Uzun bir müddettir küreselleşme, teknolojik değişim ve ülkelerin kalkınması ile ilgili yazıyorum. Aslında bu süreç Daron Hoca’nın Nobel Ödülü almasıyla başladı.

Malum onun tezleri de neden bazı ülkelerin hızlı kalkınma süreçlerine girerken diğer bazı ülkelerin başarısız oldukları ve çöktükleri üzerine idi. Ben tabiî ki, bazı temel noktalarda Daron Hoca’dan farklı düşünüyorum. Buradaki yazılarımda bu farklılıkları anlattım ve kendi görüşlerimi de ana hatlarıyla açıkladım. Bugün, hızla değişen gündemi dikkate alarak, Suriye’deki devletin neden çöktüğünü, bu görüşlerim bağlamında, ele almak istiyorum.

Son 10 gün içerisinde Suriye’deki muhaliflerin yıldırım hızıyla ilerlediği iç savaşta Cumartesi gecesinden Pazar sabahına Baas Rejimi kâğıttan kaplan misali dağıldı. Gazetemiz YeniBirlik’te konuyla ilgili 08 Aralık 2024 tarihli haber şu idi, hatırlayalım:

“BAAS PARTİSİ REJİMİ ÇÖKTÜ BEŞŞAR ESED ŞAM'DAN KAÇTI”

Esed rejimi, başkent Şam'da kontrolü kaybedip rejim karşıtı gruplar kent merkezine girmeye başlarken, Esed'in bir uçakla Şam'dan ayrıldığı yönündeki iddialar gündeme oturdu.

Suriye'nin başkenti Şam'da göstericilerin kilit öneme sahip yerleşkelere girmesiyle Beşşar Esed rejimi kentin kontrolünü kaybetti. Rejim güçleri, Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve uluslararası havalimanından çekildi. Öte yandan Beşşar Esed'in akıbeti merak edilirken Şam'dan Humus'a giden uçakla ilgili iddialar gündemde...

ESED ŞAM'I TERK ETTİ

Suriyeli yetkililer, Beşşar Esed'in başkent Şam'dan uçakla ayrıldığını ve bilinmeyen bir yere gittiğini açıkladı.

İnternetteki uçuş takip sitelerinde, Şam'daki havalimanından kalktıktan sonra en son Humus'un batısında görülen ancak sonra izi kaybolan bir uçağın Beşşar Esed'i taşıdığı iddia edildi.

Söz konusu uçağın radardan kaybolmadan önce 1600 fit yüksekliğe kadar alçaldığı ve "olağandışı hareketler" yaptığı iddiaları ortaya atıldı.

NE OLMUŞTU?

Silahlı muhalif gruplar uzun bir mücadeleye girerken, rejim uluslararası baskılara rağmen sorunun diplomasi ve barışçıl yollardan çözümüne yanaşmadı.

Suriye'de 27 Kasım'da yoğunlaşan çatışmaların ardından ülkede Halep, İdlib, Hama'dan başlayarak pek çok bölgede kontrolü kaybetti.

Son olarak başkent Şam'da halkın da sokaklara dökülmesiyle rejim güçleri, kamu kurumları ve sokaklardan çekilmeye başlarken rejim karşıtı gruplar kent merkezinde kontrollerini artırdı.

61 yıllık kanlı Baas rejimi ve 53 yıllık Esad ailesi iktidarı sona ermiş oldu.

ÇÖKEN REJİMİN BAŞBAKANINDAN AÇIKLAMA

Beşşar Esed iktidarının Başbakanı Muhammed Gazi el-Celali, sosyal medya hesabından paylaştığı video mesajında, "Suriye'de halkın seçeceği bir hükümetle çalışmaya hazır olduklarını ve her türlü desteği sağlamaya hazır olduklarını" belirtti.

Kamu mallarına zarar verilmemesi çağrısında bulunan Celali, "Kimseye dokunmayacağını söyleyen ve bize elini uzatan muhaliflere elimizi uzatıyoruz." dedi.

