedir. Yani Merkez Bankasının kasasında kendine ait döviz ve altın rezervi kalmamıştır. Swap sonrası net rezervlerde “dost” ülkelerden gelen emanet paranın net rezervlerden çıkarılması ile elde edilir ki, bu değer de -60 milyar dolar civarındadır. Bu gerçeklere bağlı olarak Sayın Şimşek’in çözmesi gereken en acil problem en azından 60 milyar dolarlık, daha iyisi 100 milyar dolarlık uzun vadeli dış destek sağlamaktır. Bu destek nereden ve nasıl sağlanır? Mevcut şartlarda yabancı yatırımcının Türkiye’de menkul kıymet piyasalarına gelmesi pek mümkün değildir. Program 180 derece değişse bile bunun gerçekleşmesi için en azından bir senelik bir politika uygulamasının gözlemlenmesi gerekir. Başka bir yol ABD veya AB Merkez Bankası ile uzun vadeli (örneğin 5 yıllık, daha iyisi 10 yıllık) bir swap anlaşmasının imzalanmasıdır. 100 milyar dolar ABD Merkez Bankası FED için fındık fıstık parasıdır. Ancak böyle bir anlaşma için ABD’nin ciddi jeopolitik talepleri olacaktır: İlk istekleri İsveç’in NATO’ya alınması, sonra da Ukrayna’nın NATO’ya alınmasıdır. Hadi İsveç’e evet dedik diyelim, Ukrayna’nın NATO’ya alınması, özellikle bizim için, büyük riskler içerir. Bir Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatabilir, Türkiye de cephe ülkesi olur. Bunu istemeyiz. Üçüncü ihtimal IMF’dir. Bence en makul seçenek de IMF’dir. Belki 100 milyar dolar değil, ama başlangıç olarak 40 milyar dolarlık sermaye girişi ve IMF kefaleti, bir sene içinde bir 40 milyar dolar daha sermaye girişine sebep olabilir.
Tek başına dış destek yeterli mi? Hayır, Sayın Şimşek’in gelmesi ile belli olmuştur ki, ciddi bir istikrar programı uygulanacaktır. Faizler ilk etapta yüzde 15’e çekilir, sonra da verilere göre yüzde 30’a kadar yolu vardır. Özellikle ticari kredilerde daralma olur. Bireysel kredilere de ciddi sınırlamalar getirilmesi beklenmelidir. Memur maaş zamları yapılır, 3 milyon memurun maaşı çok büyük bir yekûn temsil etmemektedir. Ama esnafın, özellikle ucuz krediyle yüzdürülen küçük firmaların işi gayet zor olacaktır. Kurun kademeli olarak 2024 yılına kadar yükseltilmesi gerekir. Tahminim 2024 yılı başı için Dolar 24 TL, Avro 26-27 TL’dır. Kamu harcamalarında kısıntıya gidilir, yeni ihaleler ve yeni kadrolar açılmaz. Bunlar ilk tahminlerim… Hükümet programı açıklansın, tekrar yorumlarız.
Cumartesi günü “Ne olacak bu CHP’nin hali?” diye soracağız.