Ekonomik krizlere karşı etkili olabilecek politikalar eskiden beri tartışılır.
Koronavirüs salgını ve muhtemel kriz senaryoları, Şair Oktay Rıfat ve Babam. Son iki ayda yazdığım konulardı. Bugün yine temel iktisat konularından birine dönelim. Malum, dünya koronavirüs salgını nedeniyle kendini kapatmış vaziyette. Bu ise en çok ekonomiye etki edecektir. Ekonominin yaşayabilmesi için üretilen mal ve hizmetler ile paranın sürekli ekonomide dönmesi gerekir. Tıpkı vücudumuzda kanın dolaşımı gibi. Özellikle paranın dolaşımı çok önemlidir. Paranın dolaşımı durursa, ilk önce ödeme zinciri kırılır. Ödeme zinciri kırılınca, bu sefer finans sisteminde batık krediler ortaya çıkar ve hızla artmaya başlar. Finansal krizin sonucunda oluşan kredi daralması ise krizi reel sektör krizine döndürür.
Ancak daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi, önümüzde gerçekleşmesi muhtemel krizin niteliği daha öncekilerden farklılaşmaktadır. Bu krizde sağlık tedbirleri sebebiyle üretim kısmen durmuş veya yavaşlamıştır. Yani krizin başlangıcı ödeme zincirinin kırılması veya finansal kriz değildir, doğrudan reel sektör kaynaklı bir krizdir. Hoş, aslında iktisatta ortaya çıkan krizlerin hepsi, esas itibariyle reel sektör kökenlidir ya, neyse…
Ekonomik krizlere karşı etkili olabilecek politikalar eskiden beri tartışılır. Aslında iktisattaki temel tartışma konuları hep krizlerin varlık sebebi, doğası ve krize karşı uygulanacak politikalar etrafında düğümlenmiştir. Bu noktada iktisatçılar üçe ayrılır: Birinci kısım iktisatçılara göre kapitalist sistem kendi doğası itibariyle mükemmel işler, piyasaların tam işlediği bir ekonomide krizlerin çıkması mümkün değildir. Ancak sorumsuz ve popülist politikacıların uygulayacağı yanlış politikalar - ki aslında iktisat politikası uygulamalarının hepsi yanlıştır – sonucunda krizler oluşur. Bunun yanında savaşlar, doğal afetler ve benzeri dışsal etkenler de krizlere yol açabilir. Bu görüşe göre hükümetler sağlam bir bütçe politikası ve sıkı para politikası dışında hiçbir şey yapmamalıdır. Ekonomi kendiliğinden krizden çıkacaktır. Bugün kendini serbest piyasa ekonomisi taraftarı ve liberal olarak tanımlayanlar, aslında, bu görüşü savunmaktadırlar.
İkinci kısım iktisatçılar, kapitalist sistemin kendisinin bizatihi krizin sebebi olduğunu, kapitalist sistemin krizlerden beslenen ve krizleri doğuran bir sistem olduğunu, krizlerin bedelini her zaman emekçilerin ve düşük gelir grubundakilerin ödediğini ve krizlerde zenginlerin daha zenginleştiğini savunurlar. Bu gruptaki iktisatçılara göre de, krizlerden kurtulmak için kapitalist sistemi topluca lağvetmek gerekir. Radikal İslamcılar ve devrimci Marksistler bu gruba girerler.
Üçüncü kısım iktisatçılar ise kapitalist sistemin kendi yapısından kaynaklanan bazı arızaların bulunduğunu, bu yüzden sistemin kusurlu çalıştığını, bu kusurlu yapının dıştan gelen etkilere karşı çok kırılgan olduğunu savunurlar. Bunlara göre uygun politika bileşimleri uygulanarak her kriz kontrol alına alınabilir. Bu iktisatçılar krizlere karşı iktisadi politikalar uygulanmasına taraftardırlar, ancak hangi politika bileşiminin uygulanacağı konusunda kararsızdırlar. İçinde benim de bulunduğun çoğunluktakiler üçüncü kısma girer.
