AK Parti'nin 2014 yılından beri Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ağır ağır ve çeşitli mecralarda seslendirilen ve 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte Sayın Berat Albayrak tarafından öncülüğü yapılan ve bugün de devam eden ekonomi politikasının Ortodoks veya Heterodoks iktisat anlayışlarından hiçbirine uymadığından geçen yazımda bahsetmiştim.
AK Parti’nin 2014 yılından beri Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ağır ağır ve çeşitli mecralarda seslendirilen ve 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte Sayın Berat Albayrak tarafından öncülüğü yapılan ve bugün de devam eden ekonomi politikasının Ortodoks veya Heterodoks iktisat anlayışlarından hiçbirine uymadığından geçen yazımda bahsetmiştim. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ideolojik altyapısı ve önceliklerinden gelen temeller üstüne 2016’dan bu yana Türkiye’nin yaşadığı olağanüstü jeo-politik konjonktürün de etkisiyle, AK Parti Hükümetleri siyasi ve iktisadi açıdan “popülizme” kayan görünüm sergilemektedir. “Hocam, nedir popülizm?” Herhalde ilk bu soruyu cevaplamam gerekir. Ama muhakkak eklemem gereken bir nokta da Türkiye’de uygulanan kendine özgü popülizmin köklerinde toplumsal bilinç altımızda yatan Osmanlı dönemi politikaları ve dünya görüşü de bulunmaktadır. Tesadüf mü desem, tevafuk mu desem, tam bu süreçte dünyanın her tarafında popülizm rüzgârları esmektedir. Bundan daha önceki yazılarımda bahsetmiştim, hatırlarsınız…
POPÜLİST SİYASET VE POPÜLİST EKONOMİ POLİTİKASI
Popülizmi tanımlamak için kullanılan ortak çerçeve “düşünsel yaklaşım” olarak bilinmektedir: Buna göre popülizm, popülist siyasiler tarafından içi doldurulmuş “halk” kavramını ahlaki açıdan iyi ve doğru olarak tanımlarken, bunun karşıt kavramı olarak da “yozlaşmış ve menfaatçi elitleri” ahlaki açıdan kötü ve yanlışın temsilcisi olarak ilan eden bir ideolojidir. Popülist siyasetçiler “halkı” nasıl tanımladıklarına bağlı olarak farklılaşırlar: “Halk” kimilerine göre bir sınıfa, kimilerine göre bir dinin veya etnik grubun mensuplarına ya da belli bir siyasi görüşü paylaşanlara karşılık gelebilir. Popülistler benzeri şekilde “elitler” kavramını da farklı şekilde tanımlayabilirler. Ancak bütün popülistler “elitleri” tanımlarken ortak bazı kavramlara dayanırlar: Onlara göre “elitler” egemen ve yerleşik sistemin siyasi, iktisadi ve kültürel temsilcileri olarak ve aralarında hiçbir farklılık bulunmayan homojen bir kitle olarak tanımlanır. Yine bu tanıma dayalı olarak “elitler” kendi şahsi menfaatleri ile başka grupların menfaatlerini “halkın” menfaatleri üzerinde görürler. Ayrışmaları bu başka grupların niteliğindedir: Yabancı ülkeler, büyük kapitalist firmalar, finans kurumları, toprak ağaları veya göçmenler. Popülist siyasi partiler ve gruplarda çoğu zaman güçlü liderler öne çıkmaktadır. Karizmatik ve baskın karakterli bu liderler kendilerini “halkın sesi” olarak tanıtırlar ve takipçileri de buna inanır. Çoğu zaman bu liderler ve onların takipçileri kendilerinde doğuştan gelen bir misyon – “kutsal dava” olduğu inancındadırlar. Bu genel hatlara rağmen popülist hareketler farklı zaman ve ülkelerde milliyetçiliği, liberalizmi veya sosyalizmi de savunabilirler. Bu farklılık hitap ettikleri kitlelerin mahiyeti ve tanımladıkları “elitlerin” niteliklerine göre ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda sağ popülist siyasi partiler olabileceği gibi merkezde veya solda da popülist hareketler ortaya çıkabilir. Popülizm yukarıda anlatılan özellikleriyle, aslında, geniş kitleler aleyhine eşitsizlik ve adaletsizlik doğuran sanayi toplumları, burjuva demokrasisi ve kapitalist üretim sürecinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Popülist iktisat politikası popülist partilerin iktidara gelmek veya iktidarda kalmak için vazettikleri iktisadi rasyonaliteye dayanmayan ama siyasi bir mantıkla oluşturulan politikalara verilen genel addır. Bazı iktisatçılar bu tanımı daha da netleştirirler: onlara göre “popülist ekonomi politikası” hükümetlerin açıktan para basarak veya dış borç yoluyla finanse ettikleri geniş ve hesapsız kamu harcamaları anlamına gelir, bunun sonucunda da hiper enflasyon ve krizlerin kaçınılmaz olduğu vurgulanır.