Celali, "Suriye tüm Suriyelilerin. Bu ülke normal bir ülke olabilir, bu ülke komşularıyla ve dünyayla iyi ilişkiler kurabilir. Bu tercih, Suriye halkının seçeceği yönetime kalmış. Biz, seçilecek yeni yönetimle iş birliğine hazırız. Onlara her türlü desteği sağlayıp devlet dosyalarını kolayca onlara aktarmaya hazırız." ifadelerini kullandı. “

BİR DEVLETİ AYAKTA TUTAN MİLLİ GÜÇ UNSURLARI VE SURİYE

Modern devletler meşruiyetlerini Allah’ın seçtiği kutsal bir hanedana veya din adamlarının kutsamasına borçlu değillerdir. Halklar da devletlerin güttüğü reaya değildir. Bir başka özellik de hükümet ile devletin özdeş kabul edilmemesidir.

Kapitalist üretim biçimi, yani makineleşmiş sanayi üretimi ortaya çıktığından beri modern toplumlar Orta Çağ toplumlarından hızla farklılaşmışlardır. Bugün bildiğimiz anlamda devletlerin temeli farklı biçimlerde de olsa halk iradesine dayanır. Halkı oluşturan bireyler de artık devletin tebaası değil ama kanun önündeki eşit vatandaşlardır. Aynı devletin vatandaşı olmak, artık din, soy ve bölge mensubiyetine değil, vatandaşlıkla tanımlanmış siyasi ve hukuki hak ve yükümlülüklere dayanır. Yani bir devletin vatandaşları milleti oluştururlar ve bu anlamda millet etnisiteye ve dine dayalı değil hukuki ve siyasi müştereklere dayalı vatandaşların birliğidir. Bu yüzden devletin temel vazifesi vatandaşları adına, onların çıkarına, asayişi, iktisadi kalkınmayı, sosyal ve iktisadi adaleti ve hukukun üstünlüğünü tesis etmesidir. Orta Çağ devletlerinde halk, yani tebaa, Hükümdara, yani devlete bağlı ve ondan vazife alır iken, modern devlet millete bağlı ve ona karşı sorumlu durumdadır. Bu anlamda modern devletin yürütme ve yasama gibi erkleri meşruiyetini milletten alır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında modern devletin sadece milletin hizmetinde olması ve milletine karşı sorumluluğu değil, aynı zamanda, bütün dünya devletleri tarafından kabul edilmiş ve temel insan hakları çerçevesinde şekillenmiş uluslararası hukuka da bağlı olması gerekir. O zaman, diyebiliriz ki, modern devletin meşruiyeti millet iradesi ve uluslararası hukuka dayalıdır.

Bir devleti ayakta tutan temel milli güç unsurları askeri güç, iktisadi güç, siyasi güç ve sosyo kültürel güçtür. Ancak bu güçlerin her biri doğrudan veya dolaylı olarak milli iradeye dayanmalıdır. Milli irade sadece seçimler demek değildir, aynı zamanda, milleti oluşturan vatandaşların rızasına sahip olmak anlamına gelir. Örneğin seçimde yüzde 50 oy alan bir iktidar ilk senesinde milletin rızasına muhalif uygulamalar gerçekleştirirse, meşruiyetini kaybedebilir. Milletin rızası dışında, zorla ve baskıyla kurulan bir rejim, ancak ve ancak dış destekle ayakta kalabilir. Konjonktür değişir ve dış destek ortadan kalkarsa, baskıcı rejimin uzun süre yaşaması mümkün olmaz.

Askeri güç, özellikle Orta Doğu ve Balkanlar gibi istikrarsız coğrafyalarda, önemi artan bir unsurdur. Temel işlevi ülkenin ve milletin dış tehditlere karşı savunulmasını sağlamaktır. Ancak askeri güç tek başına yeterli olmaz. İçeride asayişin temini, iç güvenlik güçleri olan polis ve jandarmanın marifetiyle gerçekleşir. Sağlam bir güvenlik teşkilatına sahip olan devletler adaletin tesisi, refahın artırılması ve medeni hakların korunması açısından daha etkili olacaklardır. Bu anlamda askeri gücün millete dayanması gerekir. Yani ordu milletin ordusu olmalıdır. Bu anlamda profesyonelleşme ne kadar önemli olsa da, zorunlu askerlik hizmetinin, özellikle bizim de içinde bulunduğumuz Orta Doğu’da, önemi açıktır.

