Nasibüke yüsibüke velev kane tahte'l-cebel.

BACILAR DİVANI

Yeni bir birliktelik ve heyecana vesile olan bir sivil toplum hareketinin adıdır Bacılar Divanı. Tarihimizdeki sivil toplum teşkilatlanmasının bilindik en eski adından esinlenerek adını Bacılar Divanı koyduk. Çünkü hanımlardan oluşan bu birlikteliğin gelecekte adını çok duyacağınızı söylemeliyim. Başta hanımlarımızın ve çocuklarımızın bilinçlendirilmesi için birer nefer olan bu bacılarımızın bilgileri, görgüleri, edepleri ve irfanlarıyla bir pencere açacaklarını düşünüyorum. Kendimin de içinde olduğum bu oluşumun şimdilik resmi hüviyetini kazandıktan sonra buluşma noktası sayfalarımızda yer vereceğimizin haberini de duyurmak isterim vesselam.

NASİBİN SENİ BULUR

Nasibüke yüsibüke velev kane tahte'l-cebel. Yani “Nasibin dağın altında da olsa sana isabet eder.” Arapça atasözünde işaret ettiği gibi payımıza düşen bizi bulur. Bunun sırrını da Allah’u Teala Kuran’ı Kerim’de boşa vakit geçirmeyin diyerek bizi uyarıyor. Bir iş istediğimiz gibi olmadığı zaman başka hayırlı bir işe yönelmemizi istiyor. Arifler ise boş vakit geçirmekten sakınmamızı öğütlerken, vakti keskin bir kılıca benzeterek güzel işlerde bulunulmadığı durumda vakit sizi keser diye uyarıda bulunmaktadır. Nasibin vücut bulması için samimiyetle çalışmak ve boşa vakit geçirmemek gerektiğini anlıyoruz. Boş işlere dalıp gereksiz zaman geçirmek, faydasız işlerle meşgul olmak sonra da nasipsizim diye hayıflanmak aptalcadır.

Nasipsizlik

Bazı insanların da kaderinde nasipsizlik vardır. Gelen işleri parasından, makamından beğenmez geri çevirir. Oysa gelen işi gönderen Mabud kulunu sınamıştır. Bakalım işi kabul edecek mi, az da olsa parası şimdilik boş durmaktansa çalışmak evladır diye kabul edecek mi diye bakar. Anlayacağımız çalışan ve sebat eden kuluna Allah eninde sonunda hiç ummadığı tahmin etmediği yerlerden nasibini karşısına çıkarır. Allah bizim çoktan unuttuğumuz dileklerimizi, niyetlerimizi nasibimize bir gün karşımıza çıkarmak üzere biriktirir. Ancak burun kıvırmak, işi kendine layık görmemek, kıskanmak nasipsizliktir.

Nasibimizi güzel eyle

Bilemeyiz! Bel bağladığımız, bağlandığımız, kesinlikle olacak olmalı dediğimiz şeyler kısmet olmaz. Bilemeyiz! Olmalı diye direttiğimiz şeylerin altında bize hayır yoktur. Yaradan bizi korumuştur. Bilemeyiz! Allah kulunu sağlam bir iradeye, inanca, teslimiyete kavuşturmak için yenilgilere uğratır da sonunda nasip işte dediğimiz anda karşımızda kocaman güneş doğuverir. Bilemeyiz! Hayırlı olanı aramamız için vazgeçmemeyi öğretmek ister. Bilemeyiz! Sabırsızlığımızı sabra dönüştürmek ister. Bilemeyiz! Hayırlı olanın nasibimizi güzel eylediğini görmemizi ister. Bildiğimiz ve inandığımız şey Allah Rezzak’tır. O bizi herşeyiyle rızıklandırır.

