Son günlerde asgari ücret tartışmalarında çokça söylenen bir argüman var: “Asgari ücreti arttırmak enflasyonu patlatır.” Bu görüşü savunanların belli çıkar çevreleri olduğu aşikârdır. Bunlara değineceğim.

Daha ılımlı bir görüş ise şunu söylüyor: “Asgari ücrete zam yapalım ama 2025 yılı hedeflenen enflasyonu kadar yapalım!”. Bu görüşü Mehmet Şimşek’ten IMF yöneticilerine, bazı kesimlerin “ortodoks ekonomist” dediği piyasa profesyonellerine kadar çok çeşitli insanlar savunmaktadır. İçinde benim de olduğum üçüncü bir görüş de “asgari ücret artışının enflasyona etkisinin normal şartlarda minimal olduğu, emekçimizin medeni hayat şartlarını asgari ölçüde de olsa sağlayacak bir geliri hak ettiğini, bu yüzden asgari ücrete en az 2024 yılı enflasyonu kadar (yüzde 45-47 arası) zam yapılması gerektiğini” savunanlar var.

Bugün sizlere asgari ücretin belirlenme kriterlerini anlatacağım. Bana göre olması gereken, olabilecek ve olacak asgari ücret düzeylerini belirteceğim. Daha sonra asgari ücret ile ücretler genel seviyesi ilişkisini ele alacağım. Son olarak da ücret enflasyonu ve fiyat enflasyonu ilişkisini açıklayacağım.

ASGARİ ÜCRET NİYE VAR? NEYE GÖRE BELİRLENİR?

Son dönemde Daron Acemoğlu başta olmak üzere bazı ana akım iktisatçılar ücretlerin esas belirleyicisinin emek verimliliği olduğunu söyleyerek asgari ücrete zammın beyhude olduğunu, reel hiçbir kazanç getirmeyeceğini söylemekteler. Verimlilik ve reel ücret arasında bir ilişki elbette vardır, ancak firma ölçeğinde bile iş gücü verimliliğini belirleyen birden fazla emekten bağımsız değişken vardır. Bunu Cumartesi günkü yazımda açıklamıştım. Arzu edenler için aşağıda yazının linki bulunmaktadır.

(https://www.gazetebirlik.com/ucret-ve-is-gucunun-verimliligi)

Emek verimliliği ve reel ücret eşitliğine dayalı bu yaklaşım Neo-Klasik Okulun “tam rekabetçi emek piyasası” modelinden elde edilen sonuçtur ve esas olarak sendikaların, iş güvencesinin ve toplu sözleşmelerin olmadığı, ücretlerin günlük belirlendiği, halk arasında bilinen tabirle “amele piyasasını” anlatmaktadır. Bugün modern toplumda böyle bir piyasa yoktur ancak ana akımdaki iktisatçılar sanki böyle bir piyasa varmış gibi konuşmaya ve yazmaya devam etmektedirler. Pekiyi, bu “tam rekabetçi emek piyasasında” dengede ücret düzeyi neye karşılık gelmektedir? Teknik olarak “geçimlik ücret” olarak bilinen bu ücret düzeyi, herkesin anlayacağı dille ifade edersek, “açlık sınırında” bir ücret düzeyine karşılık gelir. Eğer bugün “sendikalardan” yakınan, “esnek çalışma sistemine geçişi” savunan, “yarı zamanlı işlerin faydalarından” bahseden bir ekonomist (iktisatçı değil yanlış anlamayın, Türkçeyi Amerikan aksanıyla konuşan ekonomist, DMD) görür veya duyarsanız biliniz ki hepimizin açlık sınırında çalışmasının doğru olduğunu düşünmektedir.