İktisadi güç temel sermaye birikimini tamamlamış, milli sermaye sınıfının hâkim olduğu, her türlü mal ve hizmeti üretebilecek bir ekonomiye sahip olmak anlamına gelir. Böyle bir ekonomi hem milletin refahını sağlamak hem de askeri gücü desteklemek açısından önemlidir. Ancak iktisadi gücün milletin rızasını alabilmesi için gelir ve servet dağılımında adalet, eğitimde ve girişimde fırsat eşitliği, mümkün olduğunca rekabetçi piyasaların tesisi, istikrarlı bir büyüme süreci gereklidir. Bu yüzden hem iç ve dış güvenlik teşkilatlarının sağladığı asayiş hem de siyasi gücün uyguladığı politikalar önemlidir.

Siyasi güç hem devleti yöneten siyasi kurumları hem de devletin mekanizmasını teşkil eden bürokrasiyi kapsar. Modern devlet hiç şüphesiz demokratik olmalıdır. Bu ise hükümetlerin belli bir süre için yönetim yetkisini seçimle elde etmesi anlamına gelir. Ancak hükümetlerin yetkileri, yine halk iradesine dayalı yasalar ve yargı sistemi sınırlandırılır. Öte yandan bürokrasi de hem Hükümetle uyumlu çalışmalı hem de halkın tamamını kapsayıcı bir şekilde oluşturulmalıdır. Siyasi güç öyle bir şekilde teşkil edilmelidir ki, bir ülkede yaşayan vatandaşların iradesinden daha yüksek bir kişi veya kurum iradesi olmamalıdır. Böylece siyasi güç hem toplumsal istikrarın hem de yeri gelince iktidar değişimini sağlayacak esnekliğin teminatı olur.

Sosyo – kültürel güç ise bir milletin geçmişinden gelen değerlerini koruyarak yaşam tarzını değişen zamana uygun olarak geliştirebilme, bu yaşam gücüne dayalı olarak milletin kendini ve çıkarlarını dünya kamuoyuna doğru yansıtabilme kapasitesini gösterir. Her milletin içinde birçok farklılık olabilir. Ancak önemli olan bu farklılıkların ortak yaşam tarzı ve ortak kimlik değerleri etrafında birleşebilmesidir.

Suriye Baas Rejimi toplum içinde azınlıkta olan bir mezhep mensuplarının oligarşisine dayalı, uluslararası hukuka ve millet iradesine dayanmayan, baskıcı ve dışlayıcı kurumlara dayalı bir bürokrasi üzerinde yükselen bir polis devletiydi. Devlet derken bu devlet modern bir devletin özelliklerine sahip değildi. Devlet – parti – hükümet özdeşleşmiş durumdaydı.  Askeri gücü millete değil bir azınlık grubuna ve dış müttefiklerinin desteğine bağlıydı. İktisadi gücü zayıftı. Siyasi gücü neredeyse yoktu, çünkü ne milletin rızasına ne uluslararası hukukun değerlerine dayanmayan, baskıcı bir yönetimi vardı. Böyle bir yapıda sosyo kültürel güçten de bahsedemezsiniz zaten. 2011’den bu yana Rusya ve İran’ın dış desteğiyle ayakta kalan bu yapı, dış desteği kaybettiği anda birkaç para-militer gücün karşısında bile dayanamadı ve dağıldı.

Bundan sonra ne olur? Kimse ABD ve hempalarının Suriye’ye özgürlük ve demokrasi getireceğini zannetmesin. HTŞ ve PYD gibi yapılardan da, orada, kapsayıcı ve çoğulcu bir demokratik rejim kurmaları beklenmesin. Büyük ihtimalle ilk etapta Türkiye’nin, ABD’nin ve Rusya’nın anlaşmasıyla kurulacak bir geçici hükümet görevi devralacaktır. Ancak gerçekçi olmak gerekirse Suriye’deki istikrarsızlık önümüzdeki yıllar içinde artarak devam edeceğe benziyor.