Nasibine tevekkül et

Ümitsizlik ve isyan, bıkkınlık şikâyet hali nasipsizlerin işidir. Aklı başında olanlar her an bir oluş içinde olan Allah’ından ümit kesmezler. Bütün gün bir lokma yem için yağmurda, karda, rüzgârda her şartta uçup duran bir kuşun günlük nafakasını nasip eden Allah’ı da mı görmeyiz? Öylece uçmadan duran yemim önüme gelsin diye bekleyen bir kuş gördünüz mü? O halde her şey bir hareket bir oluş halindedir. İnsan mahluk olarak tüm diğer canlılardan farklı olarak cüzi iradeye sahiptir. İnsan iradesini kullanmak akletmek ve nasibini çalışarak, emek vererek bulmak kendi içindeki hazineyi ortaya çıkarmakla mesuldür. Kul her an Allah’ın emeklerinin boşa çıkarmayacağına inanmalı ona hazırlanan nasibin heyecanını taşıyarak yaşamalı. Kul elinden geleni yapmalı ve gerisini Allah’ına bırakarak huzur içinde halini korumalıdır.

Vara da, yoka da şükür

Şu oldu, bu olmadı, şu olsaydı, bu olsaydı gibi sözler o kadar boşuna ki!.. Allah kulunu en hayırlısıyla muamele eder. Toplum içinde insan yalnız başına değildir ki; “Komşuda pişer, bize de düşer” misali bir durum da vardır. Nasip ve rızık biri üzerine gelse de o bütün topluma sirayet eden rahmet ve berekettir. O zaman birey toplumla kaynaşmış ve kenetlenmiştir. Onun için herkese var da, bana yok mu diyemeyiz. Biz inancımızda ve kültürümüzde vara da yoka da şükür der, şükrederiz vesselam.

OKUNACAK KİTAP... YAKILACAK KİTAP!..

Ne yazık ki cahiliye toplumunda yaşıyoruz. İlim irfan, şuur ve hakikat varken. İnsanı semirtecek, düşüncesini, duygularını nefsinin esiri haline getirecek bir zihniyet ve zillet içinde yaşıyoruz. Güzel bir coğrafyada ve anadoluda yaşıyoruz; fakat anadolu irfanından uzak yaşıyoruz. Kitap okuyalım ve adam olalım diyoruz; Kitabı duvara asıyoruz. Bir tabu gibi ona bakıyoruz. Kitab’ın gerekliliği olan hakikati doğrudan Kitaptan değil; başka başka mahvillerden öğrenmeye çalışıyoruz. İnternetle birlikte öyle bir bilgi kirliliği içindeyiz ki; çık çıkabilirsen işin içinden, sanki bir dipsiz kuyudayız. Kitap okudukça öğrenilir ve doğru öğrendiklerimizle amel edilir. Allah’a kulluğu bilmeyen insan nasıl olur kâmil insan? Bencilliği yenmeyen insan, nasıl olur müslüman? Kitap bizi sadece Allah’a götürüyorsa ve kulluk bilinci veriyorsa kitaptır. Kitap bizi Peygambere tabi kılıyorsa, kitap kitaptır. Okunacak Kitap odur. Kitap bizi Allah’a kul, Peygambere tabi etmiyorsa o kitap kitap değildir. O kitap yakılacak kitaptır. Kitap insanlığın kurtuluşuna vesileyse o kitap okunacak kitaptır. Kitap insanı köleleştiriyorsa, imtiyazlı olanları tanrılaştırıyorsa o kitap kitap değildir. O kitap yakılacak kitaptır.

YAŞLANDIKÇA AZ VE ÖZ ARKADAŞLAR

Eskiden ne yalan söyleyeyim etrafımda kalabalıklardan sıkılmazdım. Arkadaşlar, dostlar birlikte tatil yapmalar, gezmeler. Hiç de şikayetçi değildim. Ama gençtim ve biri giderse başka biri gelirdi dostluklar arkadaşlıklar bitmezdi. Kimse küsmesin isterdim ve çok üzülürdüm biten arkadaşlıklara. Sabır ederdim ne söylenirse söylensin. Şimdi böyle mi?! Asla. Etrafımda üç, beş dost kapımı çalabilecek, gerisini gönderdim kendi kaprisli çok bilmiş dünyalarına. Yeni dostlara da ihtiyacım yok. Az ve öz. Azalttım fazlalıkları çıkarttım hayatımdan. Artık tek başına evimde bir kahve içmek bile büyük keyif. Kalabalıklarda tek başına olmak büyük bir özgüven. Omuzlarımda değersiz yük taşımadan dolaşmak büyük konfor. Daha azla yaşamak daha iyi insanlara yer vermek demektir.