Popülist siyasetçiler muhalefetteyken mevcut sistemden mağdur olan kitlelerin karmaşık sosyal ve ekonomik problemlerine basit çözümler öneren ve bunu çoğu zaman kitlelerin duyguları, inançları ve yaşam tarzlarına referans vererek ifade eden hatipler olarak görülür. Popülist muhalife göre bütün sorunların temeli “elitlerin” güdümündeki sistemdir. Çünkü sistem elitlerin kurduğu ve nemalandığı kural ve kurumları içermekte ve yine bu “elitler” “halkın düşmanlarıyla” iş birliği etmektedir. Halk düşmanları bazen “faiz lobisi” olarak tanımlanan bankacılık ve finans kesimi, bazen “üst akıl” olarak tanımlanan emperyalist ülkeler, bazen “rantiyeci” denen servet sahibi zenginler, bazen de işçinin emeğini sömüren sermaye veya toprak sahipleridir. Popülist siyasetçi düşmanın kimliğine göre alternatif siyaset önerir; iktidara geldiklerinde “halkın menfaatlerini” savunmak için düzeni değiştireceklerdir.
Popülist siyasetçiler iktidarda daha farklı bir kalıba bürünürler. Her şeyden önce “elitlerin yozluğunu ve kötülüğünü” taşıyan yerleşik sistemin kurum ve kurallarını halkın iradesine pranga vuran vesayet odakları olarak tanımlarlar. Güçleri yeterse bu kurumları dağıtıp, kendi denetimsiz iktidarlarını kurmaya çalışırlar. Çünkü lider “halkın” temsilcisi, kutsal davanın öncüsü ve milli iradenin sembolüdür. Onun yetkilerini sınırlamak halkın iradesini sınırlamak anlamına gelir. Doğal olarak, eğer başarılı olurlarsa, “kuvvetler birliğine” dayalı, gücü tek elde toplayan sistemler kurarlar. Böyle bir sistemin doğal sonucu popülist liderin kendi etrafında yeni bir zenginler ve “elitler” halkası oluşturmasıdır. Lider farkında olmadan karşı çıktığı ve yıkmak istediği sistemin bir benzerinin oluşmasına yol açar. Muhalefette bir Köroğlu veya Robin Hood gibi “zenginden alıp fakire vereceklerini” iddia ederlerken, iktidarda “fakirden alıp yeni zenginlere dağıtan” bir sistemi kurarlar. Bu süreç yeni bir popülist lider ve hareket çıkana kadar devam eder.
“TÜRKİYE EKONOMİ MODELİ” (TEM) POPÜLİST MİDİR?
“Türkiye Ekonomi Modeli” (TEM) aslında AK Parti’nin kendi politikalarından sapması değildir. AK Parti başından beri popülist politikalar uygulamaktadır. Hatırlayacaksınız, iktisatçılar popülist ekonomi politikasının “hükümetlerin açıktan para basarak veya dış borç yoluyla finanse ettikleri geniş ve hesapsız kamu harcamaları anlamına geldiğini” belirtmişlerdi. Başlangıçta popülist politika neydi? Bugün ne olmuştur? Bugün politikanın mantığında temel bir değişim yoktur ama koşullar değiştiği için finansman yöntemi değişmiştir.