“Hocam, bize tam rekabet piyasasının her zaman en iyi sonuçları ürettiği söylendi. Siz ise tersini söylüyorsunuz. Neden?” Elbette tam rekabet piyasası piyasaların çoğunda ulaşılabilecek en iyi sonuçtur ancak emek piyasası için öyle değildir. Hatta söyleyebiliriz ki, olabilecek en kötü sonuç da değildir. Eğer emek piyasasında oligopson (emek talep eden az sayıda firma bulunan piyasa) veya monopson (emek talep eden sadece tek firma bulunan piyasa) olması durumunda ücretler açlık sınırının da altına iner. Şunu unutmayın: İnsan emeği patates veya domates değildir ki, pazarda ucuza satılsın.

Sanayi üretimi büyüdükçe, özellikle emek piyasasında monopson veya oligopsonlar oluştukça hükümetler asgari ücret uygulamasını başlattılar. Burada amaç emeğin vicdansızca sömürülmesinin önüne geçmek ve emekçiye en azından medeni standartları (minimum düzeyde olsa bile) sağlayacak bir gelir garantisi sunmaktır. Asgari ücret açlık sınırı ile fakirlik sınırı arasında belirlenir. Ülkenin genel refah ve üretkenlik düzeyi arttıkça asgari ücret fakirlik sınırına daha yaklaşır. Bugün ülkemizde son rakamlarla açlık sınırı 22.000 TL ve fakirlik sınırı da 66.000 TL’dir. İkisinin ortalaması olan 44.000 TL ilk bakışta makul bir öneri gibi durmaktadır. Ama… aması vardır.

Gelir ve servet dağılımı nispeten adil ve fiyat istikrarını sağlamış ülkelerde asgari ücret çalışanların en fazla yüzde 10’unun ücretine karşılık gelir. Yani asgari ücret o ekonomideki en düşük vasıflı niteliksiz işgücünün geliridir. Bugün ülkemizde medyan gelir hızla asgari ücrete yaklaşmaktadır. Asgari ücret ise, bildiğiniz gibi 17.002 TL olup açlık sınırının altındadır. Asgari ücret ve civarında ücret alanlar ise toplam çalışanların yaklaşık yarısıdır. Normal şartlarda asgari ücret artışı toplumun tamamında paralel bir ücret artışına yol açmayabileceği gibi, aynı zamanda çalışanların yarısına yakın bir kısmını da doğrudan ilgilendirmezdi. Ancak 2021’den bu yana gözlemlediğimiz hızla artan enflasyon süreci hem bozuk olan gelir ve servet dağılımını daha da bozmuş hem de yarattığı belirsizlik sebebiyle reel fiyat katılıklarına yol açmıştır.

Bu bilgiler bağlamında bence olması gereken asgari ücret 40 bin TL’dir. Ama… İşin aması şudur ki, 40 bin TL asgari ücret, özellikle imalat sanayiinde fiyat belirleme gücü olmayan ve toplam imalat sanayii firmalarının yüzde 90’ını oluşturan mikro ve küçük ölçekli işletmelerin iş gücü maliyetlerini katlanılamaz seviyeye çıkarabilir. Hizmetler sektörü için aynı olumsuzluk yoktur, orada mikro ve küçük ölçekli işletmeler fiyatlarını ayarlayabilmektedir. Bunun sebebi imalat sanayiindeki küçük ölçekli işletmeler büyük firmalara tedarikçilik yapmakta ve onlara karşı fiyatları belirleyememekte iken (çoğu mahalle esnafı olan) hizmetler sektöründeki küçük firmalar tüketici ahaliye karşı tam anlamıyla fiyat belirleme gücüne sahiptir. Bu yüzden 40 bin TL asgari ücret birçok imalat sanayii firmasının batmasına yol açabilir. Bence olabilecek asgari ücret 2024 yılı enflasyonu (yüzde 45) ve 2025 yılı hedeflenen enflasyonu (yüzde 20) üzerinden bileşik hesapla yani (17.002 x 1,45 x 1,20 =) 29.583 TL’dir. Biz buna yuvarlak hesap 30 bin TL diyelim. Bu imalat sanayii firmalarını zora soksa da batırmaz. Ama emekçinin hiç olmazsa 2024 yılı başındaki durumunu 2025 yılı sonuna kadar korumasını sağlar, (o da 2025 yılında yüzde 20 enflasyon hedefine ulaşılırsa).

