Kemalistleri ve Atatürkçüleri bilmem ama, Atatürk'ü anlamak diye bir şey varsa, bu emrin Türkiye Cumhuriyeti devletinin sözlü anayasasının ilk maddesi olması gerektiğidir.
Millî eğitim müfredatımızdaki târih derslerinden akıllarda en çok kalan cümlelerden biri, Millî Mücâdele’de Mustafa Kemâl’in Büyük Taarruz için verdiği şu emirdir: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir; ileri!”.
Mustafa Kemâl Atatürk’in Başkomutan olarak verdiği bu emrin tek muhatabı silah altındaki askerler değildir. Ayrıca bu emir, Millî Mücâdele’nin kazanılmasıyla geçerliliğini de yitirmiş değildir. Kemalistleri ve Atatürkçüleri bilmem ama, Atatürk’ü anlamak diye bir şey varsa, bu emrin Türkiye Cumhuriyeti devletinin sözlü anayasasının ilk maddesi olması gerektiğidir.
Mustafa Kemâl Atatürk, bir asker ve siyâsetçi olarak stratejik düşünmeyi şiar edinmiş biriydi. Stratejik düşünmek, zamânın şartlarını ve eldeki imkânları dikkate alarak hareket etmektir. Millî Mücâdele sırasındaki önceliğimiz Anadolu’yu Yunan ve İngiliz işgâlinden kurtarmaktı ve yurdu temizlemek için hedefin Akdeniz olması gerekiyordu.
Yıllar içinde devletimizin öncelikleri çok değişti. Zamânın şartları ve imkânlar da oldukları gibi kalmadı. Zaman artık, ölüm-kalım savaşı vermek değil, en iyi savunmanın taarruz olduğunu bilme zamânıdır. Senelerdir insanımızı ve ekonomimizi ziyan eden terör, yüzümüzü sınır dışına dönmemizi engellemişti. Ancak kaynağı dışarıda olan her türlü terörist yapılanmanın, sınırlarımızdan girmeden yok edilmediği sürece duracağı yoktu ve olmayacaktır.
Terörün gerçek amacı hiçbir zaman “bağımsız devlet” falan olmamıştır. Bu iddialar, sâdece yandaş toplayıp ön saflara sürmek için uydurulan “tatlı” yalanlardı. Artık başımıza bela olan hiçbir terörist yapılanmanın Türkiye’den toprak koparma gibi bir amacı olduğu duymuyoruz, çünkü bu laflar artık para etmiyor.
Akdeniz Hançeri
Türkiye Cumhuriyeti devleti, 15 Temmuz hâin darbe girişiminin atlatılmasının ardından girdiği süreçte, hem askerî hem de ekonomik olarak önemli mesâfeler kat etmiştir. Afrin ve Barış Pınarı operasyonları ile atılan adımlar, bundan sonra alınacak mesâfeler için sâdece birer ısınma turu hüviyetindedir.
Bu anlamda Libya ile varılan mutabakatın büyük önemi vardır. Doğu Akdeniz’de İskenderun Körfezi’ne hapsedilmek istenen Türkiye, karasularının çok ötesine uzanan bir adım atmıştır. Bu adımla âdeta Yunanistan-Mısır-İsrail’den oluşan üçlü şer ittifâkına bir hançer saplanmıştır. Böylece tıpkı Barış Pınarı ile terör koridoru yapılanması çökertildiği gibi, Doğu Akdeniz üzerinden kurulmaya çalışılan enerji tuzağı bozulmuştur. Terör örgütlerinin karada açmaya çalıştıkları hendekler ve tünellerin başka bir şekli, Akdeniz’in sularında yapılmaya çalışılırken, Libya ile varılan mutabakat bu plânları çökertmiştir.
Libya’ya dikkat
Bu aşamada, siyâsî istikrârı olgunlaşma sürecinde olan Libya’ya Kuzey Kıbrıs’a benzer bir önem vermemiz gerekir. Bu mutabakatla elde edilen ekonomik alan varlığı Libya’daki mevcut yönetimin istikrârına bağlıdır. Türkiye, kendi beka sorununa çerçevesindeki diğer devletlerin güven ve istikrar düzenini de dâhil etmiştir.
Libya, aleyhimizde olan oyunların bozulmasından sonra oynamaya başladığımız “oyun kurucu” rolünde önemli bir coğrafyadır. Yıllarca inşaat şirketlerimiz ile var olduğumuz Libya, artık deniz aşırı bir güvenlik bölgemiz durumundadır. Libya’nın siyâsî ve ekonomik istikrârı için gerekli yatırım işbirlikleri, Libya merkezli bir etkileşim sürecinin köşe başları olacaktır.
Libya, coğrâfî konumu sebebiyle sâdece Kuzey Afrika açısından değil, doğusundaki Orta Doğu ve kuzeyindeki Balkanlar açısından da önemli bir ülkedir. Dünyânın en kaliteli petrol rezervine sâhip olan Libya’nın petrolünde gözümüz yoktur. Mutabakatla elde ettiğimiz alanda yapacağımız enerji aramalarında da barışçıl bir politika izleyerek üçüncü taraflarla işbirliğine açık olduğumuzu BM’ye bildirmiş durumdayız. Ayrıca benzer anlaşmaları diğer bölge ülkeleriyle yapma konusunda kapımız açıktır.
Yeniden Akdeniz Barışı ve Kanal İstanbul
Türkiye’nin kıta sahanlığının ötesinde elde ettiği kontrol hakkının diğer bir olumlu yan etkisi, Akdeniz’deki insan ticâretinin engellenmesi olacaktır. Türkiye, kendi kıyılarındaki göçmen trafiğini kontrol ile edindiği tecrübeyi Akdeniz’in açık sularına insanlık ve barış adına yansıtacaktır. Böylece Yunanistan ile Ege’de yaşanan sorunlar da kendiliğinden ve yüzlerce mil açıkta çözülmüş olacaktır.
Yüz yıl önce, anavatanımızın barış ve huzuru için verilen “İlk hedef Akdeniz” emri, yüz yıl sonra barışın yine Akdeniz sularında sağlanmasıyla uygulanmaya devam etmektedir. Ancak bu emrin devamlılığı için, ordumuzun dışa bağımlılığın azaltılması ve yerli üretim için atılan adım ve gerçekleştirilen gelişmelerin öneminin unutulmaması gerekir.
Akdeniz’den bakıldığında Kanal İstanbul’un önemi daha iyi anlaşılmalıdır. Dünya ticâret yollarının en önemlisi olan Türk Boğazları ve boğazların iki tarafındaki Karadeniz ve Akdeniz, Kanal İstanbul ile daha yakınlaşacaktır. Kanal İstanbul, Asya-Avrupa arasındaki deniz ticaretine âdeta bir “duble yol” yapmak demektir. Elbette millî olmayan muhalefet bunu istememektedir. Tıpkı zamânında Keban Barajı’nı istemedikleri gibi, Kanal İstanbul’da Türkiye’deki muhalefetin varlık sebebine aykırıdır.
Türk Boğazları’ndaki gemi trafiğinin artması ve daha güvenli hâle gelmesi, Türkiye’nin ekonomik gücüne yapacağı katkı yanında, dünya ticaretinin de eksenini değiştirecektir. Unutmayalım ki, dünyanın en büyük havaalanı Kanal İstanbul’un hemen yanı başındadır.