Son zamanlarda bütün dünyada 1929’daki Büyük Buhran’a benzer bir kriz geleceği, bu sebeple de krize karşı önlem alınması gerektiğinden bahsedilmektedir. Fiili uygulamalar ise çoğu ülkede, tıpkı 2008 Krizi’nde olduğu gibi, bolca para basılmasını içermektedir. Fikir ise Nobel ödüllü iktisatçı Milton Friedman’dan gelir. Friedman, Büyük Buhran öncesinde ABD Merkez Bankası’nın piyasalara ve özellikle bankalara para basıp dağıtsaydı krizin bu kadar büyüyemeyeceği görüşündeydi. O her zaman en etkili politika aracı olarak para politikasını göstermiştir. Büyük Buhranın bu kadar büyümesinin ana amilinin de yine yanlış para politikası olduğu görüşündedir. Gerçekten de o dönemde, dünyadaki hakim iktisat anlayışı yukarıda birinci kısım iktisatçılar olarak sınıflandırdığım iktisatçıların görüşlerini içermekteydi. O dönemde, bütün ülkelerde krize karşı önlem diye sıkı para politikası uygulanmış ve kriz daha da derinleşmişti.
2008 Krizinde Friedman’ın önerisi uygulandı. Başta Atlantik Ötesindeki Emperyalist Güç tarafından. ABD Merkez Bankası sürekli dolar basıyordu, o dönemde dünya bir nakit dolar fazlasına boğulmuştu. Benzeri bir durum AB için de geçerliydi. Dolar sudan ucuz olduğu için de, bizim gibi döviz borcu olan ülkeler için gün doğmuştu. O zaman bazı arkadaşlar TV’ye çıkıp heyecanla “yedinci, sekizinci genişleme programlarından” bahsediyorlardı. Genişleme programı dedikleri ABD Merkez Bankası’nın karşılıksız para basmasıdır.
Friedman’ın reçetesine uygun olarak uygulanan bu para basma politikası problemi çözdü mü? Hayır. 2008 Krizi’ne sebep olan bütün amiller yerli yerinde durmaktadır. Üstelik özel sektör borçları kamu kesimine tahvil edildiği için bugün hükümetler de aşırı borçlanmış vaziyettedirler. Uluslar arası para hareketleri kontrol altına alınmalı, fakir ülkelerin altyapı ve kalkınma sorunları giderilmeli, yeni bir muhasebe sistemi geliştirilmeli ve bütün dünyada yeni ve çoğulcu bir para sistemi kurulmalıydı. Bu gelişmelerden hiç biri olmamış, 2008’den bu yana küresel finans kumarhanesi daha büyümüş, uluslararası para hareketleri hem genişlemiş hem de hızlanmıştır. Bunları düzeltilmek için hiçbir şey yapılmamış, sadece para basılmıştır. ABD liderliğindeki gelişmiş ülkeler fakir ülkelerin altyapı ve kalkınma sorunlarını o ülkeleri bombardımana tâbi tutarak çözmeye çalışmışlardır: Libya, Yemen, Irak, Afganistan, en son da Suriye… Yani ez cümle: uygulanan para basma politikası hiçbir olumlu sonuç vermemiş, sadece sorunların büyütülerek ertelenmesine yol açmıştır. İşte bugün, o zamanlarda büyütülerek ertelenen problemleri de kucağımızda bulmuş vaziyetteyiz.
Bugün yine aynı para basma reçetesinden medet umulması şu vecizeyi hatırlatmaktadır: “Beşer nisyan ile maluldür. / İnsanlık unutkanlıkla sakatlanmıştır.” Bilmemiz gereken şudur: Parasal genişleme temel de kapitalizmin yapısal arızalarına dayalı krizlere merhem olmaz, sadece sorunları kısa süreliğine halının altına süpürmemize neden olur. Çözüm sadece maliye politikasında değil, ama yaşam tarzımızı ve dünya görüşümüzü de değiştirmemize neden olacak şekilde köklü bir sistem değişikliğindedir.
Hayırlı Cumalar…