Pekiyi olacak olan ne? 22 bin TL açlık sınırı demiştik. Ağanın eli tutulmaz. 3 bin TL fazlasını verirler ve 25 bine anlaşırlar. Bu sadece 2024 yılındaki kayıpları karşılar. 2025 yılının ilk iki ayında asgari ücret yeniden açlık sınırının altına iner…

ASGARİ ÜCRET ARTIŞI VE ENFLASYON ORANI

Hepiniz fark etmişsinizdir, asgari ücret zammı açıklandığının ertesi günü mahalle esnafı kendi fiyatlarına o kadar zam yapmaktadır. Pekiyi bu adil bir zam mıdır? Hayır. Türkiye’nin son 5 yılında toplam milli gelir içinde ücret payları yaklaşık yüzde 40 civarındadır. Net işletme artığı payı da yaklaşık yüzde 40’tır. Yüzde 20 de ara girdi ve hammadde maliyetidir. Diyelim ki 100 TL’ye bir mal üretiliyor. Bunun 40 TL’si ücret ödemesi, 40 TL’si kâr + amortisman ve 20 TL’si da hammadde ve aragirdi maliyeti olsun.  Eğer asgari ücrete %50 zam gelirse ücret maliyeti 60 TL’ya çıkar. Firma, 40 TL kârını korumak isterse malın bedelini 120 TL’ye çıkarması yeterlidir. Yani bütün çalışanlar asgari ücret alsa, asgari ücrete yüzde 50 zam yüzde 20 enflasyon yaratır. Bu da sadece zammın yapıldığı ay için geçerli olur. Ancak (çok yüksek bir oran olsa bile) çalışanların yarısı asgari ücret civarında kazanmaktadır. Bu ise asgari ücrete yüzde 50 zammın sadece tek seferlik yüzde 10 fiyat artışına sebep olması anlamına gelir. Neden böyle olmuyor?

Hem ara girdi hem de nihai mal ve hizmet satan sektörlerdeki firmalar kâr oranlarını korumak istiyorlar. Yani asgari ücrete yüzde 50 zam yapıldığında ara girdi ve hammadde satıcıları da yüzde 50 zam yapıyor. Ücret maliyeti 60’a, aragirdi maliyeti 30’a çıkıyor. Bu durumda nihai mal üreticisi de mal fiyatına yüzde 50 zam yapıp kârını 60’a fiyatı da 150’ye çekiyor. İşte bu “reel fiyat katılığıdır”. Her kesim toplam hasıla içinde gelir payını sabitlemek istiyor. Ancak işgücü ve küçük üretici (çiftçi ve küçük imalatçı) kendi paylarını koruyabilme gücüne sahip değildir. Bu da büyük üretici, hizmetler sektörü firma sahipleri ve rantiyelerin (toplumun maksimum yüzde 20’si) yararına, geniş toplumsal kesimlerin aleyhine adaletsiz bir gelir dağılımına yol açmaktadır. Bu kırılmadığı müddetçe emekçi perişan olur, enflasyon beklentisi de düşmez…

Yani kısaca özetlersek asgari ücrete yapılacak zam normal şartlarda enflasyonu çok daha az arttırması gerekirken doğrudan fiyatlara yansıyor. Burada emekçiye zam yapmamak değil, rekabet yasalarını işletmek, yüksek kârları ve servetleri vergilendirmek ve enflasyon programının başarısı için sektör temsilcileri ile mutabakata varmak gerekir. Reel fiyat katılığı ve enflasyon ilişkisini bir sonraki yazıda ele alalım.