RADYO

Yerel bir belediye sınırlarının içerisinde ikamet eden gençlere kendilerini ifade etmeleri için kültür merkezinin içinde bir radyo kuruluyor. Bu radyoda çeşitli yayınlar yaparak, gençler hem topluma katkıda bulunuyor hem de tecrübe ediniyor. Bu yayınları yapanlar arasında iletişim öğrencileri de var elbette. Bir iletişim fakültesi öğrencisi aynı zamanda da sivil topluma katkıda bulunan yapımcılardan birinin yaptığı bir düşünce programının o günkü kaydı yayınlanmıyor. Nedeni araştırılıyor. Radyo müdürüne konu aktarılıyor. Lafı uzatmayalım. Radyoda teknik ekipte çalışan ve aynı zamanda hafız olan kişi programlardan sorumlu. Ancak programın yayına girmemesinin nedeni hakkında tatmin edici bir açıklama yok. Cevaben program yapımcısına şöyle cevap veriliyor; Hafız olan bu kişinin işinden olması durumunda kendisinin günaha girileceği söyleniyor. Bu cümle ile anlatılmak istenen nedir? Liyakat dediğimiz şey nedir? Bu kişinin hafız olması hatasını affettirebilir mi? Anlamadım!

Halbuki bir kurum tüm şubeleriyle adeta vals yapar gibi işlemeli değil midir? Sosyal medyası, içerik üretimi, teknik ekibi, danışmanları, çay yapan emektarlarıyla el ele, omuz omuza en iyi yayını ortaya koyabilmek için profesyonel çalışmalıdır. Bunun için ast üst ilişkilerinde şeffaf ve adil olmalı medya yöneticileri. Çünkü yaptığımız iş kamu yararı gözetiyor ve bu toplumun tamamına karşı büyük bir sorumluluk doğuruyor. Yaptığı işler ile öne çıkan kaç radyomuz var sosyal medya, internet sitesi yönetimi bakımından da güçlü ilerleyebilen? Ulusal bir radyomuzun bu minvalde anılmasını elzem görüyorum. Radyonun internet sitesinde prodcast köşesi bile bulunuyor. Böylece vizyoner bakışın ve kıskançlığın işlere köstek olmadığı bir kurum örneği olarak karşımızda duruyor.

Salı günü ‘Kadına şiddete hayır!’ kampanyaları yapıldı. Paneller, konferanslar, seminerler, demeçler vesaire. Ancak bir toplumun düşünme ve eyleme geçme biçimini dil belirler. Bu hiç konuşulmadı. Medyada şiddet, annenin erkek yetiştirme metotları, şiddetin hukuktaki yeri psikolojideki yeri falan filan. Türkçede fiilerde eril ve dişil ekler yoktur. Mesela Almanca’da der, die, das artikelleri dişil ve eril nesneleri belirler. Neye göre nasıl diye hiç sormayın. Hiçbir mantığı yok çünkü ve bize göre anlamsız. Arapçada fiillerin eril, dişil halleri vardır. Arapçada, İngilizcede, Almancada, Fransızcada Allah için kullanılan zamir erildir. Ancak Türkçe’de Allah cinsiyetsizdir. Ayrıca Türkçe’de er diye kullanılan da aslında bir mertebedir. Er makamında olmak. Yani cinsiyeti ile dikkat çeken değil, mertliği erliği ile bir mertebe edinmiş kişi anlamında kullanılır. Erlik, er olmak mert olmak şeklinde hem kadına hem erkeğe verilir. Herif kelimesi mesela erkek için söylenen bir söz değil aslında Anadolu’da helal kazanç sağlayan kişiye söylenen bir sıfat. Daha nice böyle sırlı noktalarımız var ancak zamanla dilimizin özellikleri kullanımdaki yerini kaybederek farklı sosyokültürel gruplarla kaynaştığından bağlamından koparılarak gelişi güzel kullanılmaya yüz tutmuş. Kadın şiddeti derken aslında bir cinsiyet ayrımı ile ortaya çıkan ve kendi içinde de bir şiddeti barındıran bu söyleme birde bu taraftan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Devamını dil uzmanlarına bırakıyorum.