2003-12 arası dünyada bolca bulunan döviz ve fonlar gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere akmaktaydı. Mr. Derwish, Mr. Babacan ve Mr Shimshek’in yetkili olduğu dönemde Türkiye aşırı dış borçlanma sürecine girmişti. Dış borçla alınan fonlar vatandaşa kredi kartı, inşaat, AVM ve bankacılık sektörüne ucuz kredi olarak dağıtıldı. Hane halkı borçluluk oranı hızla arttı. Bu politikalar uzun dönemli büyüme ve kalkınmaya hiçbir katkı sunmazken kısa dönemde halkta sahte bir refah ve zenginlik algısı yarattı. Bu dönemde uygulanan sıkı para politikası TL arzını kontrol ederken içeriye limitsiz döviz girişine yol açtı. Kur düşük, faiz düşük, enflasyon düşük ve büyüme yüksekti. Yani görünüşte mükemmel bir ekonomik tablo. Ancak bu süreçte iyi gitmeyen noktalar da vardı. Bir kere dış borç aşırı yükseliyor ve yavaş yavaş da vadesi kısalıyordu. İkincisi krediler sanayi ve tarım gibi üretken sektörlerden çekilirken hizmetler ve inşaat sektörleri gibi üretken olmayan sektörlere akıyordu. Üçüncüsü tarım sektörüne kredi desteğinin düşmesi ve tarımda kârlılığın git gide düşmesi sonunda köyler ve kasabalar boşalmaya ve insanlar büyükşehirlere akmaya başlamıştı. Yani şehirde yaşayan nüfus içinde işi, gücü ve mesleği olmayan lümpen proletaryanın payı hızla artmaktaydı. Sonuçta şehirlerde arazi rantları yükselmeye başladı. Koca ülke dışarıdan gelen ucuz borçla bir balon ekonomisine dönüştü. Pekiyi işler ne zaman değişti? 2013 ve sonrası…
2013-22 arasında ise bütün şartlar tersine döndü. Dünyada her geçen gün likidite azalmaya başlamıştı ki, bunun zirvesi 2022 başından itibaren başlayan hızlı likidite daralmasıdır. Bu Türkiye için şu anlama gelmekteydi: Dış borç bütün ülkeler için her sene daha pahalı hale geliyordu. Buna Türkiye’nin artan dış borç yükü ve artan risk düzeyi de eklenince Türkiye’nin borçlanması kendi benzeri ülkelere göre daha da zor hale gelmekteydi. Yani Türkiye daha az, daha kısa vadede ama daha pahalı dış borç bulmaktaydı. Üstelik uygulanan politikalar kişi başı sanayi ve tarım üretimini düşürmüştü. Bu da kişi başı ihracatımızın kişi başı ithalatımıza oranla daha düşük miktarda olmasına ve daha düşük katma değerli hale gelmesine yol açmıştı. Yani kişi başı cari açığımız da hızla artmaktaydı. Doğal sonuç 2003 -12 arası aşırı değerli olan Türk parasının 2013-22 atasında hızla değer kaybetmesi ve balonun patlamasıydı. Sonuçta hızlı büyümeyi finanse edecek ucuz borç artık yoktu. Artık süreç şöyle işliyordu: kur yüksek, faiz yüksek, enflasyon yüksek ve büyüme düşük!
Hükümet ilk on senedeki sihirli formülü nasıl devam ettirebilirdi? Cin fikirli bir çözüm 2016’dan itibaren uygulamaya konuldu: Dışarıdan döviz gelmiyorsa Merkez Bankası döviz arz etsin! Sayın Berat Albayrak döneminde bu politika Merkez Bankasının rezervlerinin sıfırlanmasına yol açtı. Araya pandemi süreci girdikten sonra aynı politika genişlemeci para politikası ve genişlemeci maliye politikası ile tekrarlandı. Yani Türkiye Ekonomi Modeli… Merkez Bankasının rezervlerinin bitmesi karşılığında Merkez Bankası artık dışarıdan döviz borçlanmaya başlamıştı: SWAP antlaşması dedikleri de budur. Sonuç kaçınılmaz olarak enflasyonun ve cari açığın patlaması ve MB rezervlerinin tükenmesidir. Bütün bunlara bağlı olarak söyleyebiliriz ki, “Türkiye Ekonomi Modeli” popülist ekonomi politikasına dört dörtlük bir örnektir.
Pekiyi bu program, yani, Türkiye Ekonomi Modelinin arkasında kökleri Osmanlı’ya giden bir miras var mıdır? Bu soruyu da Pazartesi cevaplayalım.